Çürümenin başlangıcı
"Sayın muhbir vatandaş, sen bu yurdun çürümesinin başlangıcıydın ve sonu olacaksın. Senin bol bol işlediğin yerde, hangi toplum olursa olsun, bir düşmanlıklar kargaşası çıkar. Sayın muhbir vatandaş, sen bir ölçüsün. Senin bir toplumda ölçülerden biri olman yıkımdır. Sen oyunların en korkuncusun."
Yaşar Kemal, "sayın muhbir vatandaşlar" için böyle diyordu. 1970'lerde Başar Sabuncu, aynı adlı oyunla, 12 Martçı generallerin muhbirliği özendiren girişimini hicvediyordu.
Şimd AK Parti hükümeti, ihbarcı vatandaşları özendirecek yeni bir hazırlık içinde. Ne diyordu AK Parti kendisine: Muhafazakar demokrat. Demokrasinin haline de ileri demokrasi. Güzel. Peki muhbirlik bir ileri demokrasi uygulaması, usulü, tarzı, işi mi?
Ceza yasaları, modern ve demokratik diye bilinen ülkelerdekiler dahil, suç ihbarına önem verir, özen gösterir, bir vatandaşlık görevi sayar, eh yardakçı vatandaşlık da ucuz bir iş olmadığı için, girişimcilere ödüller vaat eder. Bu bakımdan "ileri demokrasi ülkeleri"yle AK Parti Türkiyesi'nin benzeştiği bile söylenebilir. Ama bu türden bir benzeşme sorunu çözemez, yani "ileri denilen ülkelerde de varsa, demek ki bu da ilerici bir iş" denilemez. Çünkü o ileri demokrasi ülkeleri, çoğu zaman en fazla "kendine demokrat"tır; avro-amerikan emperyalizm tarihi bunu bize pek güzel öğretmiş olmalı, hala da öğretiyor. Hatta, 30 yıl kadar önce kirli sanayiyi kovdukları gibi şimdi "kirli emperyalizm"i kovarak steril demokratik yapılarını tahkimle meşguller. Kirli sanayi Ergene'yi Menderes'i Marmara'yı mahvetmişti, kirli emperyalizm acaba nereyi mahvedecek?
"Sayın muhbir vatandaşlar" uygulaması, bu bakımdan bir ok işaretine benziyor: Tabii ki toplumu gösteren bir işaret. Evet, muhbirlik bir batı icadı değil, evet onlar bu işi artık bizimkilerin yaptığı gibi yapmıyorlar, ne var ki uygulamanın 1960 ve 70'lerdeki masumiyetiyle kalmayacağını, ekonomisi, sanayisi, emperyalist emelleri, demokrasisi bir alamete binerek ilerlemiş, her bucağı bir gerilim yuvasına dönmüş bir toplumda, daha ağır sonuçlar doğuracağını söylemek için kör kahin olmaya gerek yok.
"Sayın muhbir vatandaşlar" uygulamasına hazırlık, ilginç bir geri dönüş alameti. Kürt politikasında 1990'ların Çillerci OHAL'ciliğine dönen ve her Türk vatandaştan bir OHAL valisi kadar, her Kürt vatandaştan da bir korucubaşı kadar dikkatli, duyarlı, özenli olmasını isteyen iktidarın, sadece 1990'larla da kalmayacağını, 1960 ve 70'lere döneceğinin alametlerinden biri. Bunu, yaz başında alınan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma yetkisiyle birlikte düşünürsek, merdiven tamamlanır: Kürt politikası 1990'ların deneyimlerine, yönetsel politikalar 1980'lerin deneyimlerine, (suça ilişkin) toplumsal politikalar 1960 ve 1970'lerin deneyimlerine başvurularak yeniden şekilleniyor. Siyaseti, kurumları ve toplumu yeniden düzenlemek için de 1920'lerin (benden duymuş olmayın, tek parti dönemi) "istiklal mahkemeleri" deneyimine dönmemiş miydi zaten bu iktidar?
KHK uygulaması ise başlıbaşına bir tarihsel dönüş demek: Birinci Dünya Savaşı yıllarında parlamentoları devre dışı bırakan hükümetlerin pek sevdiği uygulama, 1920 ve 30'larda şampiyon demokrat ABD ve Britanya'dan tutun, Mussolini'nin Faşist İtalyası, Hitler'in Nazi Almanyası'na varana kadar çok sevilen bir "yasama" yani yasama meclislerinin yetkilerini aşırma yöntemiydi. Daha doğrusu yasamayı yasatmama yöntemi. Parlamentolar kiminde bir seyirci meclisine, kiminde basit bir noter katibine dönüşmüş, kiminde de zaten tatile yollanmıştı bu uygulamayı seven iktidarlarca. Bütün avro-amerikan dünyası şimdi yeniden o "istisnai önlemler hali"ne meyilli, eh onlar meyilli olursa bizim devrilmemiz anormal sayılmaz, her bakımdan daha hızlı süvariyiz ya bugünlerde.
