Kayıtlar

Şubat, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İdris Naim Şahin ne dedi?

İdris Naim Şahin ne dedi? Bakan, 88 yıldır ders kitaplarında anlatılan, okullarda öğretilen şeyleri tekrardan başka bir şey yapmadı. Devlet adamı olarak, devlet öğretisini yineledi. Özetle, AK Parti’nin seçimden önce açtığı milliyetçilik kartını masaya koydu. Tam deste. Bismillah tu Hafız Post! İnsanoğlu babasızdır! (Ece Ayhan) Irk diye bir şey yoktur. Irk bir icattır. Kanla ilgili bir icat. Kimin kanının döküleceğine, kimin dökülmeyeceğine dair bir icat: Kimin aç kimin tok gezeceğine, kimin çocukları olacağına ve o çocuklara bir dünya bırakacağına, kimin olmayacağına ya da olsa bile dünyasız kalacağına yönelik, yani siyasi, yani yönetsel bir icat. Adını, tarihini ve zamanını koyalım: Ulus devlet denilen şeyin icadıyla birlikte, devlet denilen şeyin ulus denilen şeyi ele geçirip elden geçirme sürecinin icadı. Irk, ırkçılıktan sonra var olur, en erken onunla birlikte, ama daha önce değil. BİR SAVAŞ ARACI Peki neye yarar bu icat? Uzatmayalım: Savaşa. Clau

KIRIKLAR 39-42

39 Kalem İhanette en sadık 40 Dil Bir hece Tek harf Seslendirdiği insanın Ömrünce 41 Tek günü var İnsanın Akşamla sabahı Sayıp dursa da Ten 42 Boşluğa uzanıyorum Gidenin bıraktığı Uyanır mıyım diye Düşünde KIRIKLAR-TOPLU HALDE

Baraj ve medya faciası: Ölen "biz"den olmayınca

Resim
Hep millet suya döküldü Elim kemikten söküldü Yekin Elif bacım yekin Anayın beli büküldü (Bir Kozan ağıtı) İnsan nasıl var oldu? Eski, en eski öykülerden birine (İsa’dan önce 1800’lerden kalan Atrahasis -Yüce Bilginin Şiiri- mitine) göre şöyle:  Önce sadece tanrılar topluluğu vardı. Sadece yiyip içen Anunnaku’lar ve onlara hizmet eden İgigu’lur. Hal-i pür melal: “Tanrılar insanı (yarattığında?) Sıkıcı bir iş yapıyorlardı ve çalışıyorlardı İşleri çoktu, Tatsız işleri ağır ve çabaları sonsuzdu Zira büyük Anunnaku’lar İgigu’lara Yedi kat tatsız işi zorla yaptırıyorlardı…” Tanrı da olsanız, başkasına çalışmak zor iştir. İgigu’lar bir gün grev yapar. Büyük tanrılar paniğe kapılır. Ne yiyecek, ne içecek, nasıl gezecekler? Çareyi en büyüklerden Ea bulur, müthiş bir icat: Yeni bir tür yaratılır. İnsan. Bir süre işler iyi gider ama bu yeni tür hızla çoğalır, çok gürültü yapmaya başlar. İlki hak sahibiydi, grevciydi, bunlar hak sahibi değil, demek ki gürültü

PKK ya da KCK'yi kim yarattı? Birakujî

                                                            “ Söz ademde gizli değil, illa adem sözde gizlidir.”                                                              (Kabûsname, Keykavus bin İskender, Çeviri: Mercimek Almet) Türk milliyetçiliğini adıyla yapan partilerden MHP’nin yetkili bir ismi, Mehmet Şandır, “Gizli sevişen eşkere doğururmuş. KCK, AKP yöneticilerinin PKK ile yaşadığı yasak aşkın meyvesidir” dedi. Fazla ilginç değil söz. MHP AK Parti’yi bu minvalde uzun süredir suçluyor. Vaktiyle Turgut Özal da böyle suçlandı. Şandır’a yanıt gecikmedi. İktidar partisinin Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik: “Ergenekon hakkında bilgisi olanlar, PKK ve KCK’nin “Ergenekon özel mirası” olduğunu bilirler.” Demek ki ikisine göre PKK de KCK de “özel ve kötü niyetli bir uzlaşma, ilişki” ile kurulmuş yapılar. Sorunu bu şekilde karanlık iç-dış güçlere bağlama geleneği 12 Eylül’de billurlaştı: “Biz kardeşiz de bizi istemeyenler bu fitneyi araya soktu!” Kenan Evren, çok sevdiği

Kralın adamları, Leyla'nın toprağı

Resim
“Taş attı, küfür etti, güvenlik güçlerini engelledi” suçlamalarıyla yargılanan Leyla Yalçınkaya davası, aslında kadim bir dava. Bir kadim gücün, kralın, yanına savaşçıyı ve yargıcı almış kralın, kimin ne kadar yemeye hakkı olduğuna ilişkin kararının davası. Lokmanın, bereketin davası. Leyla Yalçınkaya taş atan çocuklardan biri. Onun taşı Hidroelektrik Santral (HES) inşa furyasına karşı yükselen, genellikle de yerel karakterli  itirazların eylemleştiği bir anda atılmış, atılmışsa. Erzurum’da, Tortum ilçesine bağlı Bağlarbaşı beldesinde yaptırılmak istenen üç ayrı HES’e karşı bir eylemde itirazcı ahaliyle jandarma karşı karşıya gelir, gerilim, arbede yaşanır ve sonuçta Leyla Yalçınkaya’ya üç dava birden açılır. İddialar şöyle: Yalçınkaya üç ere hakaret etmiş, birini taşla  yaralamış, görev yaptırmamak için direnmiş… Hakim karşısına çıktı. “Küfür etmeye terbiyem müsaade etmez” dedi.  Toplam dokuz yıl hapis cezası alma ihtimali bile var.

KIRIKLAR-43, 44, 45

43 Kesindir İki bahar Yazla kış Gelip geçen 44 Esinti ve dalga Kıpırtı ve ısı Yaşam diyelim Ve susalım İzlerken Bizi gereksinmeyen çevrimi 45 Güneş Bir sap çiçek .......................... KIRIKLAR-TOPLU HALDE

Kara Işıltılı Kareler-13

.................................... Kara Işıltılı Kareler-11 Kara Işıltılı Kareler-10 Kara Işıltılı Kareler-9 Kara Işıltılı Kareler-8 Kara Işıltılı Kareler-7 Kara Işıltılı Kareler-6 Kara Işıltılı Kareler-5 Kara Işıltılı Kareler-4 Kara Işıltılı Kareler-3 Kara Işıltılı Kareler-2 Kara Işıltılı Kareler-1 (Mayıs-Haziran 2007'de yazıldı. Tamamı 18 şiirdir. Cumartesi Şiir'de yayınlandı.  http://www.cumartesisiir.com/

Resimlerdeki gözyaşları: Çocuk ve genç düşmanlarının genlerine bakalım!

Resim
Umberto Eco’nun Gülün Adı adlı romanı, imanlı rahipler topluluğunun yaşadığı manastırdaki cinayetlerin etrafında gelişir. İş çözülür: Gülmeyi, güldürmeyi yani neşeyi, eğlenceyi içeren bir kitabın okunmasına engel olmak isteyen rahip, kitaba ulaşanları öldürecek şeytani düzenekler kurmuştur. Gülme ve güldürme çünkü rahibimizin “kutsal” anlayışına, kutsallarına aykırıdır. Kutsalı korumak için ilahi bir yetkiyi, can alma yetkisini kullanır. FOTOĞRAFTAKİ NEŞE Geçen hafta bir fotoğraf, memleketin onca ciddi meselesinin en ciddisine dönüştü. Efendim, işte dört liseli bir okulun bahçesindeki Atatürk büstünün etrafında fotoğraf çektirmiş. Biri işaret parmağını başına dayamış, biri yanında işaret parmağını kaldırmış, ikisi de parmaklarını burnuna sokmuş. Büstün tabii. Bir uç duygular söyleminin gazetesi kareyi kamuya yetiştiriverdi: “Huzurunuzda dindar nesil!” Yer İmam Hatip Lisesi, çocukların da başı örtülü olunca, uç duygucular için bulunmaz bir paratoner olmuştu fotoğraf. Hel

