Sınıfsal suçları güzellemeyin!


“Safiyane bir biçimde, 'içkiyi yasaklıyorlar' falan denirken, Beyoğlu Belediyesi, çok akıllıca, çok zarif bir çalımla, Beyoğlu'nu dolduran, 25 kuruşa bira içen lumpen kitleyi oradan sürüp çıkarıyor; bölgeyi mutenalaştırıyor. Artık kim diyemez, Beyoğlu'nun kurtuluşu asıl şimdi başladı diye? Elbette bazı 'kiç' kazalar olacaktır, nahoş görüntüler çıkabilecektir ama her şeyin yerli yerinde kalacağı bir dönem doğuyor. Bundan sonrası İstanbul...”
Sulukule yıkılırken pek ses çıkmadı İstanbul'dan.
Hemen kızmayın. Bu satırlar benim değil. Tırnak içinde, gördüğünüz gibi, alıntı yani. “Muhafazakarlık Kurtaracak İstanbul”u başlıklı bir yazıdan alıntı. Geçen yıl da (30 Ekim 2011’de) “Modernlik Kurtaracak Muhfazakarları” başlıklı bir yazı yazmıştı aynı yazıyı yazan. Muhafazakarlar, o yazıdan bu yana modernleşmiş olmalı ki artık yazarımızın gözüne girmişler. İstanbul’u kurtarıyorlar. İnsan alkışlar tabii ki.
Yazarımızın adını esirgemeyelim kimseden: Hasan Bülent Kahraman. Akademisyen. Sanat, edebiyat, politika teoricisi.
E, senin derdin ne diyeceksiniz. İki küçük derdim var, 25 kuruşa bira içerim, afedersiniz ama, demek ki lümpenim de. Yok, yazarımızın derdi birayla değil, 25 kuruşa içmek isteyenlerle. İkinci derdim, birinciden çıkıyor. İşin sırrı da burada. Kuruş meselesinde. Bu kuruş, lira, dolar meselesi önemli.

MEKAN, POLİTİK VE STRATEJİKTİR

Neden önemli, nasıl önemli, görelim:

Kentsel dönüşüm, son yılların dönüşümcü kudretinin kafayı taktığı alanlardan biri. İstanbul’un silueti, İstanbul’un estetiği, İstanbul’un tarihi, İstanbul’un maneviyatı… türü ibarelerle yüklü söylemlere boğularak yürütülen operasyonlar dizisinin adı kentsel dönüşüm. Önemini ben söylemeyeyim, Henri Lefebvre söylesin: “Mekan, ideoloji ya da siyasetten arındırılmış bilimsel bir nesne değildir; her zaman politik ve stratejik olmuştur.” Biz de “bilimsel”in yanına “estetik ve kültürel”i de ekleyerek devam edelim.
İdeolojik ya da siyasi bir işle karşı karşıyayız yani. “Mutenalaştırma” işi bunun tam adı. Anlamı da basit: Bir zamanlar kentlerin “güvenlikli alanları”na kaçan egemen sınıfın üyeleri, merkezi ya da merkezi değil ama ekonomik açıdan paha biçilmez değerli yerlerde yaşama tutunan yoksulları kovuyor, yerlerini çeşitli numaralarla yok pahasına alıyor, sefasını sürüyor.
SULUKULE, TARLABAŞI
Sulukule en ünlü örnekti. Yüzyıllardır oturdukları yerden üç otuz paraya, kamusal telkin ve güç kullanılarak, yaşam kalıplarına hiç mi hiç uymayan yerlere yollanıverdiler. Liberalizm var, özel mülkiyet var mı dediniz? Bizim liberalizmde özel mülkiyet sadece politik kudret ağlarının merkezlerinde oturan tarantulalar için var, diğerleri ağdaki sinekler.
Öyle olmasa, “özel gerçek ya da hükmi şahıslar” lehine kamulaştırma diye bir düzenleme mümkün olur muydu? Şimdi Tarlabaşı ünlü örnek olarak boşaltılıyor ve anlaşılan Beyoğlu’nun ve tabii ki İstanbul’un birçok muhiti de sırada. İlk ünlü örnek mekanın, Sulukule’nin sakinleri “kentsel ekonomik zenginleşme”de gözü olmayan yurttaşlarımız, neredeyse kararlı kent yoksulları olan Romanlardı. İkinci ünlü örnek mekanın sakinlerinin önemli bir kısmı yine Romanlar ve ikinci önemli kısmı da 30 yıllık savaşta sadece kan ve gözyaşına değil, yoksulluğa da gömülen Kürtler. Tarlabaşı (ve Beyoğlu) için bir ek daha düşelim: Oralardaki harap binaların da özel bir tarihi var, karanlık bir tarihi; çoğu 6-7 Eylül pogromundan kalmadır.

YENİ KENT, YENİ POLİTİKA
“Kenti yeniden düzenleme”nin adı, politikayı yeniden düzenlemedir: Kim merkezde, önde, üstte olacak, kim çeperde, çeperin dışında, arkada, altta olacak, buna dair verilmiş kararların uygulanmasıdır. .
Yazarımız Sulukule ve Tarlabaşı’nı anmıyor, dolayısıyla kendisine karşı etnik imalar yapıyor değiliz. Yazarımız Beyoğlu’nu anıyor ve “25 kuruşa içen lümpenler”in sürülmesinden bahsediyor; etnik imalarımız yok ama alenen ithamımız var: Sınıfsal operasyonları estetize edilmiş ve kültürlenmiş argümanlarla onaylayan ve aklayan söylemlere aşinayız. Aşinayız ama “Postmodernite ile Modernite Arasında Türkiye”, “Sanatsal Gerçeklikler, Olgular ve Öteleri”, “Cinsellik ve Pornografi”, “Türk Şiiri Modernizm Şiir”, “Kitle Kültürü Kitlelerin Afyonu” ya da “Kültür Tarihi Affetmez” adlı, daha adlarında hayli entelektüel pozlar içeren kitapların yazarı bunu yaptığında sormak zorundayız: 25 kuruşa bira içenler, 10 para etmeyen demokrasi yalanlarıyla neo-liberal otoriteryenizmin inşaatçılarından neden daha çok battı gözünüze?
Neyse… Belli ki 25 liraya bira ya da nektar içenlerin sözcülüğünü yapmanın bizim bilmediğimiz yararları var, vatan, millete, modernizme, postmodernizme, İstanbul’a…
Sahi, İstanbul’un fethi kutlanıyor, düşman işgalinden kurtuluşu kutlanıyor, 25 kuruşa bira içen lümpenlerin sürülüşü niye kutlanmasın? Sulukuleli müzisyenleri de çağırırız…

(31.01.2012 Radikal İnternet) 




Tinerci olunmaz, tinerci ölünür

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni