Kayıtlar

Temmuz, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Barışın kimi var?

Resim
Dokunulmazlık deyince, gülmek mi lazım, ağlamak mı bilmiyorum.  Tarihin tekerrürü fars olur, demeyeceğim. Marks kusura bakmasın, Amerikalılar için yazdığı o cümleler hâlâ Amerikalılar için doğru olabilir fakat buralarda ikinci de, üçüncü de, dördüncü de trajedi. Buralarda fars olarak bir Kelile ve Dimne var, gerisi fazla acı. Az eskiye gidelim. Uğursuz bir yıla. 2012’ye…

Priamos’un gözyaşları

Resim
Sınır durumda yaşıyoruz. “Sınır”larda olan bitenler değil sadece mesele, her yerde, “merkez”lerde en sınır durumlar yaşanıyor. Ve bir de sınırdayız yine.  Tanrılar, acıma bilmezler. Yarı tanrılar da.  Yaşlı kral Priamos, oğlu Hektor ’un, o öleceğini bile bile Akhilleus (Aşil) ile dövüşmeyi göze alan kahramanın cesedini vermeyen (çünkü "düşman"dı) Akhilleus’un çadırında, cesedi alıp gömebilmek için, oğluna son ve tanrıların emri olan görevini yapabilmek için diz çöküp ağlarken, belki de Akhilleus’un diğer yanına, yarı insan yanına seslenmeye çalışıyordu. Başardı da.  Fakat bir başka yarı tanrı, kendisini tam tanrı olarak kuran tanrı, devlet, böyle yapmaz. Dersim jenositi günlerinde  Seyit Rıza, oğlundan, 17 yaşındaki Resik Hüseyin 'den önce asılmak ister. Devlet yapmaz. Çünkü yok etmek istediği bir halkın önderleriydi. Sonraya bırakır dağların acılı ve vekur bilgesini. Seyit Rıza, oğlunu idama uğurlar acı içinde, kendisinden önce. Devlet, acı üstüne acı yaşa

Bir yönetim tekniği: Katliam!

Resim
Katliam, bir yönetim tekniğidir. Türkiye tarihi böyle diyor. Sosyalistlere çok saldırı oldu Türkiye’de. 16 (1978) Mart katliamı bunlardan biri. Katliam, sadece sol bir grubun imhasını hedeflemiyordu kuşkusuz; sol-sosyalist fikirlerin öğrenciler arasında dolaşıma girmesini de engellemeyi umuyordu. Daha açık bir ifadeyle, öğrencilerin sol-sosyalist fikirler ya da kişiler gezmesinin ölümcül olduğunu bilmeleri isteniyordu. Bir çok katmanlı mektuptu yani. Ne şaşırtıcı değil mi, hiç aydınlatılamadı. Tüm failleri ortadayken. Faillerinden biri devlet eliyle kahramanlaştırıldı bile. Şu ülkücü seri katil Abdullah Çatlı. (Türkiye'de seri katil çıkmıyor diye hayıflananları anlayan var mı?) Ondan bir yıl önceki kanlı 1 Mayıs (1977) benzer özellikler içerir: O da faili meçhul kaldı. Onda da işçi sınıfıyla sol-sosyalist fikirlerin, kişilerin, örgütlerin buluşması hedef alınmıştı. Orada da mektup aynı şeyleri söylüyordu. Öldürerek, ölürsünüz diyordu. Dediğini yapıyordu yani. Yaptığını di