Kara Işıltılı Kareler-12

.................................... Kara Işıltılı Kareler-13 Kara Işıltılı Kareler-11 Kara Işıltılı Kareler-10 Kara Işıltılı Kareler-9 Kara Işıltılı Kareler-8 Kara Işıltılı Kareler-7 Kara Işıltılı Kareler-6 Kara Işıltılı Kareler-5 Kara Işıltılı Kareler-4 Kara Işıltılı Kareler-3 Kara Işıltılı Kareler-2 Kara Işıltılı Kareler-1 (Mayıs-Haziran 2007'de yazıldı. Tamamı 18 şiirdir. Cumartesi Şiir'de yayınlandı.  http://www.cumartesisiir.com/

Uludere "resmin tamamı"dır

                                Öğütürsünüz ölümün değirmenlerinde beyaz ununu vaadin,                               koyarsınız kardeşlerimizin önüne (Paul Celan) “Resmin tamamını görmeden yorum yapmak yanlış olur.” Ne makul, ne mantıklı bir yöntem uyarısı değil mi? Son dönemde bin çeşit versiyonunu duyar olduk. En son Meclis’te Uludere katliamını “aydınlatmak” için oluşturulan komisyonun üyeleri o kanlı geceye ait Heron görüntülerini izledikten sonra, iktidar partili komisyon başkanı söyledi bunu. Amacı, diğer partililerin sözlerini boşa çıkarmaktı. CHP ve BDP’liler, “Vahim şeyler olmuş, vahşeti gördük” diyordu. MHP’li üye de can yakan bir gözlem aktarıyordu: “İlginç olan bu bombalar atılırken niye insanlar dağılmıyor, başka yerlere kaçmıyor, aynı yerlerde bekliyorlar.”  Evet, yanan, parçalanan insanlar, hayvanlar ve umutsuzca yan yana bekleşen çocuklar. Başkana göre henüz resmin tamamı görülmemiş. Beş bin metreden görülmezmiş zaten.

Terbiyesizlik diz boyu (BARBAROS DEVECİOĞLU YAZDI)

BARBAROS DEVECİOĞLU Memleketimiz sınırları dahilinde yaygın olarak görülen çok çeşitli ruh hastalıkları mevcut. Bunların bir kısmı doktor kataloglarında görülen ve muasır medeniyet seviyesine erişmiş veya eriştiğini iddia eden coğrafyalarda rastlanan bildik türden rahatsızlıklar.  Bu sınıfa girenleri ayrıntılı olarak incelememiz mümkün değil, ne de olsa kafa doktoru değiliz. Ancak ikinci sınıf olarak tabir edebileceğimiz normal şartlar altında “kendini bilmezlik” veya “geçici pusula şaşması” olarak tanımlanabilecek olan rahatsızlıklar var ki onlar biz ölümlülerin üzerine bir çift laf edebileceği  vaziyetler. Aslında bu bozuklukları kısaca terbiyesizlik olarak adlandırmak meselenin daha sarih olarak su yüzüne çıkmasını sağlayacak. O yüzden bu satırdan itibaren bu handikaplara kısaca “terbiyesizlik” diyeceğiz.

