Sivas'ta zamanaşımı ve kapanmayan davalar
Sivas davasında zamanaşımının kabul edilmesi, davanın
sonsuza kadar açık kalmasına yol açar. Kapanmayan davalar, toplumları huzursuz
eden fay hatları oluşturur. Karar sadece sanıkların baştan beri gördükleri korumanın
devam edip etmediğini değil, devlet ve onun yargı erkinin “millet” denilen
şeyden, “insanlık” denilen şeyden ne anladığını da gösterecek.
“Bilinmeyen yasalarla yönetilmek ne azaptır!” Kafka
İlk öğrendiğim Türkçe ibarelerdendi: “Kanlı Sivas!” Dedemin
ağzından düşmeyen bir ağıttan: “Dedemi astılar kanlı Sivas’ta!” Çocukluğumda Sivas,
bilmediğim, tanımadığım bir “dedemin” asılmasıydı. Pir Sultan Abdal’ın. Ağıt da
onun içindi. Öte dünyaya ertelenmiş davalardan biri Pir Sultan davası, bir
şiirindeki gibi: “Kalsın benim davam divana kalsın.” Kerbela’da, “Can için
yalvarmam sana” diyen Hüseyin’in davası gibi.
Kapanmayan davalar tehlikelidir. Öyküler, şarkılar,
şiirlerle toplumların hafızasına kazınır, orada yaşar, orada yeniden yeniden görülürler.
Canı alınmış ama ölmemiş kişiler günlük hayatın ayrılmaz parçasına dönüşür,
toplumun içinde gezinir dururlar. Hazreti İbrahim, Hazreti İsa, Hazreti Hüseyin,
Mansur, Nesimi, Pir Sultan… en genci 400 yaşında olan bu ölüler adaletsizliğin
sembolleştiği fiillerin ölümsüzleridir. İsimleri, etrafında hâlâ anlam üretilen
yoğun, ürpertici çekim merkezleri; anlam, yani acı ve öfke.
YAŞATAN VE ÖLDÜREN HAFIZA
Ölümsüz ölüler üretme yeteneği, kudretli ama adaletsiz
devletlere, hükümetlere, yönetimlere, anlayışlara, zihinlere karşı mağdurların yanıtı.
Adil olanı ve olmayanı, haklı olanı ve olmayanı tanımaya yönelik ortaklaşmış
bilgi kayıtları. Toplumsal hafıza, devletin, kudretli zalimlerin arşivlerine,
örtüleyici, gizleyici söylemlerine, sanatlarına ve sair işlemlerine karşı kalkan.
Yok edilme tehdidiyle karşı karşıya kalan kişinin, tavrın, fikrin ya da
toplumun var kalma mücadelesinde benliğinin, kendiliğinin korunmasına yarar
hafıza. Ne yazık ki her şey bu kadar olumlu da değil: Aynı acılar, aynı kaygılar,
aynı korkular hafıza sahibini korurken, yaralar da; ileri atılacağı yerde geri
çekilmesine, dışarı açılacağı yerde içine kapanmasına yol açar.
Çünkü: “Yalnızca insanların değil, yerleşik iktidarların da
bize üzüntü bulaştırdığı tatsız bir dünyada yaşamaktayız. Üzüntü, üzgün
bulaşıcılıklar eylem gücümüzü en aza indirenlerdir. Yerleşik iktidarların bizi
köleliğe indirgemek için bizim üzüntülerimize ihtiyaçları vardır.” (Gilles
Deleuze-Claire Parnet, Diyaloglar, Bağlam Yayınları)
TOPLUMSAL FAY HATLARI
Bu öyküleri izlediğimizde, toplumsal fay hatlarını da izleriz:
Başlangıç ve derinleşme noktası örgütlü ve insan üstü güç
olarak devlet ya da devletsi aygıtlara gideriz o izlerin peşinden. Sadece
geçmişe doğru değil, geleceğe doğru da. Bugünün adaletsizlikleri, geçmişin
adaletsizliklerini yaratan fay hattının uzağında ortaya çıkmaz, kimi zaman
Sivas davasında da olduğu gibi, tam ortasında çıkar.
Şimdi Sivas davasında zamanaşımı tartışması var. Davanın
tamamına yönelik değil, altı sanık için zamanaşımı öne sürülüyor. Zamanaşımı
var demek, devlet artık bu kişilere ilişkin yargı yetkisinden vaz geçiyor
demek.
ZAMANAŞIMININ MANTIĞI
Zamanaşımı, devletin,
“Ben unuttum, sen de unut” cümlesidir. Hukuku hukuk yapan kurumlardan sayılır. Mantığı
malûm: Kimse sonsuza kadar töhmet altında tutulamaz, yargılanamaz. Sonsuz,
ömrün sonu elbette. “Hiç kimse” de herkes. Kinin ömrünü kısaltmaya da yaradığı
düşünülür. Ayrıca sistem, davaları belli bir zamanda bitirmezse çalışamaz hale
gelir. Hukuk, bir şekil disiplini olduğu, şekilsiz hukuk imkânsız varlık
olacağı için de, zamanaşımı şeklen belirlenir: Her suç için geçerli olacak bir
zamanaşımı ilkesi konulur; yargılama için belli sürede zaman dolmalıdır,
zamanaşımı olmalıdır vs. vs. Cezanın uygulanması için de aynıdır durum.
Fakat bu kurumu mutlak kabul edince bir sorun çıkar: Şekli
açıdan bitirilse de içerik açısından bitmeyecek davalar sorunu.
HOLOKOST SONRASI
Modern hukuk sistemleri, toplum hafızalarında kapanmayacak
davalar için sadece edebiyat, tarih ve mit hafızasının yeterli olmadığını
düşündü. “Kapanmayan davalar” yani zamanaşımı olmayan davalar kategorisini
yarattı. Devletlerin elindeki hukuk aygıtının ruhundaki bu sorun Holokost ile
kendisini dayattı. Holokost kötülüğü, hukuk sisteminin bekası için çok gerekli
görünen zamanaşımı fikrinin mutlaklaştırılması halinde, kapanmayan davaların
toplumların yakasını bırakmayacağı korkusunu uyandırdı. İnsanlığa karşı suçlar
kategorisi ve bu kategoride zamanaşımının işlemeyeceği fikri, insan tekini, tek
bireyi aşan, ömrü bireye göre hayli uzun olan devlet ve devletsi yapıların
elinde açık suç çeki kalmaması için geliştirildi. Devlet ve aday devlet
niteliğindeki her türlü örgütlenmenin insan ömrünü kat kat aşan ömrüyle birlikte
düşünürsek, insanlığa karşı suçlarda zamanaşımı kabul edildiğinde, adaletin
anlamını kaybetmesiyle karşı karşıya kalırız. Bir hakikat olarak güncel
olmayabilir adalet, ama bir imkân olarak da mevcut olabileceği fikrinden
vazgeçersek, adaletsizliği norm haline getirmiş oluruz.
İnsanlık suçunda zamanaşımını işletmeyen devletlerin, toplumsal
hafızayı kontrol etme, yönetme arzusunu da hesaba katmıyor değilim.
Zamanaşımını işletmeyenle işleten devletin bir farkı var yine de: İkincisi, toplumuna karşı bir adım bile
gerilemeyi sindirememiş, çıplak şiddetin toplumsal sorunlarda (yani siyasette)
sönümlenmesi için çaba harcamamış devlettir. Türkiye, insanlığa karşı suçlarda
zamanaşımının işlemeyeceğini kabul etmiş devletlerden. Henüz hiç uygulamasnı
görmedik, 12 Eylül davasında da, Dersim için açılan davalarda da beklentiler
karşılanmadı.
Şimdi Sivas davasında yine beklenti var. Mahkemenin vereceği
karar, Sivas davasının ilk gününden bu yana tanık olunan “sanıkları koruma”
anlayışının devam edip etmediğini gösterecek, ama bununla da sınırlı değil
durum. Bir davanın daha geleceğe kalıp kalmayacağı da tayin edilecek. Acı ve
öfke yaratan fay hatları canlı mı kalacak, yok mu edilecek? Türkiye Cumhuriyeti
devletinin ve onun “millet adına” karar verme yetkisine sahip ilan edilmiş yargısının
bu konudaki iradesinin yönünü göreceğiz yarın. “Millet” denilen şeyden ne
anlaşılıyor? İnsanlık denilen şeyden? Göreceğiz.
NOT:
Yarın devam edeceğim: ‘Nevruz ateşi ve Nemrut ateşi’
başlığıyla. Şu “derin devlet” tezini, devlet ve yargı ilişkisini, ateşi ve
kundakçıyı yazmayı deneyeceğim.
(Radikal İnternet, 12 Mart 2012)
Dersim: Geçmişteki ve gelecekteki jenosit
Benzer temalı bir yazı için:
Maraş'ta yine bizi öldürdüler!
Benzer temalı bir yazı için:
Maraş'ta yine bizi öldürdüler!
Yorumlar
Yorum Gönder