Kayıtlar

Ekim, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sahi, idam cezası kalkmamış mıydı patron?

Güler Zere cezaevinde kansere yakalanmış, tedavisi için çok uzun süre tahliye edilmemiş, ancak yoğun kamuoyu tepkisi nedeniyle, ölümüne kısa bir süre kala salıverilmişti. Suzan Zengin cezaevinde kalp rahatsızlığından şikayet etmiş, uzun süre tedavi için çırpınmış, her başvurusunda, çığlığında idari ve tıbbi görevlilerce savuşturulmuş, cezaevinde can vermişti. Abdullah Demirbaş, hasta. Yurtdışına gidişi (KCK davasından) yargılandığı için engelleniyor. Ruhi Su 12 Eylül döneminde kanser hastasıyken tedavi için yurtdışına gidişi engellendi. Hiç nedensiz pasaport verilmedi. Kaçmak istese kaçardı, ülkesinde ölümünü bekledi.

Misyonerleri kim öldürdü: Milli mutabakat cinayetleri

Resim
İsmail Saymaz muhabir. Hayli zamandır muhbirlerin el üstünde tutulduğu, köşelere kondurulduğu, dolayısıyla köşe olduğu, muhabirlerinse itibar görmek şöyle dursun, işini biraz düzgün yapmaya çalışınca mahkemelerle, cezaevleriyle tehdit edildiği güzide basın dünyamızda gazetecilik mesleğini hakkıyla yapmaya özen gösteren medya emekçilerinden. Üç kitabı var. Üçüncü, yeni çıkanı, "güzel ve yalnız" ülkemizin karanlık, karmaşık katmanlarından birinde bir iz sürüşün ürünü; bir toplu cinayetin tutanağı: "NEFRET-Malatya: Milli Mutabakat Cinayeti."

Anayasamız sivildir abiler!

Hükümetin yapmak istediği anayasanın tamamen yeni, tamamen sivil olması gerektiği söyleniyor. Çünkü Türkiye'nin tamamen yeni, tamamen sivil bir anayasaya ihtiyacı var. Sivil kelimesinin sihrini paranteze alıp, bir daha soralım: Anayasa yapmak ne yapmaktır? Kestirmeden söyleyelim: Egemenliği beyan etmek, kullanmak. Şu anda bir anayasa var. Hükümet bunu korumakla mükellef. Yani hükümet halihazırda bir "koruyucu" egemen güç. Yeni anayasa yapmakla da "kurucu" egemen güç olacak, sadece istemekle bile böyle bir güç olduğunu ilan etmiş oluyor. Demokrasiye aykırı bir durum yok görünürde. İlerisine de, gerisine de.

Kardeş kavgası, barış ve yasa

Kan, gözyaşı ve barut. Ne oluyor? Ne oluyor, kanun-i kadim üzere, ama kardeşliğin değil, iktidarın kanun-i kadimi üzere iş işleniyor. İrili ufaklı, olmuş, olmamış, genç, yaşlı çeşitli iktidarlar, devletler, devletçikler ya da aday-devletçikler kendi çarşılarında kendi ticaretlerini yürütüyor. Savaş çarşısında, kase kase kan alıp kan veriyorlar ağızdan ağıza. Yağmur değil ateş yağıyor, kök değil ateş çıkıyor topraktan. Bildik öykü. Kaç yüzbin yıldır bildik öykü. Bir ihtimal daha var mı? Bir değil ikidir o ihtimal hep: Ya kardeşi öldüreceğiz, bize dünya kalacak. Saltanat. Dünya saltanatı.

Ölen kalan, ölüm kalım

İnsan soyu ne zaman ölümsüzlüğün peşine düştü? Muhtemelen ölüm bilinci oluştuğu zaman, yani, yine muhtemelen ve biraz da Agamben’i izleyerek söylersek, dil oluşmaya koyulduğu zaman. Milyon yıldan fazla demek olabilir bu, bilmiyoruz. Bildiğimiz, bu konuda bize söz söyleyen en eski “kaynaklar”ın, ölümün mekanları olduğu: Dilden ne kadar sonra bilmiyoruz, ama yazıdan çok çok önceki tarihlerden kalma mezarlar, mezarlardaki hediyeler, yiyecek ve giyeceklerden artakalanlar, ölümsüzlük inancının, demek ki arayışının kadim zamanlara gittiğini söyler.