Şehzade Ahmet'in Söylediğidir

Resim
I İstanbul’u almış bugün ağabeyim Bir evvel gün de canım aldıydı incecik Beşik oldu görüp gördüğüm tek il Tek dünya memesi annemin, yüzü Soracaktım, soramadım: Kardeş kanıyla mı ıtırlı Kokladığı gül hep saltanatın? Birbirinin boğazında iki el Sarayda kardeşlik Can veren kurtulur ancak can almaktan Bir evvel gün de canım aldıydı incecik İstanbul’u almış bugün ağabeyim II Üç gün üç gece talan olmuş, doyum olmuş İbrişim ilmek düştüydü benim de payıma önceden Sessiz bir ah çıktı derunumdan Yayıldı ağabeyimin Enderununa Soracaktım, soramadım: Avuç çizgilerinde cinayet mi Yazılıdır hep devletlu paşaların? Önce kardeş, sonra komşudur Talana açılan Dünya gözüm kapanırken bildim kent açılmadan! İbrişim ilmek düştüydü benim de payıma önceden Üç gün üç gece talan olmuş, doyum olmuş III Ağabeyim tanrının yeryüzündeki gölgesi Kardeşlik hakkı bana güneşini üleştiydi ölümün Karındaşlıkta eski yasadır dediler Boyun bük

Bombanın dili, dilin bombaları

“Shame.” Yaser Arafat, Şabra ve Şatilla katliamları sırasında Filistin halkının ve onun politik hareketinin yalnızlığını ve kuşatılmışlığını İngilizce tek bir sözcükle dile getirmeye çalışmıştı. “Utanç.” Uludere ve sonrasında olan biten için de uygun tek sözcük bu. Utanç. ** Şiddet siyasal bir enstrüman. Devlet denilen aygıt, şiddetin çıplak halinin kurumlara yedirilerek ve tekel haline getirilerek toplumda sönümlenmesini sağlamaya çalışır. Norbert Elias bunu “Uygarlık Süreci” adlı nefis kitabında ince ince anlatır. Şiddetin yalın halini dışlamış, toplumsal kullanımını yasaklamış ve kralın bütün adamlarının eliyle yumuşatmış toplumlar ve onların devletleri “uygar” olacaklardır bu tarihsel okumaya ve anlatıma göre. Kralın bütün adamları, askerle rahibin çocukları; bugün biz bunu yasama, yürütme ve yargı diye biliyoruz. Bir de dördüncüsü var bunun, basın.

KIRIKLAR-46

Çocuk Böğürtlenler arasında Güneş İkindi konağında Başının üstünde Altından ağları ışığın Çarpıp dağılıyor Yaprakta, dikende Benzersiz an Benzerse de Çocuk çocuğa Çalı çalıya Çocuk kalp  Çalı gövde  Çalı yazını sunar Çocuğun yeşermesine Çocuğun baharı Güze hazırlar çalıyı ............................... KIRIKLAR-TOPLU HALDE

F-16’dan dur ihtarı nasıl yapılır?

Resim
Şu dünyada bir nesneye Yanar içim göynür özüm Yiğit iken ölenlere Gök ekini biçmiş gibi Yunus Emre dizeleri, ne yazık ki çok iyi bildiğimiz dizeler. Ne yazık ki neredeyse her gün hatırlamaya kendimizi mecbur ettiğimiz dizeler. Her gün yüreğimize bir dağ düşüyor çünkü. Dersim’i, Maraş’ı tartıştığımız bir ayın ardından Uludere’yle dağlandı içimiz. Ağlatan, sarsan, öfkeden, çaresizlikten delirten dağ. Ama susamayız, düşünmek, konuşmak zorundayız. Dillerimiz dolaşmadan.

Kara Işıltılı Kareler-11

Dinibir uğruna giden Ermeni

Resim
Bir mahkeme kararı nedir? Bir ağır ceza kararı? Her şeyden önce bir cümledir. İddia makamının (ve elbette müdahillerin) ve savunmanın kurduğu cümleleri tartıp yargıç tarafından kurulan bir cümle. Bu cümle yargılananlar hakkında bir yaptırım öngörmesinin (veya öngörmemesinin) yanında bir anlam daha taşır: Topluma gerçeği sunma iddiasındadır bir karar. “Bu, böyle oldu” der. Hrant Dink davasında da bu böyle oldu. Mahkeme, “Örgüt yok. Katile bu kadar, azmettirene şu kadar ceza verdim. Kalanları da salıverdim” dedi. Bir kişi hakkında da hüküm kurmayı unuttu, az görülen bir hata. Ama diğer kararlar az görülen türden değil. Devamında karar kadar tuhaf şeyler oldu, kararın tuhaflığından kaynaklanan şeyler. Dava, teknik hukuki anlamıyla bir kamu davası olan dava, en geniş anlamıyla kamuda görülen bir davaya dönüşüverdi. Toplumsallaştı. Bu kadarı ne Ergenekon davalarında, ne KCK davalarında ne de bilinen başka bir davada görüldü. Karardan memnun olmayan müdahiller, müdahill

Hapishanedeki zından

Hukuk teorilerine göre hapishane, hukuken suç sayılan fiili işlediği uygun hukuki prosedürle kanıtlanmış kişilerin belirlenmiş bir süre için kapatılması gereken yer. Suç henüz kanıtlanmadan ama kuvvetli suç şüphesi, dolayısıyla kaçma ihtimali ve kaçınca da suçun delillerini yok etme ihtimali bulunanları da kapatıyor ceza sistemleri, buna da tutukluluk deniliyor. Ceza sistemleri kendilerini toplamda “adalet”i gerçekleştirme aracı olarak satar. Türkiye’de işin teorisi, tarihi gelişimi vs. açıdan sayısız sorun var, zaman zaman iktidarlar da bunu dile getirir, sadece son dönemlerin AK Parti iktidarı değil, ona gelene kadarkiler de adalet sisteminden yakınmayı hiç ihmal etmedi. Bu yazı, ne iktidarların bu söylemlerine dair bir ifşaatı, ne iktidarın ceza sistemini ve dolayısıyla da onun uygulama mekanlarından hapishanelerin politik kullanımını konu ediyor.

Yoksa Voltaire Türk müydü?

Türkiye’de hükümetin-devletin, muhalefet partilerinin, akademilerin, basının ileri gelen ve gidenleri bir müddettir düşünceyi ifade hürriyeti konusunda pek bir hassas, pek bir coşkulu ve pek bir enerjik. Malum mesele, Fransızlar Ermeni soykırımını inkârı yasallaştırıyor ya bizimkiler de almış sazı ellerine sallayıp duruyor: “Nerede kaldı aydınlanma ilkeleri? Nerede kaldı Fransız ihtilalinin getirdiği ilkeler? Nerede kaldı ifade özgürlüğü? Bu, çifte standart. Tarih meselesi sadece tarihçilere bırakılmalı. Soykırım filan yok. Atalarımız yapmaz.” Hele iktidar partisinin bazı üyelerinin Fransız ihtilaline atıfla Fransa’yı yerden yere vurma girişimleri var ki, insan bir an dalsa, Voltaire Türkmüş de Enver ve Talat paşalar Fransızların atasıymış sanabilir.

Kürtçem, benim dil yarem

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Kürtçe bir medeniyet dili midir” diye soruyor. Bilmediğini anlamaya çalışanın masumane sorusu değil bu, bilgisini ve aslında kararını anlatmaya koyulanın cevabı bilerek kurduğu retorik sorusu. Medeniyet dili değildir, o halde Kürtçe eğitim-öğretim yapılamaz deniliyor. Hemen belirtelim: Medeni dil-medeni olmayan dil diye dilbilimsel bir kategori yok; dilsel araştırmaların herhangi bir alanında da yok. Münazarada değiliz, siyasal alandayız. Siyasal söylemlerin elde etmek ve dışlamak istediği saik ve maksatlar vardır. Bu yazıda Bülent Arınç’ın ne dediğine, ne demek istediğine ve maksadıyla uyuşur ya da uyuşmaz, sözlerin gittiği yerlere bakmayı deneyeceğiz.

KIRIKLAR-47

Nereye gider ırmak Sis nereye? Suyun arzusu Suya karışmak Nereye gider ağaç Taş, toprak nereye? Dünyanın arzusu Dünyaya karışmak Gidelim Gidelim biz de Gidelim karışmaya  Karışmaya birbirimize .......................................... KIRIKLAR TOPLU HALDE

Kara Işıltılı Kareler-10

.................................... Kara Işıltılı Kareler-13 Kara Işıltılı Kareler-12 Kara Işıltılı Kareler-11 Kara Işıltılı Kareler-9 Kara Işıltılı Kareler-8 Kara Işıltılı Kareler-7 Kara Işıltılı Kareler-6 Kara Işıltılı Kareler-5 Kara Işıltılı Kareler-4 Kara Işıltılı Kareler-3 Kara Işıltılı Kareler-2 Kara Işıltılı Kareler-1 (Mayıs-Haziran 2007'de yazıldı. Tamamı 18 şiirdir. Cumartesi Şiir'de yayınlandı.  http://www.cumartesisiir.com/

Sınıfsal suçları güzellemeyin!

