Bir hukuk devleti modeli olarak (!) Osmanlı



Başbakan Erdoğan, 29 Mayıs 2012 Salı günkü nutkunda Osmanlı’dan örnek verdi, “Türkiye artık hukuk devletidir” babından:
“Bir general varmış, halka kötülük yapan bir subaya kırbacını kaldırmış tam vuracakmış ki bir başka general onun elini havada tutmuş, ‘Karşınızdaki Devleti Aliyye’nin bir subayıdır. Ona cezasını verecek olan sizin kırbacınız değil, kanunun kırbacıdır’ demiş.”

Kanunu sopaya benzeten de var, o yüzden kırbaca benzetilmesine takmayalım. Takmayalım ama yine de hukuk devleti için enteresan bir örnek, “Osmanlı iyi bir hukuk devletiydi” mi deniliyor? İki generalli bir öyküyle? Gerçi hukuk devletinin generallerle ilgisi var ama, icracı olmalarından değil bu ilgi.


Evet, Osmanlı kendince ve hayli gelişkin, karmaşık bir hukuk sahibiydi ve sair imparatorluklar listesinde hukukta sonuncu da gelmezdi. Ama bir hukuk şampiyonu da değildi! Hukuku örneğin mimarisi ya da şiiri kadar şöhretli olamamıştır. Çok sayıda sebeple, ama en önemlisi: Hukuk "devlete karşı" hiç işletilmemiştir. Bu nedenle temel aldığı "İslam hukuku"na da, İslami şeriattan kaçmak için elzem gördüğü "örfi" ya da profan diyebileceğimiz hukuka da evrensellik iddiasında katkılar getirememiştir. Özetle fazla "devlet" hukuku olarak kalmıştır, çok fazla. İslam hukukunun kurucu babalarının en önemli özelliğiyse, "melik"e karşı hukuku öne sürmüş ve ısrar etmiş olmalarıdır.
Neyse, "hukuksuz" ya da "zayıf" hukuklu da değildi, evrensellik iddiası taşıyacak gelişkinlikte hukuk sahibi de değildi, sözün özü. Ayrıca "adalet"in tecellisi için, bugün kavramakta zorlansak da, hukuka pek uymayan kendine has yolları da vardı; hayır "olağanüstü hal hukuku"ndan bahsetmiyorum; imparatorluklara özgü adalet anlayışına son derece uygun yollardan. Adalet için hukuk sanıldığı gibi şart da değildir, en azından o vakitler, o tür yapılar için...

Ayrıca reayanın, tabilerin çok da eleştirisini almıştı. Şu dizeler örneğin Türkmen ahalinin imparatorluk hukukuna (ve tabii ki siyasetine) esaslı bir eleştirisidir:

Şalvarı şaltağ Osmanlı
Eğeri Kaltağ Osmanlı
Ekende yoğ, biçende yoğ
Yiyende ortağ Osmanlı

Peki acaba başbakan bize, “Hukuk devletiydi” demiyor da, “Osmanlı’da şer de hayır da askerden gelirdi” mi diyor? Hani meşru iktidarını kabul ettirmek için askerle bilek güreşi yapan bir Başbakan, “hukuk devleti” için kendi askerinden çok çeken Osmanlı’ya niye döner sorusuna olası bir cevap için: Siyasal genetiğimizde (son dönemin milliyetçi söylemini dikkate alırsak biyolojik genetikten de söz edebiliriz, ama, neyse) böyle bir çekişme var, işte biz onu halletmeye çalışıyoruz gibilerinden…

Ama tekrar tekrar dinleyince, hayır, doğrudan doğruya “hukuk devleti” için örnek bu! Tuhaf. Çünkü "hukuku" vardıysa da "hukuk devleti" kavramına yetişmesi pek mümkün olmamıştı bu devletin. Şimdi mirasçısı, yetkililerine bakarsak kavramı biliyor ama içeriğini ya anlamıyor ya da anlamazdan geliyor. 

Tuhaf da olsa, madem meselle konuştu başbakan, yurttaş olarak onu izleyelim: Aslında biz de işte o generali arıyoruz, kırbacı kaldıranı değil hayır, kırbacı tutup, o subayın kanunlarla kırbaçlanmasını (töbe töbe… Şöyle anlayalım biz: Yargılanmasını) isteyen generali.
Aslında o generali de değil de, hukuk devletinde olması gereken şeyi arıyoruz; o iki generale de emredecek politikacıyı. 
34 çocuğun katledildiği bir facia olduğunda, mezarlığa gidemiyorsa balkona çıkıp, “Öfkenizi, acınızı biliyorum. Ben de öfkeliyim, acı içindeyim. Ama yargı herkesin yakasına yapıştı. Pilottan en tepeye herkes sorgulanıyor, kusur mu kasıt mı ne varsa ortaya çıkacak, yargılanacak. Ben de takipçisiyim” diyen politikacıyı. Yani “Hata bu canım, hatayı kabul ettik, otomatiğe mi bağlayalım” diyeni değil. “Öyle beş bin metreden Ahmet mi Mehmet mi görmeden bomba atmak mı varmış?” diyeni.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni