Erdal Erzincan'dan razıyım!

 

 


 

Evvela açık, sarih, tartışmasız, kuşkusuz biçimde söyleyeyim: Erdal Erzincan’dan incinmedim, hatta onun incinmiş olma ihtimali beni daha çok incitiyor. Erdal Erzincan’dan razıyım. Niyetinin sahihliğine ve yol ereni oluşuna şahidim. Onu inciten sözlere rızalığım yoktur. 

 

Sonra meseleye geleyim: Evet, Erdal Erzincan’ın söylediği şey hatalıdır. İfade olarak hatalıdır. İçerik olarak hatalıdır. Zamanlama olarak hatalıdır. Mecra olarak hatalıdır. 

Fakat önce bazı tashihlerle konuşmak lazım: 

Erdal Erzincan “Kürt Alevi olmaz” demiyor. 

Erdal Erzincan “Kürt Alevi olmasın” demiyor. 

Erdal Erzincan “Kürt Alevi ikincildir” demiyor. 

Erdal Erzincan “Kürt Aleviler Türk olsun” demiyor, “Türk’tür” hiç demiyor. 

 

Peki hatası ne? 

İfade olarak: İbadet dili ile ayin dilini eşitlemesi bile yeterince ciddi bir hata. Mesela ayin dili diyelim ki Türkçe olsun, bu “ibadet” dilini etkilemeyecektir çünkü Türkçe bilmeyen biri ibadetini doğal olarak Kürtçe ya da Arapça ya da Arnavutça ya da Romca ya da Domca ya da Farsça yapacaktır, başka türlü nasıl yapsın? Bilmiyor zaten.

Erzincan “ayin dilini” kast ediyor besbelli, burada da ifade hatalı: “Ayin dili Türkçedir” neredeyse normatif bir ifade oysa hiç Türkçe bilmeyen milyonlarca Alevi düşünüldüğünde bu pek mantıklı bir ifade olmayacaktır. Erzincan bunu bilir, kast ettiği anlaşıldığı kadarıyla, “Ağırlıklı olarak ayin dili Türkçedir” türü bir cümle. Fakat bu nazik konularda “kast” ile “ ifade” arasındaki uyumsuzluklar başa çok bela açar, dahası hakikate de uymaz. Arap Alevilerin “ayin”lerinde Türkçe yoktur. Yaresan’ın “ayin”lerinde Türkçe yoktur. Dahası, ben İstanbul’a yaşım 10’a dayanmışken geldim, köyde birçok cemde bulundum, cemlerin on katı, yirmi katı cenaze erkanı gördüm. Cemleri çekip çeviren dedeler içinde Türkçe kullananlar da hatırlıyorum, hiç kullanmayanlar da. Cenazelerde Türkçe hiç hatırlamıyorum. Elbette Türkçe deyişler, gülbanklar, duvazlar duydum ama “az” olandı onlar, çok olanlar değil. Gerçekten Kürt Alevilerin bulunduğu yerlerde ayini cem ya da sair erkanlarda “Türkçe” hep mi vardı, yoksa cumhuriyet sonrası Aleviliğin kendini yeniden üretme imkanlarının ortadan kaldırılıp Kürtçenin bastırılmasıyla mı var oldu ve baskın oldu, öyle ezberden söylenecek şey değil. Türkçe vardı, bu kesin, ama nasılını araştırmadan söylemek kolay değil. Türkçe bilmeyen, bilmek de istemeyen babaannem mesela, daha İstanbul’a gelmediğimiz, yani Türkçeyle temasımızın az olduğu zamanlarda Pir Sultan’dan ezbere deyişler söylerdi. Çünkü bir “Pir”in dediklerinin hangi lisanda olduğu değil hangi “dil”de yani kalpte, yani yürekte, yani inançta olduğu önemliydi. Dahası, karşı köyümüz Türk Kızılbaş’tı, yan köyümüz Türk Kızılbaş’tı, müsahiptiler, kirveydiler. Bilmeyen bilmez, müsahip yol kardeşliği olarak kan kardeşliğinden daha güçlü ve ileri bir bağdır, “Müsahiplerin bir dilde ötmesi gerekir” kuralı, iki müsahibin de dili Türkçe ya da Kürtçe olmalıdır anlamına gelmez, cümlenin şifresi “dil”in Kürtçede yürek, kalp anlamına geldiği bilgisiyle çözülür: Aynı inanca, aynı imana, aynı itikada sahip olmalaları gerek demektir bu. Dedemin müsahibi dedemin ailesiyle konuşacak kadar Kürtçe, dedem de onun ailesiyle konuşacak kadar Türkçe bilirdi. Babamın müsahibi de ben çocukken beni anlayacak kadar, bana bir şeyler anlatacak kadar Kürtçe bilirdi. Bir keresinde Türkçe bir şeyler anlatmaya çalışıp beceremediğimde bana, “Sen Kürtsün oğlum, dilinde konuş, biz seni anlarız” dedi, elbet Kürtçe. 

Geçen yaz Ihlamurkuyu Cemevinde bir cenazemiz kaldırılıyordu, erkanı yürütecek genç dede önce şunu sordu: “Erkanı hangi dilde yürütmemi istersiniz?” 

Tören bittikten sonra dedenin yanına gittim sordum, Kurmanci ya da Zazaki ya da Arabi isteriz deselerdi ne olacaktı? Mutluluk verici bir cevaptı cevabı: “Şükür üçünü de Türkçeyi de erkan yürütecek kadar biliyorum.”

Örnek bol ama şöyle özetleyeyim: “İbadet dili Türkçedir” doğru bir söz değil, ne ayin anlamında ne de dua vb ibadetler anlamında bu doğru değil. Türkçenin az ya da çok varlığı, baskınlığı ise apayrı bir mesele. 

Fakat Türkçenin önde görülmesi asimilasyonist süreçlerle mi bağlantılıdır, tarihsel-toplumsal meselelerle mi bağlantılıdır öyle kolayından karar vermek de kolay değil. Muhtemelen Erdal Erzincan bir “tez”i bir “hakikat” olarak sunma hatası yaptı. Ve yine muhtemelen bu “tez”in böyle güvenle öne sürülmesinde asimilasyonist süreçlerin etkisi tahminlerden çok daha fazla. 

İfade ve içerik olarak hatanın yanında zamanlama açısından da hatalı: Suriye’de Aleviler bir kırım yaşıyor, dahası soykırım tehdidi altında. Türkiye’deki Kürt Aleviler hem dilsel hem inançsal asimilasyon tehdidi ve kaygısı altında. Buralarda oluşan yüksek hassasiyetler bırakın hatalı sözleri, doğru sözleri bile öfke yağmuruna tutmaya yetiyor. Mecra olarak hatalı: Bu kadar ayrıntılı, hassas ve ciddi meselelerde ciddi, güçlü ve etkili sözler, tezler ileri sürmek, ifade kısıtları nedeniyle söylenmek istenenlerle söylenenler arasındaki mesafeyi daima beklenmedik biçimde, tehlikeli biçimde açmaya sebep oluyor. 

Peki madem hatalı, niye rızalığımı beyan ediyorum? Çünkü karşılaştığı tepkilerin büyük çoğunluğunun hiç de “Alevice” olmadığına şahitlik ettim. İtiraz ve tepkilerin sertliğini söylemiyorum, sert olabilir elbette, ama kıyıcı, yıkıcı, aşağılayıcı, dışlayıcı olmalarını kast ediyorum. Aleviler, kamusal alanda birbiriyle tartışmaya girdiğinde Alevice davranmayı, konuşmayı kesemezler. 

Not olarak söyleyeyim: Tabii ki soykırımcı Osmanlı paşası Talat’ın övgüsü bu kurala tabi değildir çünkü bir soykırımcıya ilanı aşk eden biri zaten Alevi süreklerinden çoktan çıkmıştır. “Kürt Alevi olmaz” ya da “Sadece Türk Alevi olabilir” yahut da “Aleviler Türktür/Alevilik Türk inancıdır” diyen biri bu kurala tabi değildir çünkü kimin Alevi olacağını etnik bir ölçüye bağlamanın tarihsel, teolojik hiçbir yolu yoktur. Irkçılıktan başka bir şey değildir bunlar ve bunlara göre İmam Ali yolun içinde olamaz çünkü Türk değildir. 

Erdal Erzincan’ın paylaşımını bana bir dostum “mention” olarak attı, şu cevabı verdim: “Sazının söylediği doğrudur, onun söylediği değil.” Şimdi bu cevabıma bile üzülüyorum, “dostun gülü”nü mü attım diye? Söylediklerini neden doğru bulmadığımı yazdım işte, sazının söylediklerini zaten o benden iyi biliyor, ben ondan dinliyorum onu, zevk ve huşuyla.  

Elbette, Erdal Erzincan'ın tepkileri "ırkçılıkla" cevaplaması da ilk hatasına ek bir hataydı, örneğin Mikail Aslan'ın tepkisi sertti belki ama ırkçı değildi.

Bu uzun, karmaşık ve zor bir mevzu. Sadece şunu ifade etmeye çalıştım: Erdal Erzincan’a bir ırkçı, bir Kürt düşmanı, bir asimilasyon görevlisi, gönüllüsü muamelesi yapılmasını incitici buluyorum. Rızalığımı tekrar ediyorum: Erdal Erzincan’dan razıyım. 

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

Öcalan’ın perspektifi ve PKK’siz Kürt ulusu