Resim
“Safiyane bir biçimde, ' içkiyi yasaklıyorlar'   falan denirken,   Beyoğlu Belediyesi,   çok akıllıca, çok zarif bir çalımla, Beyoğlu'nu dolduran, 25 kuruşa bira içen lumpen kitleyi oradan sürüp çıkarıyor; bölgeyi mutenalaştırıyor. Artık kim diyemez, Beyoğlu'nun kurtuluşu asıl şimdi başladı diye? Elbette bazı 'kiç' kazalar olacaktır, nahoş görüntüler çıkabilecektir ama her şeyin yerli yerinde kalacağı bir dönem doğuyor. Bundan sonrası İstanbul...” Sulukule yıkılırken pek ses çıkmadı İstanbul'dan. Hemen kızmayın. Bu satırlar benim değil. Tırnak içinde, gördüğünüz gibi, alıntı yani. “Muhafazakarlık Kurtaracak İstanbul”u başlıklı bir yazıdan alıntı. Geçen yıl da (30 Ekim 2011’de) “Modernlik Kurtaracak Muhfazakarları” başlıklı bir yazı yazmıştı aynı yazıyı yazan. Muhafazakarlar, o yazıdan bu yana modernleşmiş olmalı ki artık yazarımızın gözüne girmişler. İstanbul’u kurtarıyorlar. İnsan alkışlar tabii ki. Yazarımızın adını esirgemeyelim kimseden: Hasan Bü

Tinerci olunmaz, tinerci ölünür

Resim
Popülist otoriteryen aklın söylemleri, popüler bilgi ve değer üretim aygıtlarının mitlerini kullanmayı eskiden beri sever. O mitler de anlatıcı ve dinleyicilerinin toplumdaki yerini işaretler. Tinerci miti Türkiye’de ana akım medyanın ve cemaat türünden toplumsal zihin belirleyici öznelerin son 30 yıldır üretip çeşitlemeyi sevdiği anlatılardan biri. Tinerci, diğer uyuşturucu ya da uyarıcı kullanıcılarının tam aksine daima sokaklarda, daima güncel hayatın içinde, orta-üst sınıfın gezmeyi tozmayı sevdiği yerlerin diğer sınıflarla temas zaman ve mekânlarında ortaya çıkan radikal bir lanetli figürüdür bu mitlerde.

KIRIKLAR-48

Sözün güzü: Uzaklaşan yıllar Başkasıydı Sanki yere basan Başlangıçsız bir adım Tekrarlanıyor sonsuzca Senin olamayacak kadar benim Benim olamayacak kadar başkasının Yazının kışı:  Yüzeyin eşiğinde Yapışmış gibi oraya İlk hamle dibe İkincisi yüzeye Ya tortuya, ya çerçöpe… ............................................... KIRIKLAR-TOPLU HALDE

Kara Işıltılı Kareler-9

.................................... Kara Işıltılı Kareler-13 Kara Işıltılı Kareler-12 Kara Işıltılı Kareler-11 Kara Işıltılı Kareler-10 Kara Işıltılı Kareler-8 Kara Işıltılı Kareler-7 Kara Işıltılı Kareler-6 Kara Işıltılı Kareler-5 Kara Işıltılı Kareler-4 Kara Işıltılı Kareler-3 Kara Işıltılı Kareler-2 Kara Işıltılı Kareler-1 (Mayıs-Haziran 2007'de yazıldı. Tamamı 18 şiirdir. Cumartesi Şiir'de yayınlandı.  http://www.cumartesisiir.com/