Toplum sözleşmesi mi, neo-Kemalist egemenlik beyanı mı?

Anayasa yapmak, ne yapmaktır sahi? Türkiye'de en yaygın anlayış, "toplum sözleşmesi" yapmaktır der. Sahiden öyle mi? Sahiden, toplum bir sözleşme mi yapar? Ve biz buna anayasa mı deriz?

Öteyerden Kesikler

Işıklar ışıklara karışıyor Yine de karanlık her yer Kalabalıklar kalabalıklara Yine de ıssız ... Uzanmış kaldırıma söylüyor Kirli, kırçıllı sesiyle şarkısını: “ Beyoğlu'nda gezersin Ömrünü ezersin söyle beni niye niye düüüü zersin üüüü zersin...” Şarkı değil hayatı doğaçladığı Yırtık cebinden düşürdüğü babasının

Siyasetin yargısallaşması: Bu savaşı kim istiyor?

Siyaset ve hukuk ilişkisi sık ve karmaşık düğümlerle düğümlenir. Yargı, düğüm alanlarının en önemlilerinden biri. Türkiye'de bu alandaki sorunlar, yargı bağımsızlığı çerçevesinde tartışılagelir. Yargı bağımsız olmalı, siyaset yargıya müdahale etmemeli sözü sevilir. Cevap, cevaplayanın konumuna bağlı, iktidarlar için yargı elbette genellikle bağımsızdır, muhalefet içinse tersi. Yargının siyasileşmesi başlığı altında sürer gider tartışma. Yargı siyasileşmemeli. Evet. Bunun tehlikeli olduğu, işte, adalet duygusunu zedeleyeceği, giderek yok edeceği filan söylenir. Doğru da bu laflar. Fakat bugün, daha büyük, daha tehlikeli bir sorun yok mu? Yargının siyasileşmesi değil de siyasetin yargısallaşması, yargısallaştırılması sorunu. Siyaset yargısallaşırsa ne olur? Yanıt için önce siyasetin ve yargının işleyişi ve imkanlarına bakmalı.

Kürtlerle Türklerin hal tercümanı

Resim
 Sırrı Süreyya Önder, Zeytinburnu Dr. Ziya Gün Parkı'nda.  Birdenbire sinemacı olarak ortaya çıktı. Kimse bilmiyor, tanımıyordu, ama evet, bu gelen sinemacıydı. Birdenbire yazar olarak ortaya çıktı. Kimse bu yönünü bilmiyor, tanımıyordu, ama evet, bu gelen yazardı. En son politikaya soyundu, birdenbire yine. Aslında hiçbirşey birdenbire olmamıştı. Kuşağının birçok dava adamına benzer şekilde meşakkatli bir hayatın ürünüydü her şey; her dönemeci binbir çileyle, emekle aşılmış bir hayatın, yoğun emeklerin ürünüydü Sırrı Süreyya Önder adı. Tasarlanmış bir marka değil, dişle tırnakla elde edilmiş bir değerdi. Beğenmeyeni, beğeneninden çok oldu bu değeri. Oyuncu, senarist ve yönetmen olarak sinemacılığı da, halk dilindeki bilgece söyleyişleri kuramsal kitapların sert aforizmacılığıyla harmanlayarak kurduğu özgün üslubu, şaşırtıcı farklılıktaki bakış açısı ve keskin mizahıyla yazarlığı da böyle bir hayatın verimiydi. Birdenbire politika alanında görünmesi de bu hayatın emri ola

Çürümenin başlangıcı

"Sayın muhbir vatandaş, sen bu yurdun çürümesinin başlangıcıydın ve sonu olacaksın. Senin bol bol işlediğin yerde, hangi toplum olursa olsun, bir düşmanlıklar kargaşası çıkar. Sayın muhbir vatandaş, sen bir ölçüsün. Senin bir toplumda ölçülerden biri olman yıkımdır. Sen oyunların en korkuncusun."