Siyasetin yargısallaşması: Bu savaşı kim istiyor?

Siyaset ve hukuk ilişkisi sık ve karmaşık düğümlerle düğümlenir. Yargı, düğüm alanlarının en önemlilerinden biri. Türkiye'de bu alandaki sorunlar, yargı bağımsızlığı çerçevesinde tartışılagelir. Yargı bağımsız olmalı, siyaset yargıya müdahale etmemeli sözü sevilir. Cevap, cevaplayanın konumuna bağlı, iktidarlar için yargı elbette genellikle bağımsızdır, muhalefet içinse tersi. Yargının siyasileşmesi başlığı altında sürer gider tartışma.
Yargı siyasileşmemeli.
Evet.
Bunun tehlikeli olduğu, işte, adalet duygusunu zedeleyeceği, giderek yok edeceği filan söylenir. Doğru da bu laflar. Fakat bugün, daha büyük, daha tehlikeli bir sorun yok mu? Yargının siyasileşmesi değil de siyasetin yargısallaşması, yargısallaştırılması sorunu.
Siyaset yargısallaşırsa ne olur? Yanıt için önce siyasetin ve yargının işleyişi ve imkanlarına bakmalı.


Siyasete özgü imkan: Uzlaşma
Yargı, iki sonuçlu bir düzenek. Taraflardan biri, ya yargıya başvuran ya hasmı, ya kazanır ya kaybeder. Ya beraat ya mahkumiyet . (Hükmün açıklanmasını erteleme, cezayı erteleme, kefalet, tahkim vs 'üçüncü ihtimali gözeten' imkanlar ana durumu değiştirmez.)
Yargı iki sonuçludur daima dedik. Eklemek lazım: Yargı tarihsizdir de. Her el, her maç yeniden başlayan oyun dizisi gibi. Daha önce suçlu ya da haksız olması kişinin, o davada suçlu ya da haksız olduğunu göstermez; daha önce masum olması da masum-haksız olduğunu, olacağını.
Siyaset ise üç sonuçludur, öyle olmak zorundadır. Siyasi taraflar savaş gibi keskin uçlu mücadelelerde ya kazanır, ya kaybeder; ama savaş bile dahil her durumda bir sözleşme, bir uzlaşma metniyle durumu bağlamak gerekir. Parlamenter rejimler uzlaşma esasını öne alarak iş görür, aksi halde münasebet bir mücadele, bir savaşım olmaktan çıkıp düpedüz (yeni bir) savaşa doğru gider.

Seçimi kaybeden ne kaybeder?
Yargının iki sonuçluluğuna karşılık siyasetin üç sonuçluluğuna ek olarak, siyasetin bir de "tarihli" olduğunu söylemek şart: Kuşakları aşan anlaşmalar, yani kazanç/kayıp/uzlaşma tarihleri vardır her siyasal alanın zemininde, arkaplanında ve atmosferinde. Seçimi kaybedenler her şeylerini kaybetmezler, önceki dönemlerin uzlaşmalarının kazananını, kaybedeninı ya da oyuna katılmayanını koruyan uzlaşmaları, yani tarihi birikimleri yekten çöpe atılamaz. Atıldığı anda 'demokrasi tarihi'nden çıkılmış olur, hem ilerisinden, hem gerisinden.

Bugün Türkiye'de siyasetin yargısallaşması sorunuyla karşı karşıyayız. Bunun en önemli ve güncel örneği KCK davaları. Sayılar bile durumu anlatmaya yeterli: Bu yıl 14 Nisan'dan 5 Ekim'e kadar 7 bin 748 kişi gözaltına alındı, 3 bin 895 kişi tutuklandı. Bu kadar çok suçlunun bulunduğu bir suç alanı ne olabilir? Yanıt basit, bu siyasal bir alan. (Ergenekon da belirli kritik notkalarda frenlenmese kitleselleşme eğilimi taşıyor gibiydi. Dolayısıyla sayısal olarak değilse bile nitelik ve iş görme tarzı -uzun tutukluluklar, delilsiz iddianameler vs- açısından siyasi bazı işlerin yargıya havale edildiğinin alametleri o operasyonlarda da gizli değil.)

Bunun adı savaş ilanı
KCK'ya yönelik yargısal operasyonlarla Türkiye Cumhuriyeti Devleti hükümeti (ve hükümetinin domine ettiği yasaması ve yargısı) siyasal bir sorunu yargısallaştırıyor. Bu uzlaşma imkânının reddi anlamına gelir.
Askeri operasyonlar, hükümetin güvenlik güçleri eliyle yürüttüğü bir tasarruf olarak bundan daha zararlı değil! Çünkü operasyonlar "silahlı gruplar"la karşılaştıkları ve bunun sonuçlarının yol açtığı sıkıntılar oranında sıkıntı yaratır; özetle onlar sivil-siyasal alana gölge yapsa bile doğrudan onların içinde işlemez.
Siyasetin yargısallaşmasıysa yargıyı operasyonelleştirerek adaleti (artık duygusu kalmadı bu işin, düpediz kendisini) zedelemek bir yana, siyasal sorunla ilgili herkesin üç ihtimalli bir oyun alanından iki ihtimalli bir alana sıkıştırılması demek. Bunun anlamı basit, basit olduğu kadar da tehlikeli: Bu savaş ilanı demektir. Sorun ne kadar büyükse kendisi de o kadar büyük olacak bir savaşın ilanı.

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül

O zaman KCK davalarına bakıp söyleyebiliriz: Demek ki "ileri demokrasi" demek, siyaseti askıya alıp yargıyı siyasilerin yapacağı işlere koşmak demek. Yani siyaseti yargısallaştırmak demek. Türkiye'nin generalleri hapse tıkan kudretindeki sivil iktidarını övüp, bütün savaş suçlarını TSK ve PKK'ye yıkmayı seven nevzuhur düşünürler, hükümetin ilan ettiği iç savaşı görmezler mi? Gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler.
Onlara bir soru: Anayasa mı yapacaktık? Kimseyle uzlaşmamış, rakiplerinin siyasal alanını tüm devlet enstrümanlarıyla (asker, polis, yargı) işgal etmiş bir "kurucu güç" anayasa yaparsa, ne olur? 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül'de gördük bunu. Görmedik mi?
(6 Ekim 2011)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni