Cudi Dağı hâlâ yanıyor

Cudi’de yangın var, diyor ajanslar. Bazı ajanslar.
Yangın nedir ne değildir diye bakıyorum, yeni bir kavram öğreniyorum Radikal’in internet sitesinden. “Örtü yangını.” İyi bulunmuş laf gibi, “orman yangını” demememin yolu mu? Hakikaten orman yangını değil de anız yangını gibi “az zararlı” bir şey mi, ne diye bakarken Hürriyet’te bir foto galeri buluyorum. Tuhaf bir galeri, “Cudi yine yanıyor” diyor başlıkta, başka da bir şey demiyor. Eski mi, yeni mi ne belirsiz.

Eski, yeni, derken elbet orman yangınları zamanları geliyor aklıma. Şu 93 konsepti yılları, şu kirli savaş zamanları. Bir adam vardı, bir CHP’li bakan filan. Azimet Köylüoğlu. İlginç konuşma formülleri buluyordu: Ormanları devlet yakıyor diyemeyiz  ama yakıyor ki yanıyor, gibi cümleler bulurdu. Şimdi, yangının tuhaflığını göstermenin yolu belki de hiçbir şey yazmamak yanına kim bilir. Hürriyet’in sitesinde bir haber buluyorum, evet, vermişler işte: “O yangın halen sürüyor.”

Bu yeni “sattırıcı” başlık usulleriyle aram hoş değil. “O yangın” deyince ne anlaşılması gerektiğini anlamam imkansız. Galiba, “eski kuşak”laşmak böyle bir şey… “halen sürüyor” meselesi, internet çağıyla kendini kurtarabilmiş bir başlık, eskiden kızılırdı ama “halen” denilen zaman, bakılan zamanla eşitlenebildiği için güncelleme kabiliyeti olan yerler rahat rahat kullanabiliyor. Hoş, olmayanlar da kullanabiliyor.
“O yangın halen sürüyor” haberinde şöyle bir hal var ama: Aslında önemsiz (örtü) yangını var, zaten beş araç yetmiş müdahale için, fazla abartacak bir hal yok, der gibi. Güzel. Aman abartacak bir şey olmasın. Fakat, o zaman “o yangın” diye meşhurluğa vermek niye? Galiba, “asker orman yakıyor” kaygılarına/iddialarına kendince cevap veriliyor. Asker yaksa, örtü değil başka şey yanar gibi. Asker yaksa, müdahale de edilemez gibi. Asker yaksa, üç beş araç söndüremez gibi. Her halükarda “o yangın halen devam ediyor”u öğreniyoruz, başka da bir şey öğrenemiyoruz.

O garip foto galeriyi hiç çözemedim. Sadece fotoğraflar var. O kadar. Ahan da adresi:
http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay/37893/2/7/cudi-da-yine-yan-yor
“Cudi Dağı yine yanıyor.” Bugün mü, dün mü, üç yıl önce mi, beş yıl önce mi, 15 yıl önce mi, 20 yıl önce mi? Hep yandı çünkü Cudi. O zamanlarda…

Dağ yandı. Orman yandı. Dağlı, ormanlı ne varsa yandı. Fakat oraların “dağ” yangını, buraların dağ yangınına pek benzemedi. Hiç “ciğerlerimiz” yanmadı mesela! Orman yangınlarını ne sever ama bu “biz”ci medya, ne acıklı, çarpıcılı başlıklar arar bulur. Arar arar ve “ciğerlerimiz”i bulur hemen. Fakat Cudi dağındaki ormanlar pek bu medyanın ciğeri değildir. Ciğersizliğidir. Orada ormanlar yandığında, ağaçlara ağlamayı, kurda kuşa hayıflanmayı bırakın, orada yanan insan görülmedi. Hakikaten insan yandı, bildiğiniz, bildiğimiz. Dolayısıyla “halen yanıyor” olsa da olmasa da Cudi’de yangına dair haberlerin içindeki özen, dışındaki özen, sunumundaki özen sadece bugünkü bir olayın aktarımına ilişkin özeni hep aşar. Askerin, devletin ne yaptığı, ne yapmadığı hep o haberin bir boyutu olarak vardır, haber de haber olacaksa hep o boyuta dair bilgiyi içermek zorundadır. Fakat böyle cümleler sadece boş “dır dır”a dönüşüyor. Çünkü, o dağdaki ormanla Toroslar, Ege ormanları bir değil. Biri “ciğer”le bağlantılı, diğeri demek ki ciğersizlikle!