Suruç Mektubu

Resim
Takatim yok uzun lafa. Güvenlik açığı mı var? Hayır, güvenlik fazlası var: Birilerinin aklındaki toplum tasarımı gerçekleşsin diye uygulanan güvenlik tedbirleri, o tasarıma uymayanları yok etmeyi emrediyor. Bu emri kimi zaman açıkça verip uyguluyorlar, kimi zaman kapalıca. Roboski açık, Suruç kapalı uygulamaya örnektir o kadar. Mesele güvenlik fazlasıdır: Asker, polis, istihbarat ve vekil savaşçılar, çok ama çok fazladır. Bu fazlalık, işte böyle yazılar yazıyor. Mektuplar. Suruç, bir mektuptur. IŞİD’den mi? El yazısı benziyor ama o kadar. Elinden tutulup yazdırılmış çocuk kadar. Suruç’un seçilmesinde özel sebepler var. Sebeplerden biri, elbette Kürdistan’da oluşudur. Tıpkı Kobani’nin seçilmesindeki gibi. Suruç’un seçilmesindeki sebeplerden ikincisi, birinciyle özel bir bağlantı içerir: Kürdistan’da olan bitenlere katılma, müdahale, eklemlenme, hiç değilse, en azından, anlama, görme arzusu, bu aşırı güvenlikçi akıl için bir tehdittir… Anarşistler, sosyalistler, komünistler,

Cudi Dağı hâlâ yanıyor

Resim
Cudi’de yangın var, diyor ajanslar. Bazı ajanslar. Yangın nedir ne değildir diye bakıyorum, yeni bir kavram öğreniyorum Radikal’in internet sitesinden. “Örtü yangını.” İyi bulunmuş laf gibi, “orman yangını” demememin yolu mu? Hakikaten orman yangını değil de anız yangını gibi “az zararlı” bir şey mi, ne diye bakarken Hürriyet’te bir foto galeri buluyorum. Tuhaf bir galeri, “ Cudi yine yanıyor ” diyor başlıkta, başka da bir şey demiyor. Eski mi, yeni mi ne belirsiz. Eski, yeni, derken elbet orman yangınları zamanları geliyor aklıma. Şu 93 konsepti yılları, şu kirli savaş zamanları. Bir adam vardı, bir CHP’li bakan filan. Azimet Köylüoğlu. İlginç konuşma formülleri buluyordu: Ormanları devlet yakıyor diyemeyiz  ama yakıyor ki yanıyor, gibi cümleler bulurdu. Şimdi, yangının tuhaflığını göstermenin yolu belki de hiçbir şey yazmamak yanına kim bilir. Hürriyet’in sitesinde bir haber buluyorum, evet, vermişler işte: “O yangın halen sürüyor.” Bu yeni “sattırıcı” başlık usulleriyle aram ho

Süper vali, süper bürokrat, sıradan siyasetçi

Resim
Efkan   Ala  öyküsü Anton Çehov’la başlar, o müthiş Bozkır öyküsüyle, Aziz Nesin’le sürer, parasız yatılılara ilişkin zarif gözlemleriyle: Bozkırın parasız yatılı öğrencisi. Araya Orhan Kemal girer: Murtaza. Bileceksiniz, Bekçi Murtaza. Fakat sonunu Tayyip Erdoğan yazacak . Roma’da, Osmanlı’da oyun çokmuş ya ikisinin mirasçısı TC’nin de efsanesi çok. “Farklı bürokrat”, misal: Cefakâr öğretmen, vefakâr savcı, kanaatkâr mal müdürü, fedakâr subay, titiz bekçi… Bir de “farklı mülki amir” var. Her dönem medya birine yapışır. “İşte o!” diye. O hiyerarşiye bakmayan, o Kürt Türk ayırmayan, o fakir zengin gözetmeyen, o doğruyu doğru bildiği gibi yapan, o büyüklerini sayan, küçüklerini seven… Erken ölenlerin efsanesi sürer, en fazla bir kuşak; Gaffar Okkan, Recep Yazıcıoğlu filan…

Cumhurbaşkanının yeni yetkisi

Resim
Meclis’in yeni başkanı, seçileceğine kendisi de inanmıyormuş gibi bir heyecan ve sevinçle konuştu. Konuştu ve kendisinin seçilmesinin anlamının ne olduğuna dair, ya da en azından ne olması gerektiğine dair, ya da hiç değilse, kime karşı anlam üretme peşinde olduğuna dair güzel sözler söyledi. Çok güzel. Saray’a selam gibi. Saray'a selam verenlerin yol yürüdüğü kuralı değişmemiş anlaşılan seçime rağmen. İsmet Yılmaz seçildi. Deniz Baykal seçilemedi.