"Ölümüzün bize teslimini intizar ediyoruz!"
Yatıp kalkıp Uludere demek neden suç? Yatıp kalkıp 33 kurşun
denilmediği için, yatıp kalkıp Mustafa Erikcan denilmediği için gelmedik mi
buralara?
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya (Gülten Akın)
Uludere 28 Aralık 2011’de oldu ama gizli tarihi eskidir. Çok
daha eski.
Geriye doğru iki adım atalım:
Bir telgraf. Tarihi 5 Eylül 1959. Kilis’in Ebulula
Mahallesi’nde oturur Hüseyin Erikcan, Başbakan Menderes’e yolluyor:
“Kardeşim Mustafa Erikcan 6 gün evvel Kilis’in Leylik
karakolu mıntıkasında mayınlı sahada yaralanmış, iki gün müddetle beni
kurtarınız diye feryat ettiği halde vazifeliler tarafından kasten çıkarılmayıp
ölüme terkedilmiştir stop. Şimdi de herkesin gözü önünde cesedi köpekler
tarafından parçalanmaktadır stop. Mayınlı sahadaki ikramiye için çıkaran
vazifelilerin şu tutumunu harp sahasında dahi görmek mümkün değildir stop.
Memleket milattan evvelki bu mezalimin tekerrürünü dehşet içinde seyrediyor
stop. Hiç olmazsa cesedin bize teslimi yolundaki yalvarmalarımız da semere
vermiyor stop. Adalet bu mudur insanlık bu mudur stop. Demokrasi ve memleket
ile nefsimizi size bu feci muameleler için mi teslim ettik stop. Müdahalenizi
ve eğer düşman isek de ölümüzün bize teslimini intizar ediyoruz.” (Fikret
Otyam’ın Mayınlı Topraklar Üzerinde adlı kitabından.)
“GÖREV KUTSALDIR”
Fikret Otyam sınır boylarında çekilen acıları anlattığı
kitabında, bir subayla söyleşisini de aktarır. Subay, nazik, centilmen ve akıllı
biridir. Fikret Otyam’la bir tek konuda anlaşamamıştır: “Sen zulüm diyorsun,
ben görev diyorum.” Gerektiğinde dövmek, gerektiğinde kodese tıkmak ve
gerektiğinde üstüne kurşun sıkmakla sınır boylarında, bölünmüş evlerin,
ailelerin, köylerin ve aşiretlerin arasında sürüp giden ticareti engellemeye
çalışıyordu. Görevi, buyruğa uymaktı: Geçmeyeceksin.
Görev kutsaldır, çünkü buyruk kutsaldır. Buyruk kutsaldır
çünkü ana buyurgan, adına buyrulan devlet kutsaldır. Bu kutsallık zinciri
sürekli kendisini kendisine gönderen bir karakter taşısa da, kendi içinde
hiçbir şey açıklamasa da, söylem olarak karşımıza her çıktığı yerde kana
dönüşür. Mayınlı tarlada bir çocuğu ölüme terk eden “vazifeliler”, sınırın
etrafında gördüğüne kurşunu basmakta tereddüt etmeyen subay, “kutsal devlet”
tedrisatının olağan sonuçları, devlet yapısının en temel birimleri,
monadlarıdır. Çok uzun geçmişi olan bir tedrisat, belki ilk “devlet” kadar
eski.
General Mustafa Muğlalı, 1943’te 33 köylüyü kurşuna dizen şu
general, “kutsal devlet”ini samimiyetle koruyan görev anlayışı nedeniyle bir
caniye dönüşmüştü, yoksa içinde daha baştan bir cani taşıdığından değil. “Masum
bir çocuğu kanlı bir katile dönüştüren” şey, egemeni, egemenliği ve egemenlik
kurumlarını kutsal sayan kadim “devlet” tedrisatıdır.
Kadim kutsal devlete 100 yıl kadar önce ithal kutsallıklar
da eklenince tehdit büyümüş, insan küçülmüştür buralarda. 1943’le 1959 arasında
çok şey değişmişse de, bu kutsal değişmemiştir.
“BİZ” ve “ONLAR”
Adnan Menderes’in dillere destan nezaketi, güvenlik
birimlerinin, personelinin ana kutsalı uğruna “milattan evvelki bu mezalim”i
işlemelerine engel olmayacaktır. “Kutsal devlet” söyleminin bu baskınlıkta
yürürlükte olduğu yerde yurttaşlar ve haklarından değil, “iç ve dış
düşmanlar”dan bahsedilir, en az 100 yıldır olduğu gibi. “Biz” diye başlayan
konuşmalar, ülkenin en az yarısını dışarı atan, “onlar” olarak düşman konumuna
oturtan cümleler dizisiyle sürer. Nezaketin yerini bir de öfke alırsa…
Bugün özgürlüklerden, demokrasiden çok söz ediyor yöneticilerimiz,
ama ardından bu geçer akçelerle birlikte “dahili ve harici bedhah”lardan söz
etmeyi unutmuyor. Öyledir, kutsal devlete ilişen çabucak maşa ilan edilir,
tasmalı ilan edilir. Kaldırıp ışığı tutunca ama bu geçer akçelerin içindeki “ilelebet
payidar devlet, devlet normlarına rıza göstermiş millet, sadece o devlet ve o
millete işaret eden bayrak” kutsalını filigran olarak görüyoruz. “Milletin”
önceki dönemlerde yüz verilmeyen “kutsalları” da görünür yüzünü oluşturur
sadece bu ayrımcı ve saldırgan geçer akçelerin.
Bileği bükülmüş görünen vesayetçi kurumların akıl ve
ruhunun, sıfırı atılmış, üstündeki fotoğrafları değişmiş gıcır gıcır “kalkınma,
özgürlük ve ileri demokrasi” banknotlarıyla yeniden piyasaya sürülmesi üzücü, ama şaşırtıcı değil. Uluslararası neo
liberal otoriteryenliğin bayramını kutluyorlar sadece. Demokrasiye iten,
demokrasiyi sağlayan şey devlet gücü olmadı hiçbir yerde, hiçbir zaman; demokrasiyi
baltalayan şey olduğu çok görüldü ama... Yoksa, “Ölümüzün bize teslimini
intizar etmek”ten çok çok ilerde olurduk.
Yatıp kalkıp Uludere demek neden suç? Yatıp kalkıp 33 kurşun
denilmediği için, yatıp kalkıp Mustafa Erikcan denilmediği için gelmedik mi
buralara? 1949’a kadar “şerefli, görevini samimiyetle yapan” bir askerdi
Muğlalı da…
Zalım sen
Biçtiğin giysiyi
başkalarına
Sırtında görürsen
şaşma
Tanrının ve ulusun
kutsallığına
İkelleri kanda
sığınılmaz
Sığınamazsın
(Gülten
Akın)
MUĞLALI KOMPLEKSİ NEDİR?
MUĞLALI'DAN SONRA ULUDERE KOMPLEKSİ
ULUDERE'DEN BİR KATIRIN MEKTUBU
"Uludere" resmin tamamıdır!
MUĞLALI'DAN SONRA ULUDERE KOMPLEKSİ
ULUDERE'DEN BİR KATIRIN MEKTUBU
"Uludere" resmin tamamıdır!
Yorumlar
Yorum Gönder