Kürt gitti, sorun bitti: Nürnberg'den Emet'e emekçi, yurttaş ve ırkçılık
Emet’te 16 Kürt işçinin sağ
salim memleketlerine dönmesine sevinelim mi? Peki anayasada yazılı “çalışma ve
seyahat hürriyeti” ne oldu? Kaymakam’ın açıklaması: “İşçiler gelmeden iki hafta
önce GBT’lerine baktırdık, sicillerinden suç kaydı çıkmadı.” Niye bakılıyor
GBT? Kürt oldukları için! Ayrımcılık, rutin işlem olmuş yani!
Nazi Almanyası mevzuatında (Nürnberg Yasaları), kişinin yurttaşlığı hak ettiğini kanıtlaması gerekirdi. Herkes her
haktan yararlanamaz; vatandaşlığı hak etmesi gerekenler, her an sorgulanabilir,
sürülebilir, belirli işlerden uzak tutulabilir ya da sadece belirli işlerle
yetinebilirdi. Her yere gidemezdi. O dönemin vahim sonunu biliyoruz.
Cumhuriyet kurulunca Türkiye’de
de herkes öyle kolayca vatandaş olamadı. Yurttaşların “yabancı” olarak
tanımlanışı sadece sınırlı bir alanda, geçici ya da arızi bir söylemsel özellik
olmamış, bu, bizzat yargı eliyle sistemin gerçeği olarak tescil edilmiştir. Örneğin,
gayrimüslim yurttaşların mülkiyete dair sorunları tartışılırken, 1970’lerde
gayrimüslim azınlıklar, “Türk olmayanlar” ve fakat “yabancılar” diye tanımlandı.
Hem de Yargıtay’da. Gayrimüslim olmayanlar da dil ve inançlarına göre türlü
çeşit eziyet çekti, malûm. Özetle, grup talepleri “Hepimiz Türküz” diye reddedilirken,
hak gaspları, “Siz yabancısınız, zaten hakkınız yok” diye savunuldu. “Siz
Türksünüz” ifadesi, ideolojik karakterde bir retorik cümle, “Türk değilsiniz,
hakkınız yok” ifadesi sistemin temel algısı. “Türk bir etnik kimliği değil,
yurttaşlığı tanımlar” ifadesiyse bildiğimiz sistem palavrası.
Artık bu değişti deniliyor,
çünkü deniliyor o eski hal, “halkı, milleti değil, devleti esas alan
jakobenler”in işiydi. Kütahya’da, Emet’te yaşanan linç girişimi ve devamı,
neyin değiştiğini neyin değişmediğini mükemmelen gösteren bir seyir izledi.
Bakalım.
MİLLİ, MANEVİ DUYGULAR ve
VATANSEVERLİK
İki açıklama yapıldı vakadan sonra.
Belediye Başkanı (AK Partili) Mustafa Koca ve Kaymakam Sefa Güler konuştu. Koca’nın
sözleri, haberin basına yansıma biçimlerini masum bırakacak unsurlarla dolu:
“Dün akşam elim bir olay yaşadık" diyor Başkan. “Elim” deyince
insan umutlanıyor, devamı: “İşçilerin PKK
bayrağı açtığı söylemleri üzerine Emetli gençler ve Emet halkı galeyana gelmiştir.
Çünkü gerçekten Emet halkının milli duyguları manevi ve vatanseverliği ön
planda. Bu duygularını istismar etmek isteyenler çıkmıştır.”
Başkan, 1000 kadar kişinin 16
kişinin etrafında toplanmasında, yani linç girişiminde “istismar edilmiş”
“milli (ve manevi) duygular ile vatanseverliği” görüyor. İstismarcı, “PKK
bayrağı açıldı” diyen provokatörler. Devamı:
“Emet insanı ve gençleri gerek polisimize gerek ise askerimize saygılı şekilde
davranmıştır. İlçe sakinleriyle emniyet güçleri arasında kesinlikle bir
sertleşme söz konusu değildir ve olmamıştır. Olay doğu kökenli vatandaşlarımız
ile Emetli vatandaşlar arasında olmuştur. Bundan sonra bu tür oyunların
olmasını engelleyeceğiz. PKK bayrağı asılmasına ne Emetliler ne de emniyet
güçleri müsaade etmeyecektir.”
Bir linç girişiminde, bir yetkilinin
“saldırganlarla güvenlik güçleri arasındaki saygı”dan dem vurması ne anlama
gelir? Saldırıya uğrayanların değil, saldırganların gönlünün alınması? “Kürtler
aramızı bozamadı” mı diyor?
“Emet tarihinde böyle olay yok”
eklemesi, bu sözlerin altında yatan faciaya davet çıkaran öğeyi ifşa ediyor: Nasıl
ki devlet için Kürt sorunu, Kürtlerin var olmasından ibaretse, Emet için de
sorun Kürtlerin gelmesinden ibaret. Tarihte yoktu, “doğu kökenliler gelince”
çıktı, e onlar gidince de biter, haliyle.
Ortada asılmış bir bayrak
yokken, “PKK bayrağı asılmasına müsaade edilmeyecektir” ne demek? Bir yerde bir Kürt varsa, orada PKK bayrağı
asılma ihtimali var mı diyor? Bilmem, “milli, manevi duygular ve vatanseverlik”
daha iyi nasıl istismar edilebilir, sormak ayıp kaçar mı?
35 kişinin yakılarak ya da
dumanla boğularak öldürüldüğü Sivas’tan sonra da dönemin Başbakanı Tansu
Çiller, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bu yangından zarar görmemiştir.
Halktan kimsenin burnu kanamamıştır” dememiş miydi? Bu sözle kendisini ifşa
eden mantığı başkan bize hatırlatıyor: Devletin, kamu yöneticilerinin saldırıya
uğrayanlarla değil, saldırganlarla saygı ilişkisi kıymetli. Başkan son bilgiyi
veriyor: “Provokatörler var, adli süreç başlayacak.” Yani? Dağlabiliriz, Kürt
gitti, sorun kalmadı.
“KÜRT’ÜN GİTMESİ”NDEKİ ANAYASAL
SORUNLAR
Peki “Kürt’ün gitmesi”nde sorun yok mu? Kaymakam
Güler’in verdiği bilgiler de başkanının sözlerini masum bırakacak gibi:
Saldırı başladıktan sonra ve
sürerken, işçilerin üzerlerinde, kaldıkları yerlerde “PKK bayrağı” ve “poşu” (bileceksiniz,
ağır suç! Bir genç iki yıldır bundan tutuklu) olup olmadığı araştırılmış.
Öylesine değil, bayrağı ve poşuları yakmış olabilirler diye düşünülüp, etrafta kül
de aranmış. MOBESE kayıtlarına da bakılmış. MOBESE kayıtlarına provokatörü
bulmak için bakmışlar mı peki? İki açıklamada da böyle bir bilgi yok. Kürt
işçilerin şikayetleri? Soran olmuş mu bilinmez, Güler’in bize söylediği iki
Emetlinin şikayetçi olduğu, (şikayetçi) üç Emetlinin de köylerine gittiği.
Güler’in verdiği en vahim
bilgi: “Bu işçiler ilçemize gelmeden iki
hafta önce GBT’sine baktırdık ve arkadaşların sicillerinden herhangi bir suç
kaydı çıkmadı.”
Yani, devlet, işçiler daha
gitmeden, “orada çalışma hakkına sahip yurttaşlar” olup olmadıklarını
incelemiş! Hani, çalışma ve seyahat, temel yurttaşlık ve insan haklarındandı? Bir yurttaşın, ülkenin
herhangi bir yerinde çalışması için, “bir suç sicilinin olup olmadığının araştırılması”
mevcut anayasayla bile kabul edilemez. Bu araştırmanın etnik ya da ulusal
mensubiyeti nedeniyle ya da yaşadığı coğrafi bölge nedeniyle yapılması nefret
suçunun idari işlem rutinine dönüşmesi demek. Bir kişinin çalışmasının,
çalışacağı yerdekilerin “milli ve manevi değerlere bağlılık ve vatanseverlik”
duygularının kuvveti nedeniyle mümkün olamayacak hale gelmesi, devletin de
çalışacakları memleketlerine postalaması, suçun son katmanı. Bu kadar suçun
birden basın toplantısıyla olağan işlemlermiş gibi anlatılması, bu mantığın devlet
katında meşru sayıldığını göstermez mi?
Bir ay içinde iki işçi faciası
yaşadık. Kozan barajı ve Esenyurt. Her birinde gördük ki, işçiler, emekçiler,
kimseyle eşit değil. Emet bir eki gösterdi: İşçiler, emekçiler bir de Kürt ise
hiç mi hiç eşit değil!
Evet, Türkiye’de bölücüler ve
bölücülük bulunduğu kesin! Ama “Bölücü” diye bağıranların parmaklarının
gösterdiği yere değil, parmağın sahiplerine bakmak gerek, göz göze gelebilmek
için.
NOT: Bu, aslında bir devam
yazısı. Dün blogumda basının haberi veriş biçimini eleştirmiştim. Birlikte
okunması gerekmese de ilgilenenler için: http://www.utay-alidurantopuz.blogspot.com/2012/03/kurt-isciler-gitti.html
Benzer yazılar için:
Sınıfsal cinayetler ve suç ortakları
Yorumlar
Yorum Gönder