Gülüşünden tanıdığımız bakan: Kenan İpek
Adalet Bakanı Kenan İpek,
gülüşüyle kalıcı bir ün sağladı kendisine.
Bakanın gülüşüne iyi bakılırsa,
Konya Stadı'ndaki bayram havası görünür.
gülüşüyle kalıcı bir ün sağladı kendisine.
Bakanın gülüşüne iyi bakılırsa,
Konya Stadı'ndaki bayram havası görünür.
Görevleri, yetkileri vardı, artık özel bir ünü de var. Gülümseyişi. Refleks dedi. Ani cevap, otomatik cevap anlamında, düşünmeden. Refleks, vücudun koruma mekanizması. Neyi koruyordu? Neden korunuyordu?
Niye güldü Adalet Bakanı Kenan İpek? Yanında oturan İçişleri Bakanı Selami Altınok'a, Ankara katliamı nedeniyle sorulan, "İstifa edecek misiniz" sorusu üzerine güldü. Birkaç saniyelik bir gülüş gelip geçti yüzünden. Gülüş geçti ama etkisi kaldı.
İnsan güler. O da güldü. Çok az gülüş bu kadar tartışıldı. Daha da tartışılacak. Geçici hükümetteki geçici bakanlık görevi geçecek, o gülüş geçmeyecek. Kendisini mühürledi. Yaşam öyküsünü mühürledi.
Kenan İpek, bir hukukçu. İstanbul hukuk mezunu. Adalet bürokrasisinde yıllar geçirdi. Bu çok ciddi ve doğası gereği asık suratlı (mahkeme duvarı gibi surat lafı, hakim ve savcıların duvar olduğunu da ima etmiyor mu?) teşkilatın önemli kademelerinde çalıştı. Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü gibi. Cumhuriyet kurulduğundan beri hep çok önemli olmuş bir kurum. Hapisleri yöneten bürokratı hemen her dönemde kamuoyunca bilinen bir isimse, o ülkede hapislerin anlamı cezadan çok siyaset dairesindedir. Başbakanı, Cumhurbaşkanı hapis yatmış biri neticede. Hapis yatmak da yatırmak da önemli yani.
Müsteşarlığa geçiş
2013’ün son günlerinde, son saatlerinde birden bire müsteşar koltuğuna oturtuldu. Hapis yatıranların hapis yatmaya başladığı günlerde: Hükümet, eski iktidar şeriki Fethullah Gülen cemaatiyle devlet imkanlarını kullanarak kapışırken, HSYK’da arzuladığı değişiklerin mühendisliğini Kenan İpek’e verdi. Başarılı olacak ki, 12 Eylül’ün tuhaf icatlarından “bağımsız bakanlık” koltuğuyla taltif edildi. Bağımsızlık, iktidara bağlılıktan başka ne anlama gelmiş ki? Siyasete girmeden siyasete girdi yani. Bir savcıyı tehdit edişine ilişkin iddialardaki tüm özellikler, yargıdaki hastalıklardan çok çektiğini de gösteriyor, aldığı dersi veriyor gibiydi. Elbette iddiaları kabul etmedi.
Gözaltıların bakanı. Gözaltı ve tutuklamalar. Gülen cemaatine yönelik operasyonlarda yargının yeniden düzenlenişinin şantiye şefi. Basın toplantısında birlike oturduğu İçişleri Bakanı Selami Altınok da aynı şantiyenin polisteki restorasyon biriminin başındaydı. Bakanlık, ödülleri. Marifet, iltifata tabidir.
Gözaltıların iki atlısı
Bu tandem şu günlerde yine faal:
Sabah, öğle, akşam ve geceyarısı gözaltı var. Furyanın iki atlısı. Belediye Başkanları, Baro Başkanları, HDP'nin il, ilçe başkanları, yöneticileri...
Kendileri geçici, işlemler kalıcı.
Bağımsız. Bağımsız ve çok da öngörülü: Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi'nin daha savcılığa gönderilmeden hakim önüne çıkarılacağını biliyordu. Bilmezden bile gelmedi. Tahir Elçi'ye karşı ilk bağımsız ve tarafsız işlemi değil, bakanlık koltuğuna oturduğu 6 Mayıs'tan sonra yaptığı ilk iş Elçi'nin yargılanmasına izin vermekti.
Paralel yapılar
“İdeolojiler üstü bir duruş”tan bahsetmeyi seviyor. Gururla. Yani üstün gelmiş, galebe çalmış ideolojinin idare heyetinde yer aldığını iyi biliyor. Yerini biliyor.
İdeolojiler üstü sözüne vurgusu, son 13 yılın iktidar partisiyle kurduğu ve yükselişini açıklayan ilişkilerin kendi biyografisindeki yerine de vurgusu anlamına geliyor. “Ülkücü kökenli.” Fakat bu köken, Türk-İslam sentezi denilen tahtırevallide hangi tarafın daha ağır bastığını gösteriyor zaten; tersinir iki siyasal akım. Karşıtlar, karşı kutuplar olmaktan çok, karşı be karşı duran odaklar. Paralel yapılar.
Hukuksuzlukların insanları mağdur edeceğine inanmayanlardan o da, ona göre hukuksuzluklar önce millete, sonra devlete zarar veren şeyler. Devlete karşı bir hukuk, onun için anlaşılmaz. Bir İdris Naim Şahin değil elbet, ideolojik akrabalıkları varsa da belagat ilkeleri farklı.
12 Eylül destekli başarı
Rize Pazar'lı. Fakat İstanbul Fatih'te yetişmiş. Fatih-Harbiye romanının Fatih kısmından. Oruçgazi Ortaokulu ve Pertevniyal Lisesi'nde okumuş. 12 Eylül öncesinde savcıların, emniyet müdürlerinin, sıkıyönetim komutanlarının gözüne diken gibi batan Pertevniyal’den solculaşmadan çıkmak ya da ülkücü olarak Pertevniyal’i bitirmiş olmak, hayat öyküsündeki en önemli bireysel başarı sayılabilir. Gerçi 23 yaşında bitirmiş ama yine de başarısızlık saymak pek doğru değil.
Bu başarıda 12 Eylül’ün payı büyük muhtemelen. 12 Eylül, işçilerin (ve devrimci sosyalistlerin) ağlamaya, patronların ve bürokratlarının gülmeye başladığı 12 Eylül. Patron sendikası ağası Halit Narin'in gülüşüyle mühürlü 12 Eylül. Kenan Evren de çok gülerdi meydanlarda, "Asmayalım da besleyelim mi" dediğinde de gülüyordu.
Gücün gülüşü. Nietzsche'nin Zerdüşt'ünden: “Tamamen öldürmek isteyen kahkaha atar. Öfkeyle değil, kahkahayla öldürür insan.”
İstifa edebilir mi?
Kenan İpek'i güldüren güç müydü? Gücün gülüşü? Sahip olduğu değil belki ama arkasında duran gücün. Patrimonyal bir bürokratın gülüşü. Onların görevden alınmaları ya da göreve gelmeleri kendilerine bağlı değildir. İstifa edemezler. Kelleleri gidebilir ama. Nice vezir gelip gitmiştir bu usulle. İstifa edecek misiniz sorusu, gülmeye yol açan saçmalıktır o zaman.
Gülüşün mührü, yerini belli ediyordu belki de. Gülüş çünkü, durulan yeri gösterir; gözyaşı gibi.
Gülüş ve gözyaşı. Düğün ve cenaze. Bayram ve yas. Kıvanç ve tasa. Sevinç ve keder. Bireyselde de toplumsalda da hususi bir tanışıklıkla bağlantılıdır. Bir yakınlığa.
Biri ağlarken biri gülüyorsa, biri cenazedeyken biri düğün yapıyorsa bir yaslıyken biri bayram havasındaysa biri tasalıyken biri kıvanç içindeyse biri kederliyken biri sevinçliyse o biri ile diğer biri ya birbirine tamamen yabancıdır, biri birinden habersizdir ya da düşmanlık vardır gündemde; o ana kadar yoksa da o andan itibaren başlayacak düşmanlık. Yok, düşmanlık yoksa, ağlayanla ağlayamasan bile gülmezsin de. Adabı muaşeret derdi eskiler, nezaketen. Güldüğünü göstermezsin. Niye göründü? Sahada, iktidar şantiyelerinde yıllar geçirmiş biri olarak, spotlar altında rolüne yeterince adapte olamadığından.
O gülüş, bir birleşmenin değil ayrışmanın gülüşü. Kökten yabancılığın değil belki ama yabancılaşmanın.
Ankara, Konya, Roboski
O meşum gülemseme, bir mühür olduğu kadar bir pencere de. Ağlayanların safıyla gülenlerin safını gösteren bir pencere. O bir kaç saniyeye iyi bakınca, Konya’da bir stadyum dolusu insanın Ankara’da ölenler için saygı duruşuna sözel saldırısının uğultusu görünür. Gözyaşının sel olduğu yerde gülüş nasıl yabancı duruyorsa, yabancıyı işaret ediyorsa, tasanın ruhu ezdiği yerde kıvanç da yabancı durur, yabancıyı işaret eder.
Konya Stadyumu, yabancıların, yabancılaştıklarının, yabancı saydıklarının ölümüne saygı duymayı reddediyordu açıkça. Zaten saygı duruşu orada durdu, stat yasın değil bayramın yeriydi. Atılan goller, parçalanan bedenlerden daha önemliydi.
Bakan, "Refleks" dedi kendi gülüşüne, çok zorlanırsa Konya Stadı'ndaki "milli refleks" olarak temize çekilir.
Roboski’den sonra da görmüştük bu soğuk gülümsemeyi. Dönemin AK Parti sözcüsü Hüseyin Çelik, benzer bir soru üzerine aynı refleksi göstermişti. Sadece acıların paylaşılmadığını göstermiyordu, acılara karşı neler yapılabileceğine dair hiçbir fikrin de paylaşılmadığını gösteriyordu. Bir paylama gülüşüydü, en özeti.
Paternalist otoritenin soğuk, paylayıcı gülüşü.
Tatlı suyla tuzlu suyu ayıran ince çizgiydi bu iki gülüş. Hem ayrımın yerini gösteriyor, hem de ayrımcılığın yerini.
Baudelaire, gülmeyi tepeden bakmayla ilişkilendirir; “Gülen kişinin tepeden bakışı, kendi zayıflığının farkında olmayan insanın bilgisizliğidir.”
İcranın başındakileri, en başındakileri izlerken gördüğümüz gülüşler, gülümsemeler, kahkahalardan geçici bakanın payına ancak birkaç saniyelik pay düşer. Refleks.
Yunus ile bitirelim:
Sakın gülme sen ona, iyi değildir sana,
Adam neye gülerse, başa geleğen olur
Adam neye gülerse, başa geleğen olur
Yorumlar
Yorum Gönder