Kuyucu Murat Paşa'dan İdris Naim Şahin'e kutsal devlet: Pozantı'nın şifreleri
Pozantı’da Kürt çocuklarının başlarına getirilen kötülükleri
konuşuyoruz kaç gündür. Bir şeyi daha konuşmalıyız: O çocukların başlarına
gelen ilk kötülük, cezaevine konulmalarıydı, yani devletin Kürt politikasının
kendisi; silahı önde tutan, nefreti sıradanlaştıran resmi söylemlerin kendisi.
“Her devrin mirastan yoksun bıraktığı çocukları çocukları vardır,
artık olmayanla hiç gelmeyecek olan aittir onlara” (Rainer Maria Rilke)
Pozantı cezaevi nedir?
Önce bir öykünün özeti, Naima tarihinden:
Kuyucu Murat Paşa,
Celalî ordularından birini yenmiş. Ölen ölmüş, kalanlar da esir. (Tutuklu mu
deseydim?) Paşa bir çadır kurmuş, esir Celalîleri yargılıyor. Yanında da kadı
oturmuş. Gelen kısaca sorguya çekiliyor. “Celalî olma” suçunu işlemişse
hakkındaki kararı paşa, başka bir suçu var ise kadı verecek. Kararı kimin
vereceği kararı da elbette paşaya ait.
Elinde saz, çelimsiz biri
getirilir. Öyküsünü anlatır: “Kıtlık vardı. Köyde herkes bir yana savuştu. Ben
de oğlumu aldım kır bayır gezdim. Yaprak yedik, kök yedik. Bir gün bu adamlar geldi
bizi tuttu. Kılıç kullanır mısın dediler, hayır dedim. Ne işe yararsın peki
dediler, saz çalarım dedim. Çal bakalım dediler. O gün bugündür ben saz çalarım
onlar bize ekmek verir.” Paşa, “Celalîyi eğlendiren de Celalidir. Giderilsin!”
emrini verir. Cellatlar adamın işini görürler.
Ardından bir emred
sabi getirilir, 12-13 yaşında bir çocuk. Paşa sorar, sabi adamın anlattığı
öykünün aynısını anlatır. Az önce katledilen saz şairinin oğludur. Kendisinin
de saz öğrendiğini söyler. Paşa “Giderin” emrini verir. Çünkü çocuk büyüyünce
Celalîleri eğlendirecektir, bereket, çocuğu tutup bu tehlikeyi de
gidermişlerdir. Fakat olağanüstü bir şey olur: Cellatlar, “Paşa, boynumuz
kıldan ince ya biz sabi kanına girmeyiz” derler. Emri uygulamayı reddederler. Osmanlı
tarihinin belki de en kanlı isminin yüzüne söylerler laflarını. Paşa hiddetten
delirir. Emri uygulayacak kimse bulamamıştır. Kalkar, kendi samur boyunluğuyla
o sabinin boğazını sıkar. Cinayeti işlerken bağırmaktadır: “Bunları küçük yaşta
böyle yok etmezsek, büyüyüp babaları gibi isyancı kesilirler.”
TARİHSEL BİR SABİT: KUTSAL DEVLET
Kuyucu Murat Paşa, kişisel sadizmiyle onbinleri kuyulara
dolduran sıradan bir zalim değildir. Olayın özü psikolojik değil çünkü, politik.
Kuyucu Murat Paşa bir devlet fonksiyonunun tarihin bir döneminde somutlaşmış
kişisidir. Namazını kaçırmaz, cumasını aksatmaz, orucunu bırakmaz ama “devlet”
denilen varlığın aklı ne gerektiriyorsa onu da ardına komaz: Şeriatı, yani
hukuku kenara kaldırır, devletin lehine
çalıştığı kesimlerin çıkarları dışında çıkar tanımaz. “Nizam-ı alem” adı
verilen ve toplumu devlet aklının gerektirdiği sıra düzeninde tutacak her
tedbiri gözünü kırpmadan uygular. Kuyucu Murat Paşa, olağan Osmanlı hukukunun rafa
kaldırıldığı, olağanüstü hal hukukunun uygulandığı dönemin olağanıdır.
Bugün çoluk çocuk dahil, Kürtler başta olmak üzere, devletin
hoşuna gitmeyen politikalar yapan herkesin cezaevlerine doldurulması, Kuyucu
Murat Paşa fonksiyonunun modern zamanlardaki gereği. Yani olağanüstü hal
hukukunun. O günden bugüne kurumların görünümlerinin değişmesi yanıltıcı olmamalı.
DEVLET AKLI, DEVLET VİCDANI VE YURTTAŞ
Ama o günden bugüne esasta değişen şeyler de var: Bugün
artık, devlet bir zulüm yaptığında, onun karşısına dikilecek, canı pahasına
“Senin bu dediğini biz etmeyiz paşa. İstersen öldür” diyebilecek “yurttaş”
bulmak zor. Çünkü o zamanla bu zamanın en önemli farklarından biri, bugün
“yurttaş” dediğimiz şeyin daha küçük yaştan devlet tedrisatından geçmiş olması,
yani aklının ve vicdanının devletin aklı ve vicdanıyla eşitlenmiş olmasıdır. Bireyin
aklı ve vicdanının devlet aklı ve vicdanıyla eşitlenmesi de faşizm denilen
siyasal görünümün yolunu açan temel işlemlerden biri, zorunlu (ya da zorla,
tıpkı askerlik ve vergi gibi) eğitimin sıradan bir sonucu. Bu fark, bugünkü
Kuyucu Murat Paşaların işini kolaylaştıran farktır. Geleneksel kıyıcı
politikaların modern ulus devlet icatlarıyla sentezlenişinin yarattığı fark. Pozantı
alçaklığı ortaya çıktığında, “Zulme sessiz kalan dilsiz şeytandır” şiarını sık
tekrar eden insanlarla dolu toplumda kayda değer bir kıpırtı olmaması bu farkın
sonucu. Geçen yılın sonunda, “Devlet hayatın ta kendisidir” derken İçişleri
Bakanı İdris Naim Şahin, bu hakikati bilerek konuşuyordu. İki hafta kadar önce Taksim’de
milliyetçiliği körükleyen nutku da bu bilginin güvenini taşıyordu. Toplum
rızası öyle ya da böyle elde edilmeden zulüm sürdürülemez çünkü.
ÇOCUKLARIN CEZAEVİNDE İŞİ NE?
Pozantı suçları gizlenemez hale geldikten sonra, “görevden
aldık” denilen dört küçük Kuyucu Murat Paşa’nın başka cezaevlerinde sanatlarını
icraya yollanması, olağanüstü hal hukukunun hizmetkârlarına şefkatinin sıradan
bir görünümü. Çocuklara işkence ve tecavüz suçlaması, insanın boğazını
düğümleyen, kalbine taş gibi oturan ağır anlatımlara rağmen, tutuklama
gerektirmeyen bir suç demek ki, olağanüstü hal hukukunda. “Gereğini yaptık. Üç
müfettiş bakıyor, bir suç çıkarsa onun da gereğini yaparız” nutkuysa kararın
kendisi aslında. Durun bakalım araştırıyoruz demek, siz bu işi unutun demenin
bir başka yolu, en son Uludere’den tanıdığımız bir dil.
Bir de “Konuyu siyasete alet etmeyin” deniliyor. Siyaseten
alınmış bir kararın olağan çirkin sonucuna isyan etmek, eleştirmek, “konuyu
siyasete alet etmek” formülüyle etkisizleştirmek isteniyor. Kararı da
söyleyelim: “Yediden yetmişe Kürtler asimilasyona razı gelene kadar muhatapları
güvenlik güçleridir, gardiyanlar dahil.” Bu yüzden de bir şeyi kimse konuşmasın
isteniyor Pozantı suçunda, çocukların başlarına ilk gelen şeyi, o çocukları
cezaevine koymaya eli varan politikayı. Ve elbette o politikaların
paralelindeki milliyetçiliği, ırkçılığı, şiddeti, öfkeyi ve aşağılamayı
normalleştiren militarizm soslu propagandaları. Devlet ve hükümet
yetkililerinin “O çocuklar bize emanet” lafı da bu konuşulmamasını istedikleri
noktayı sağlama almayı hedefliyor. Sanki ailelerin ricasıyla alıp içeri
atmışlar gibi çocukları. Tek işe yarar tedbir var: Çocukları hapse koymayın,
hiç değilse çocukları.
Yorumlar
Yorum Gönder