"Muğlalı"dan sonra Uludere kompleksi
Bir ülkede öldürülmeleri ceza hukukunun
konusu olmayacak yurttaşlar olabilir mi? Evet. Kadim zamanlardan beri var.
Modern egemenlik tarzları hızla bu türden yurttaşlar üretiyor.
Uludere bunun çarpıcı bir örneği.
konusu olmayacak yurttaşlar olabilir mi? Evet. Kadim zamanlardan beri var.
Modern egemenlik tarzları hızla bu türden yurttaşlar üretiyor.
Uludere bunun çarpıcı bir örneği.
Uludere’de öldür emir kimin? Bunu tartışıyoruz. Kürtçede özel anlam taşıyan kelimeyle “ferman”, en Türkçesiyle buyruk kimin? Bakalım.
Cinayet bir insan fiili. İnsanın “doğa”dan, “diğer
hayvanlardan” ayrılığını vurgulamak için başvurulan şu yüklemlerden biri. Diğer
bütün canlılar “öldürür”, ama hiçbiri cinayet işlemez. İnsan cinayet işleyen
hayvandır. Timsah can aldığını bilmez. İnsan bilir. “Ceza hukuku” bu “bilgi”nin
eşlik ettiği bir icat.
İnsanda öldürme daima buyrukla ilişkilidir. “Öldürmeyeceksin”
buyruğunun çiğnenişi olarak öldürme, cinayet. Öldürmenin her durumda ve bütün
insanlar için “cinayet” haline gelmesi, buyruğun topluma yerleşmesi demek.
Fakat bütün insanlar, bütün insanlık bu hale gelmemiştir: Buyruğa rağmen
öldürme en azından kâğıt üzerinde kesin bir soruşturma-koğuşturma konusuysa da,
buyrukla öldürme henüz değil.
İDAM VE İDARİ İCAPLAR
Buyrukla öldürmenin iki yolu var: İdam ve idari emir/gerekler.
Osmanlı siyaseten katl derdi. İdam kararı, “evrensel” varsayılan cinayet
yasağında yere ve zamana tabi bir kurt deliği açar: Öldürmeyi cinayet olarak
tanımlayıp dışlayan hukuk, cinayet olmayan bir öldürme kurumu içermekle
dışlıyor göründüğü hayvani alana geçiş noktası oluşturur.
İdari buyruk olarak “cinayet”ten sayılmayan öldürme ya bir
asayiş işlemi ya da bir savaş-askeri işlemdir. Şiddet tekelini elinde tutan
devletin işlemleri. Ölüm ve hayat hakkındaki karar, daima siyasi karardır,
devlet daima ölüme dolayısıyla yaşama karar verir. İdris Naim Şahin, “Devlet en
gerçek hayattır” derken, bunu söylüyordu. “En gerçek hayat olarak devlet”i
Naziler, Führer diye telaffuz ederdi. İdari buyrukla öldürmenin gerekçeleri malum:
Suçluyu engelleme ya da düşmanı durdurma.
TAZMİNAT NEDİR?
Modern Türkiye hukukunun kaynağında da yer alan Roma
hukukunda kölelerin öldürülmesi, ceza değil, medeni hukukun meselesiydi. Komşunun
kölesini öldüren kişi, komşunun malına zarar vermiş olurdu, kölenin canına
kıymış olmaktan göreceği bir ceza yoktu, zamanla da kısıtlı biçimde olabildi.
Kişinin kendi kölesini (oğlunu da!) öldürüp öldürmemesi de ceza değil medeni
hukuk alanındaydı: Kişi malını kullanabilir usus, semerelerinden yararlanabilir
fruktus ve yok edebilir, elden çıkarabilir, abusus. Başkası bunu kişiye yaparsa,
tazminat öder. “Tazminatsa tazminat” lafı buradan gelir.
Giorgio Agamben, eski Yunan’dan, Roma’dan “öldürülebilen ama
kurban edilemeyen”, öldürüldüğü zaman da ceza hukuku alanında konu edilmeyen
bir figürden bahseder: Kutsal insan. Auschwitz’e kadar izini sürdüğü bu figür,
toplum dediğimiz şeyin, bir toplumun içindeki insan tanımının sınırında gezinen
bir şeydir. “Egemenlik alanı, cinayet işlemeksizin ve kurban etmeksizin adam
öldürmenin meşru olduğu alandır ve kutsal hayat –yani öldürülebilen; ama kurban
edilemeyen hayat- da bu alanda zaptedilen hayattır.” (Giorgio Agamben, Kutsal
Hayat, Ayrıntı Yayınları)
ASAYİŞ Mİ, SAVAŞ MI?
Şimdi Uludere’ye dönebiliriz. İdari bir buyruk var. Peki asayiş
mi, savaş mı? “Asayiş hali”ndeki öldürme buyruğu, öldürecek olanın canını
sıkacak prosedürlere ve mutlak yargısal denetime tabidir; savaş halinde tam
aksine “öldürmeme”nin yargılama konusu olması daha muhtemel. Yetkililer, sadece
AK Partililer değil, 1984’ten beri tüm devlet/hükümet yetkilileri “asayiş”
diyor.
Oysa askere verilen buyruğun (17 Ekim 2007 tarihinde
Meclis’ten verilen yetki) dayandığı Anayasa’nın 92. Maddesi, açıkça “savaş”la
ilgili. “Kaza” diyenler, ancak savaşa özgü bir kaza olduğunu da kabul eder.
“Savaş” halindeki öldürme buyruğu, zaten “binlerce metreden Ahmet mi Mehmet mi
belli olmayan”ları öldürme buyruğudur. Bir egemenlik işlemi. “Bu bölge terör bölgesidir. Halkın, sivilin
oturduğu bir bölge değildir. Böyle bir bölgede Silahlı Kuvvetler bu Ahmet mi
Mehmet mi bilemez ki?” sözü, belli bir bölgede bulunmanın “ölmek” anlamına
geldiğinin itirafıdır sadece; “terör bölgesi” denilen yerde “halkın, sivilin” o
kadar da halk ya da sivil görülmediğinin itirafı. Bir başka egemenlik işlemi. İstisna
halinin, olağanüstü halin sadece yöntem ve kişileri değil, yerleri de kapsama
alabileceğinin daha bariz örneği az bulunur.
“ÖLDÜRÜLECEK DOĞRU İNSAN” YARIŞI
Artık “buyruğun sahibi”ne gelebiliriz: En geniş anlamıyla
devlet. Daireyi küçültelim: Devletin bir organı olarak hükümet. Hükümet kendi
kendine de vermedi. Meclis’ten “cinayet
sayılmayacak öldürme”ler için yetki istedi. Meclis verdi, sadece AK Parti
oylarıyla değil, CHP ve MHP’nin de oylarıyla. 17 Ekim 2007’de verdi, her yıl da
o tarihten önce yeniliyor.
Şimdi, “emri kim verdi, istihbaratı kim verdi, “hata”ya kim
yol açtı” türü sorular, soruşturma-koğuşturma yapanlar için doğru sorular. Takibinde
yarar var elbette. AK Partililer de bunu sorar, soruyor da. Peki bunu bulursak
neyi bulmuş olacağız? Savaşı bitirip barışı getirecek “suçlu”yu ya da
“suçlular”ı mı? Onları ayıklayıp savaşı kamilen, “hatasız” sürdürecek kadroyu
kurtarmış olmakla mı övüneceğiz sonra da? Böylece Meclis’ten verilen yetki aklanmış
mı olacak? Sadece iktidar partisi değil, yetkiye şevkle evet diyen CHP ile MHP
de aklanmış olacak, öyle mi? CHP ve MHP, AK Parti’yle “doğru insanları biz
öldürürüz, siz beceremiyorsunuz” mu diyor, siyasal strateji olarak?
ÇELİK DİSİPLİNİ BOZAN TELAŞ
Meclis yetkisi, “öldürülmesi ceza hukuku konusu olmayacak insanlar”
yaratmıştır. 1990’ların karanlığını da bu türden buyruklar yaratmıştı. Bu
türden şeyleri tekrar yaşamak istemeyen, “öldürülmeleri ceza hukuku alanına
girmeyecek” yurttaşların olmadığı bir statükoyu arar.
Uludere konusunda hükümetteki sinir ve telaş, tek parti
dönemini kıskandıracak çelik disiplini bozan, partililerin birbirine kamuoyu
önünde cevap vermesine yol açan sinir ve telaş, emir-komuta zincirinde “hata
yapan” birilerini koruma siniri ve telaşı değil. Kürt sorununda seçilen
yöntemin, AK Parti’nin “açılım” türküsünü çabuk bırakıp hızla eklemlendiği 30
yıllık yöntemin baştan aşağı hatalı olduğunu gizleme telaşı. “Muğlalı kompleksinden
kurtuldum” derken, kendi yarattığı “Uludere kompleksi”ne batmanın telaşı.
Yorumlar
Yorum Gönder