Bayram günü o ateş kafamda tüttü durdu. Cudi yangını. Yangını büyüten bir de laf yok muydu, sabah sabah. Bayram sabahı. Bayram namazını müteakiben gelen laflar. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleri. Bayramlaşma sözleri değil, bayramda potansiyel olarak var sayılan barış kapılarını, köprülerini yıkan sözler. Bildik tüm TC yöneticilerinin, özellikle de 90’ların o karanlık yıllarının mimarlarının çok ezberlediğimiz sözlerinin binbirinci tıpkı basımı. Orman yanıyor deniliyorken bir yandan, “ellerinde kaleşler”, “sivil tarama” filan iddiaları gırla. Zorla oy alındığı iddiası dahil. Biliyoruz bu dili, “vesayet çağı” liderlerinin lafları. Fakat arada bir tehdit var, sistemik bir tehdit:
“Bizim organik bağımız yok. Organik bağın olmayacak tabi, ama inorganik bağınızın olduğu ortada. Bunu bölgede dolaştığımızda görüyoruz. Organik olmasa da inorganik bağınızın olduğunu biz bütün istihbari bilgilerle biliyoruz.”
İstihbari bilgi lafı, boş laf değil. Hiç boşa söylenmez. Kapatma davası sopası. Ve elbet, savaş sopası.
Bildik sopa. Demirel çok severdi, Türkeş çok severdi, Bahçeli çok seviyor, o sopa. Hassasiyet sopası. Buyrunuz:
Çünkü Türk milleti bu konuda da hassasiyetini ortaya koymuştur ve koyacaktır. Buna bir yere kadar sabreder, ondan sonra tabi artık sabrın da bir sonu var. Nihai kararını buna göre verir.
“Türk milleti” kim? İçinde Kürt var mı, yok mu? Yani Erdoğan, “yurttaş demek Türk milletine dahil/ait/bağlı/içinde her neyse olmak demektir” mi diyor? Yani Erdoğan, aynı, tıpkı, tam da genelkurmay başkanlarının tamamı gibi mi düşünüyor? Birgül Ayman Güler’e kim niye ırkçı dedi o zaman? Evet, Erdoğan’ın partisi dahil, o politikacıya “ırkçı” diyenler, şimdi ne diyor? “Kürt”, “Türk milleti”nin içinde mi, dışında mı?
Evet, o yangın devam ediyor hâlâ. Görünüyor. Altına, üstüne bir şey yazmaya da gerek yok. Ediyor işte, ve edecek de bu sözlerden anlaşılan: Çünkü, “sonra tabi artık sabrın da bir sonu var”sa, Türk milleti, nihai kararını bu “hassasiyete” göre verecekse, ben de “Türk milleti”nden olmaya mı bakmalıyım bir an önce? Çünkü bu cümlelerden sonra gelecek cümleyi de biliyorum: Ya sev…
Bahçeli, Erdoğan'a çok kızardı, "Türk milleti" demiyor diye. Tiyatro muydu o? Diyormuş işte ya... Belki de bu tiyatrodur. Her halükarda, "Kürt milleti"nin kaybettiği bir tiyatro.

"Kürdistan" zor iştir, Turgut Uyar'ın şiirinde durduğu gibi durmaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni