BDP’nin ihanetinden başka çözüm yok mu?
Bir hatırlatmayla başlayalım: Yer Cizre. Tarih 24 Mart
cumartesi. Bir BDP/Blok milletvekili (Hasip Kaplan), bir emniyet amiriyle
tartışıyor. Amir, "Kendi özgürlüklerinizi savunurken, başkalarının
özgürlüklerine engel olamazsınız" diyor. Yanıt: "Benimle bu şekilde
konuşamazsın, saygılı ol. Ben bir milletvekiliyim, grup başkanvekiliyim."
Yanıta yanıt: "Ben sizi vekil tayin ettiğimi hatırlamıyorum!” Anayasa’ya göre TC’de milletvekilleri, bütün Türkiye’nin
milletvekilidir. Peki bir milletvekilini “atamadığını” söyleyen emniyet amiri
ne demiş oluyor?
Bir başka BDP/Blok milletvekilinin, bir başka polisle
tartışmasında var bunun yanıtı, geçen yılın sonbaharından: Yine eylem var, yine
polisle tartışılıyor. Ortam gergin, malum, BDP eylemi ya, güvenlik güçleri,
bütün demokratik ve orantılı (zırhlı araçlar, gaz, tazyikli su vs.) alet
edavatıyla hazır, nazır. Polis soruyor: "Sen kim oluyorsun?" Yanıt:
"Ben milletvekiliyim." Yanıta yanıt: "Ben de devletim!"
İki diyalogda da iktidarın, yani devletin yürütme gücünün
(ki güçlüdür, malum) söylemlerinin devletin kolluk gücünün ağzından
yankılanışını görüyoruz. İlk diyalogdaki dışlayıcı akıl da, ikinci diyalogdaki
üstten bakan tarz da Kürt sorununa bakıştaki egemen tarzın bir kesiti. Maksat
da ortak: Yol kesmek.
ANA İLKE VE STRATEJİ
Şimdi, “yeni Kürt stratejisi” denilen şeye dair Başbakan
Erdoğan’ın sözlerine bakalım, “hükümetin ana ilkesi ve stratejisi”ni anlatıyor:
“Terör örgütü ile
sonuna kadar mücadele, siyasi uzantısıyla da müzakere. (…) Fakat parlamento
çatısı altında olan uzantıları diyeceğim artık, çünkü o da biliyorsunuz...
Onlarla bugüne kadar arkadaşlarımın görüşmeleri olmuştur. Bundan sonra da
onlarla biz yine görüşme yaparız, ama dürüst davrandıkları sürece.
Eğer onlar da dürüst davranmazsa onlarla da görüşecek
değiliz. Çünkü bizim derdimiz çözümdür. Kendi
iradeleri yoksa, kendi iradelerini kullanamıyorlarsa, kendi adlarına
konuşmuyorlar da İmralı'nın veyahut Kandil'in ağzıyla konuşuyorlarsa gün gele
artık onlarla da bunları konuşamaz duruma geliriz." (Vurgulamalar
benim)
İlk diyalogdaki polisin, “Benim milletvekilim değilsin”
yollu sözü, “terör örgütünün siyasi uzantısı” sözünün bir tercümesinden ibaret.
MİLLİYETÇİ-POPÜLİST SÖYLEM
AK Parti iktidarının son iki yılda günden günde dozunu
artırdığı milliyetçi/popülist söylem, kamu görevlilerinden kamuyla ilişkisi
olmayan yurttaş gruplarına kadar sokakta, çarşı pazarda yayılan bir nefret
söylemiyle birbirini karşılıklı körüklüyor.
En son Emet’te bunun sadece “İmralı, Kandil ve terör örgütünün
parlamento çatısı altındaki uzantıları”na yönelik taktik bir söylem olmadığını,
toplumsal dokuda yayılan bir ayrımcı/bölücü şiddet eğiliminin ifadesi olduğunu
belediye başkanı ve kaymakamın ağzından duymuştuk. Bu ayrımcı ve şiddet
körükleyici söyleme dair Hubert Christian Ehalt’ın uyarısını hatırlatıp,
geçelim: “…bilhassa politik ve kurumsal iktidar sahiplerince yerine
getirildiğinde dilde şiddetin sadece seyrek biçimde fiziksel sonuçları yoktur.”
Bu yerinde uyarıya kulak asılmasının yaratacağı tehlikeli sonuçların bir
alametini de İstanbul’daki Newroz kutlamaları sırasında, kutlamalara engel olma
emri almış güvenlik güçlerine sopaları, bıçaklarıyla yardımcı olmaya hazır
gönüllü serseri gruplarında gördük.
“TERÖR ÖRGÜTÜ”NÜN “UZANTI”LARI
Ne yazık ki Başbakan Erdoğan’ın “yeni strateji”yi açıklarken
kullandığı sözler (Terör örgütünün parlamentodaki uzantıları… Kendi iradeleri
yoksa, İmralı’nın veyahut Kandil’in ağzıyla konuşuyorlarsa…) bu dilsel şiddetin
geriletilmesine hiç mi hiç hizmet edecek gibi değil.
Erdoğan’ın sözünün kendi kendisini nakzeden yanına bakalım son
olarak: Meclis’teki BDP/Blok milletvekillerinin “terör örgütü”nün, başka
ifadesiyle “Kandil ve İmralı”nın, (saldırgan olmayan bir siyasal dile
çevirirsek) Kürt siyasi hareketinin “bir uzantısı” olduğunu açıklıyor
Erdoğan. Yani Başbakan, Kürt siyasi
hareketinin silahlı ve silahsız yönleriyle bir bütünlük içinde olduğunu kabul
ve beyan ediyor.
Şiddetli siyasal dilin altındaki bu gerçekçi beyan, “yeni
strateji”nin çöküşünü de kendi içinde taşıyor: Tabanı aynı olan iki şeyin (yani
BDP/Blok ile PKK’nin) birbirinden bu şekilde ayrılmasını istemek, sorunu
başından bugüne kadar getiren anlayışın devamından ibaret. Bu anlayış “bir avuç
şaki ve aldatılmış bazı gafiller” tamlamasıyla 12 Eylül koşullarında
şekillenmişti, şimdi bu “aldatılmış gafiller”den, yani Kürt hareketinin
“taban”ından söz ederken, milyonlarca Türkiye cumhuriyeti yurttaşından söz etmiş
oluyoruz; büyük çoğunluğu Kürt, kalanı
da, çok az da olsa Kürt hareketiyle dayanışma kararlığındaki Türk ve diğer
etnilerden seçmenden. BDP’den istenen bu seçmene “ihanet” etmesi mi? Bu seçmeni
bir program çerçevesinde ikna etmesi veya dönüştürmesi veya seferber edebilmesi
mi? “İhanet” değil de diğer seçenekler isteniyorsa bunun sadece BDP’nin değil,
bütün partilerin sorumluluğu olması gerekmez mi? Yoksa, “tabanını seferber
etme, dönüştürme ya da ikna etme gücü” açısından BDP dışındaki partilerin daha
büyük sorunları mı var?
Yorumlar
Yorum Gönder