KHK ve Kürt sorunu konusundaki geriye dönüşler, tekrar geri yani bugüne dönülebilir yanlar içeriyor her şeye rağmen. Hatta "istiklal mahkemeleri"nin bugünkü versiyonları da "zalimlerle mazlumların" sözel ve siyasi pratikleri eşliğinde, yarattığı tüm hasarlara rağmen, aşılamaz değil. Devir geçer, unutulur! Neler unutulmadı ki?
Ama şu "muhbir vatandaş" meselesi, diğer geri dönüşlerle birlikte de düşünülünce, çok vahim yanlar içeriyor. O unutulmaz, genlere kazınır. Ahlaki, kültürel genlere. Özellikle de ihbar ve muhbirlik mesleğinin, "bu topraklarda" sevilmeyen bir hal, bir iş olduğunu düşünürsek, sevilmeyen bir şeyin topluma aşılanma çabasının zararlı olacağını kestirebiliriz. Ne türden bir zarar bu? Aslında yanıt işin sadece etik ve sosyolojik yanında değil, en geniş anlamıyla antropolojik yanında yatıyor. İhbarın denetim imkanına, yaratacağı karışıklıklara, kişisel kinlerin kamusal sorunlara dönüşme eğilimine filan şöyle bir değinip geçelim. Asıl mesele, bir etnos karakterinin aşındırılması. Kategorik olarak ahlaksız sayılarak dışlanmış, aşağılanmış bir edimin devlet teşvikiyle toplumsal haslet haline dönüştürülmesi, o toplumun bütün erozyonlara rağmen karakterli, kaliteli insan yetiştirme potansiyeline ağır bir darbe olacak. Bu tutumun "muhafazakar"lığı nedir, "demokratlığı" nerdedir, pek anlaşılır gibi değil, "ileri" okunun gösterdiği yer ise ama çok açık: Birbirini gözleyen, gözetleyen, birbirinden işkillenen komşular ülkesi. Muhafazakarlık tam da komşunu karakolda sev, sevdir (!) politikası olmasın?
Bu uygulamaya geçilirse, başarısının bir başka aşağılanan fiil olan ve 1980 ve 90'ların her melanetinin altında figürünü gördüğümüz itirafçılıktan ileri geçmemesi için duacı olmaktan başka çare yok.
(4 Ekim 2011)
Notlar
Düzenlemenin dayandığı madde:
* Madde 19 - (Değişik madde : 29/06/2006 - 5532 S.K 13.Mad): İşlenişine iştirak etmemiş olmak koşuluyla bu Kanun kapsamına giren suç faillerinin yakalanabilmesine yardımcı olanlara veya yerlerini yahut kimliklerini bildirenlere 1481 sayılı Asayişe Müessir Bazı Fiillerin Önlenmesi Hakkında Kanun hükümlerine göre para ödülü verilir. Ödülün miktar, usûl ve esasları İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikte belirtilir. İçişleri Bakanlığınca ödül verilenler hakkında koruma tedbirleri alınır.
Bakanlık şimdi yönetmelik hazırlıyor. Madde zaten vahim. Türkiye'de siyasi otoritelerin yönetmelik yapma kültürü, konuyu yasadan beter hale getirmek olduğunu düşünürsek, gidişat vahim.
Hemen belirtelim, yasada "asılsız ihbar"a karşı bir önlem, bir yaptırım düzenlenmiyor. Bu "eksikliği" zaten eksik artırma mantığıyla yapılan yönetmelikle gidermek de teknik olarak imkansız! Çünkü yasalarda verilmeyen yetkiler, getirilmeyen yaptırımlar yönetmelikle getirilemez. Zaten, dedik ya, bizim yönetmelikler yasadaki vahametleri artırmadan başka işe yaramadı şimdiye kadar.
Oyun hakkında bir link:
http://www.halksahnesi.org/oyunlar/muhbir/muhbir.htm
ben izmit'te üniversite okurken evsahipleri evden çıkmayan kiracı öğrencileri "terörist" diye ihbar ederdi.
YanıtlaSil