Sınıfsal cinayetler ve suç ortakları
Çalışma daima bir harekettir. Temelde bir canlının hareketi.
Yemeye yönelik hareket. Lokmaya. Yaşamı sürdürebilecek ve yeniden üretebilecek
hareket. Yeme hareketi başka bir canlıya doğrudur. Başka canlıdır yem, hemen
hemen daima. O zaman ikinci hareket, kaçma hareketidir. Yem olmama. Üçüncü
hareket, ilkinin doğal sonucu olarak belirir: Lokmaya giden başkasından önce
gitmek. Rekabet. Canlılar aleminin ortak hareketleri.
Dördüncü hareket insan kaynaklı: Kendi lokması için
başkasını çalıştırmak, hareket ettirmek: Kul, köle, maraba, yanaşma, karavaş,
geda, uşak, hizmetçi, besleme… “İşçi” ve “emekçi” nispeten modern, nispeten
yansız kelimelerken, ilk grup çalışmanın tarihinin ideolojik karakterini
içerdiği aşağılayıcı yükle hemen açık eder. Karşı tarafında efendi, sahip
durur: Yüceltilmiş egemenlik halleri. Çalışma hareketindeki eşitsiz, adaletsiz
ilişkiyi gizlemeye yönelmiş dilsel hareketlerin ürünü terimler. Çalışma
“hayatı”nın efendileri için toplumsal biçimler hangi şekli alırsa alsın,
“çalışanlar”la ilişki denilen şey alçalma/alçaltma ve yücelme/yüceltme karşıtlığı
üzerinde yükselir. Sadece terimler
düzleminde değil, sadece terimleri dolaşımda tutan medya vb. aygıtlar ekseninde
değil, yaşamın içinde, yaşamın kendisinde de yüceltme/alçaltma yüklemlerinin
gereğiyle iş görülür: On patronun birden ölümü, günler süren gürültülü yas
gösterilerine yol açacaktır, ama on işçinin ölümü üç günde sessizliğe gömülür.
Biri üstün yaşamdır çünkü, diğeri aşağı, hor görülen yaşam.
Kozan barajını haftası tamam olmadan unutmadık mı? Daha önce
neo-liberalizmin başkentlerinden İstanbul’da sekiz kadın bir kamyon kasasında
boğdurulmamış mıydı? Adana ve İstanbul’da yolu kesilmiş suyun yarattığı tufanda
boğdurulmuştu işçiler, şimdi yine İstanbul’da, Esenyurt'ta 11 işçi ateşin yok
ediciliğine sunuldu. Ateş daha önce İstanbul Davutpaşa’da 21 kişiyi almıştı,
davası sürüncemede. Mağdur yakınlarının seslerine mikrofonlar, kameralar ve
kalemler kapalı.
Bugün yarın belki bir iki sahte gözyaşı, birkaç vicdani söz
filan gelecektir, sonrası malum, sürüncemede kalan davalar, üç kuruşluk
tazminatlar ve ne yazık ki çok da geçmeden muhakkak benzer haberler gelecek. İş
kazalarında Avrupa’nın lideri bu ülke ve dünyada ilk beşte dolanıp duruyor.
Günde dört can kaybı, altı sakat kalma ortalamasıyla.
Türkiye’nin özellikle 12 Eylül sonrasında gündeminin dinsel,
mezhebi ve etnik sorunlarla yoğrulması, sınıfsal sorunların gizlenmesine ve o
sorunlar için mücadele imkânlarının zayıflatılmasına da yol açtı. 12 Eylül mantığının
tam da başarılı olduğu yer: Halit Narin miydi, 12 Eylül sonrasında “Şimdiye
kadar biz ağladık, artık biraz da işçiler ağlasın” diyen TÜSİAD üyesi? Şimdi
TÜSİAD dahil 12 Eylül’le hesaplaşma nutukları çekenler, demokrasi,
demokratikleşme palavralarını kendi sıkıp kendi alkışlayanlar, bu temel düzenek
konusunda daima hemfikirdi, hep öyle kalacaklar. Onların tam istediği yerdeyiz: İşçiye ya tufan, ya kıyamet, ya kıtlık... Onlaraysa dünyanın kalanı...
“Çalışma hayatı” denilen şey, bir hayat filan değil, hayatı
karartan düzenlemelerin kod adı. “Başkasını çalıştırma”nın mirasyedileri
efendiler ve yardakçıları, hayvanlar aleminin mirası başkasından önce yeme ve
başkasını yem etme konusundaki ayrıcalıklarını sürdürüyor; mesele sadece
başkasını çalıştırmayla sınırlı değil yani. Neo-liberal otoriteryen
muhafazakârlık, iyilik-yardımseverlik-hoşgörü gibi arkaik kavramlara yapışarak
yıkıcı, kan emici bir sistemi pekiştiriyor. Örgütlenme –dayanışma-hak arama
mekanizmalarının boğulması, olmadı ateşe verilmesi siyasetidir neo-liberal
otoriteryen muhafazakârlığın siyaseti. Sınıf meselesinin kapandığını,
proleterya ya da başka adla tanımlanacak bir sınıfsal dönüştürücü güç
kalmadığını, zaten böyle bir dönüşümün hayırlı olmadığı, devrimci fikir ve
perspektiflerin yıkımdan başka işe yaramadığı türünden nutuklar medyadan
akademilere kadar her yerde coşkuyla akıtılırken, sınıfsal kötülüklerin en
zalimce olanlarının iki günde unutturulması, bu politikaların gereğidir. Akıllarını,
ruhlarını üç kuruş için düzenin sahiplerine hizmete koşturan eğitimli, güzel
konuşan beyler, hanımlar, ünlü ünlü gazeteciler, profesörler, sözde akil
adamlar, yazarlar bu kanlı konsorsiyumun en alçak ortaklarıdır. Sermaye ve
devlet etme birikiminin zalim günahlarına ortak olmak istemeyenler, muhalefet
borçlarını ödemek zorunda. Bilgi birikimi çünkü sermaye birikimi kadar kirlidir
ve aklanmasının tek yolu muhalefet etme vergisinin ödenmesidir.
Bu ortaklıktaki suçlar bellidir: Bunlar yerler, başkasının etini, başkasının lokmasını ve başkasının yaşamını yerler. Canlı kalanları da köleleştirirler. Bu ortak olması kabul edilebilecek bir suç mu?
.........
Benzer yazılar:
Bu ortaklıktaki suçlar bellidir: Bunlar yerler, başkasının etini, başkasının lokmasını ve başkasının yaşamını yerler. Canlı kalanları da köleleştirirler. Bu ortak olması kabul edilebilecek bir suç mu?
.........
Benzer yazılar:
Yorumlar
Yorum Gönder