Kayıtlar

Ekim, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Açlık grevleri güzel söz değil, politik adım ister

Açlık grevi, politik bir konumdur,  politik alanda eylemcinin  bedeniyle ağırlık koymasıdır.  Çözüm, yine ve sadece  politik söylem ve işlemlerle  var olur; güzel sözlerle, jestlerle, vaatlerle değil. Açlık grevleri, şiddet eylemi midir? Politikacı çıkarmaya çalışılan fizikçilerden Erdal İnönü 1990’larda açlık grevlerinin “ şiddet eylemi ” olduğunu söylemişti. Cümle haklıydı ama söyleyenin kast ettiği bakımdan değil. Açlık grevinde şiddet, eylemciyi canlılığın gereklerine ters eyleme sürükler. Eylemciden dışarıya yayılan bir şiddet değildir, eylemcinin iradesi üzerinden bedenine yönelir. Eylemci, toplumun içinde dolanan toplam şiddetin, o şiddeti oluşturan-toplayan siyasetin karşısına bütün organlarıyla bedenini koymuştur. “Şiddetini tanı” demektedir açlık grevcisi, “şiddetini oluşturan siyasetin önerdiği yaşam, benim kabul edeceğim yaşam değil.” Açlık grevlerinde, ölüm oruçlarında, eylemcinin değil, toplumun şiddeti görülür.

Ticaretin bu mu senin Türkiye?

Alış veriş merkezlerinde ne güzel barış, esenlik, serinlik vardır değil mi? Ama onlar bir savaş karargâhına benziyor daha çok! Biz ölüm oyuncusuyuz Usuldan alıştırırız sizi ölüme (Nelly Sachs, Çeviri:  Melike Öztürk, Can Yayınları) Alış veriş iyidir. Mal alıp vermek, kavga dövüşten korur. Söz alıp vermek de öyle, dövüşten, dövüşün örgütlü hallerinden, savaştan. Ticaret ve ifade özgürlüğü, savaş yerine barışla yaşama yoludur, en kabaca. Çünkü savaş, can alıp vermektir. İyi değildir. Kötüdür, kötülüktür. Şimdi bir haber: “İnşaatında 11 işçinin öldüğü Esenyurt'taki AVM'nin açılışında akşam saatlerinden itibaren toplanan vatandaşlar uzun kuyruklar oluşturdu.” YENİ BİR İNSAN Alışveriş merkezi, malûm, para harcama kabiliyeti olanların akın akın gittiği, gezdiği, para verip mal, eğlence aldığı yerlerin adı. Gidenler, kendilerini iyi hissediyor, benzerlerinin arasında iyi hisseder kendini insan soyu. Yeni bir insan aslında alışveriş merkezlerinin insanı,

Uzun Yol Söyleşisi

Didem Madak müjdesi

Resim
Metis, Didem Madak'ın kitaplarını yeniden basıyormuş. Ne iyi haber. Pulbiber Mahallesi'nin şairini, Grapon Kâğıtları ve Ah'lar Ağacı olmadan okumak çok eksik kalıyordu zaten. 2 Kasım'da kitapçılarda olacak-mış. Ek müjde de var: Pulbibar Mahallesi'nin yeni baskısında, "ardından" bölümü olacakmış, dergilerde filan kalmış şiirler olacakmış orada...Bekleyelim bakalım, ne kaldı ki şunun şurasında... Ahan da Metis'in müjdeli feys sayfası...

Urfa'ya paşa geldi, tezkereye temaşa geldi

Genelkurmay Başkanı yumruk kaldırıyor. Yumruk. Sıkılmış el. Yoğunlaşmış şiddet. Gösterge ama onu aşıyor, daha çok gösteri. Güç gösterisi. Yumruk olan elle el sıkışamazsınız, malûm. Ya yumruk yaparsınız siz de elinizi ya da akıbet malûm, sopayı yersiniz. Genelkurmay Başkanı, Şanlıurfa’da, Suriye tarafından gelen sahibi meçhul bir top mermisiyle beş yurttaşın öldüğü Akçakale’yi ziyaret etti. Beş yurttaş ölmüşse, yetkililerin, yetkisizlerin, hâsılı, herkesin gitmesi, yasa katılması doğal.

Şiddetin manevi şahsiyeti

Şiddet şiddeti doğurur lafı çok sevilir. Siyasal planda da, ilk bakışta siyasi görünmeyen toplumsal olaylar planında da “açıklayıcı” bir sihir gibi kullanıverilir. Fakat, şiddet nerede doğar, nerede yaşar, nerede ölür, bununla ilgilenmeden kullanıldığında, konuları konuşmak yerine konuşmamak, anlamak yerine anlamamak için kullanıldığını öne sürebiliriz. Vaka malûm: İki komiser, birinin statta karşılaşıp iki satır tatsız konuşmanın geçtiği bir polis memurunu çağırıp döver. Bunu duyan polisler toplanır, arkadaşlarına yapılanı protesto eder. Bu şiddet dolu kötülüğün uzaması böylece engellenir. Sadece polisten oluşan bir toplum içinde bulunsaydık, haksız şiddete karşı haklı bir itiraz öyküsünden bahsederdik. Şöyle olurdu öykünün bir başka anlatımı: Toplum, idarecilerin bir ferde uyguladığı haksız şiddetti protesto etti, devamına engel oldu. Tepkinin idarecileri şiddetten uzaklaştırmasını umabiliriz.

Tezkerenin götürdüğü yere git!

AK Parti ‘çıraklık’ dönemindeyken savaş  tezkeresini geçirememişti, demokrasi  bir imkân olarak işlemişti o zaman.  Şimdi işlemedi, akşam top düştü,  sabah tezkere çıktı. Ustalık dönemi  denilen şey, savaşa girme  kararını imparatorluklardan bile  hızlı alabilmek demekmiş, öğrendik . ALİ TOPUZ Bazı Osmanlı tarihçilerine göre, 2. Mehmet, İstanbul’u kuşatmadan önce İmparator’a mektup yollar: “İstanbul bize lazım oldu boşalt ver!” Tarih kitapları, özellikle ders kitabı tonundakiler her şeyi sultanlar üstünden kişiselleştirerek anlatır. Oysa Osmanlı savaş ve barış gibi önemli kararları uzun, karışık ve gerilimli süreçlerle alırdı. Bugünkü anlamda demokrasiyle ilgisi yoktu elbette ama yine de zor kararlar öyle kolayından tek kişinin iki dudağı arasından çıkmazdı. Çok az hünkâr bu türden bir güce sahip olabilmiş, bu tartışma alanını atlayıp dediğim dedik davranabilmiştir. Öyle davranmaya yönelenlerin kuşkulu ölümleri, arka planda farklı fikirlerde olan güçlü odaklar

Bütün sağ bir nutka sığdı: Erdoğan'ın kongre konuşması ve hiper sağcılık

Başbakan Erdoğan’ın konuşması, birbiriyle zıt zannedilen ünlü “üç tarzı siyaset”in ittifak noktalarının, geçişkenliğinin bir örneğiydi. ‘Muhafazakâr demokrat’ diye tanımladığı kendi siyasetinin a) İslamcılığın ve b) Osmanlıcılığın bir sentezi olduğunu, yani malumu ilam etti vurgulu sözlerle; üstelik, daha dışlayıcı ve Batılı karakter taşıdığı düşünülebilecek ‘Türkçülüğün’ bu iki kapsayıcı ideolojik tutumla eklemlenebilme kabiliyetini gösterdi. Konuşma, hem İslamcı hem de milliyetçi sağ söylemlerin şehir efsaneleriyle süslü ideolojik kurgularına atıflarla dolu olması bir yana, bu efsanelerin ve kurguların hedef aldığı, kapıştığı ‘İttihatçı-Kemalist’ hatla mutabakat noktalarını da içeriyordu. Bir “sentez” değil asla, yönetsel ideolojik kurgular olan bu üç tarzın kaynaktaki eklemlenme kabiliyetiydi sergilenen.Peki bu tarzların kapışmalarla dolu tarihinin güncellediği meseleler ne olacak?

Mecelle'nin külli kaideleri: Nimet külfete, külfet nimete göredir.

ÖN NOT: Bu eski bir yazı. 2003'ten.  Kitap tanıtımı sınırlarında.  Mecelle'ye ilgim sürüyor, fakat artık  dar anlamda "hukuk" çerçevesi içinde  değil ilgim. Yine külli kaideler çevresinde dönüyorum,  fakat bu sefer ilgim artık "dil"sel yanıyla ilgili.  Öne süreceğim şey şu: Mecelle, Türkiye'de sadece  (Türkçe) hukuk dilini değil, genel olarak dili de etkiler.  Eski "darbı mesel" diyeceğim figüratif  yanı ağır basan söyleyiş  biçimiyle kavramsal hukuk dilinin ilk  karşılaşma anındaki bir sentez.  Bu sentez, iddiam o ki, sonraki  dönem Türkçenin oluşunda  model görevi görmüştür. Neyse. Çalışmak lazım.   Hukuk metinleri, yürürlükte oldukları zamanlarda bile, meslekten insanlarla, etki sahalarına girenlerin haricinde kimsenin ilgisini çekmez; yürürlüklerini yitirdiklerindeyse hükümleri artık tarih ve bağlı disiplinlerin erbabından görecekleri ilgi kadardır. Vadesini bir biçimde doldurup da adı akılda kalan nadir hukuk