Sokağı sokak yapan meyhane
Çok zaman geçti. 1995'te,
Beyoğlu dergisi için yazılmış bir yazı.
Mini Meyhane artık yok.
Benzerlerini yok etme
prosedürü de yürürlükte.
Şimdi yazar mıydım
böyle bir şey bilmiyorum,
yazsam da böyle yazar mıydım,
bilmiyorum. Olmuş
bir kere işte,
iyi okumalar, meraklılarına...
Beyoğlu'nun 'meyhaneler
sokağı' Nevizade'nin bir ucu Balıkpazarı'na, diğer ucu Mini Meyhane'ye dayanır.
Balıkpazarı, hakkında yabancıların bile ayrıntıyla konuşabilecekleri kadar
tanınmış, İstanbul'la ilgili her rehberde, her kitapta, her anıda, kendine yer
bulmuş, kentin tarihi, turistik, kültürel nostaljik... ve çok meyhaneli
sokaklarından biridir.
Bütün canlı görüntüsüne
rağmen, en cıvıl cıvıl denilecek dakikada bile her an bir kartpostal
enstantanesi olarak donmaya hazır duran Balıkpazarı'ndan Nevizade'ye
girildiğinde büyük bir atmosfer değişikliği yaşanmaz: Klasik İstanbul
meyhaneleri ile turistik içkili lokanta arasında yer tutan mekanların ve bu
mekanların sokaktaki uzantısı olan masa ve sandalyelerin etrafında müşteriler,
garsonlar, seyyar meze satıcıları, gül, karanfil ya da mendille ticarete
fırlatılmış çocuklar, fotoğrafçılar, içkili eğlenmenin bütün icaplarını iyi
ezber etmiş bir biçimde konuşur, bağırır, ısmarlar, getirir, içer, döker, şarkı
söyler... dururlar.
Sokağın alt tarafında
ise bütün havası farklı ve bütün havayı farklılaştıran Mini Meyhane yer alır.
Nevizade biraz turistik, çokça kalantor bir kapalıçarşı değil de bir sokaksa
eğer, sadece Mini Meyhane'nin bulunduğu yer itibarıyla sokaktır: Sokak
köpekleri, sokak kedileri ve sokak çocuklarıyla sokağın değeri hakkında eşit
olmasa da ortak sayılabilecek duygu ve düşünceleri (Çoğu için sadece söylemden
ibaret de olsa) paylaşanların uğrak yeridir burası. Aydınlık, yüksek masalı,
yüksek sandalyeli eğlenmenin ya da eğlenme taklidinin neredeyse zorunlu
sayıldığı, masaların donatıldığı Nevizade mekanlarının müşterileri; loşluğun,
daha doğrusu düşkünlerin siluet olarak salındığı arka sokak karanlığının başladığı
sınır aydınlığında, sakin ya da hüzünlü durmanın abes kaçmadığı, eğlenmenin
şart olmadığı Mini'nin ise müdavimleri vardır. Karşısındaki bitmek bilmeyen
inşaatın koruma çitlerindeki kireç badananın üzerinde biri Kavafis'ten
alıntılanmış, diğeri kısas bilgeliğinin mürekkebinden damlamış iki grafitti
durur.
Kavafis'ten olan önce:
Nasıl tükettiysen ömrünü bu şehirde/öyle tükettin demektir/dünyanın bütün
şehirlerinde... Bu graffiti, müdavimlerinin kimliğine, ilgi ve bilgilerine,
hayat hakkındaki tutumlarına ilişkin en sağlam ipucunu sunar.
Diğerinde şunlar yazar:
Sev/seni/seveni/sevme/seni/sevmeyeni. Bu duygusal ve kısas yollu şantaj ise
müdavimleri için bir ironi; sokağın, dolayısıyla da Mini'nin demirbaşı
sayılabilecek, gelenden geçenden öİçki için bozukluk isteyen zararsız düşkün
Dumrul'ların dünyasına ait bir nakarattır.
Düşkünler, kediler ve
köpeklerle birlikte sokağın bu başının demirbaşıdırlar. Mini'nin taburelerinde
demlenenlerle kedilerin, köpeklerin ve düşkünlerin dünyaları aynı olmasa da
yıldızları genellikle barışıktır. Onlardan herhangi birinin boşalan şarap
şişesini kuytuluk bir noktaya fırlatıp kırdığında çıkan ses, Mini'nin
müşterilerinin ya da mekancılarının sakarlığından çıkan sesten farklı
algılanmaz. Ürken, derin bir dalgınlık içinde değilse eğer, kendini daha baştan
bu dünyanın çok dışında sayandır.
Mini'nin içerisi, en
sıkışık yere alışkın olanların bile kolay kolay oturamayacağı kadar dardır;
kışın, ancak dostların sırt sırta durabilecekleri bu mekan aslında mutfağın bir
parçasıdır: Meyhane ise sokaktadır, daha doğrusu, sokaktır.
Mini meyhane, diğer
mekanların `yüksek irtifa'lı dünyası ile (masaları yüksektir ve sokak,
masaların bulunduğu taraflara doğru ayrıca yükselir) doğrudan doğruya
kaldırıma, kedilerin ve köpeklerin yanına serilmiş olan düşkünlerin sıfır
noktası arasında durur.
Bir sahnesi tantanalı
sefahatin diğer sahnesi kesinleşmiş ve kanıksanmış bir sefaletin dünyasını
yaşayan bu tiyatroda, bir gözü sohbetin tadında, bir gözü bu tuhaf uçurumun
boşluğunda duranların tercih ettiği bir locadır Mini.
Bira yudumlayıp iki
sahne ile aradaki geçişleri izlerken ve taburenin etrafında gezen kedi ya da
köpeğin tüylerine dokunurken, bir yabancıya Artaud'nun vahşet tiyatrosunun orta
yerinde olduğunu duyumsatacak şekilde, bir kat yukardan sokağın orta yerine et
ve ciğer parçaları düşebilir: Kat sakinleri, sokaktaki dört ayaklı dostlarının
yiyeceğini atıyordur.
Müdavimleri ağırlıklı
80'li yıllarda ortaya çıkan, entelektüel eğilimli, bağımsız sol politik
tutumlar geliştirmeye çaba sarf eden, sanat ve edebiyatı hem yeni bir dünyanın
anahtarlarından hem de başlı başına yeni bir dünya sayanlar, yani Beyoğlu'nun
şimdiki çehresi oluşurken önemli roller üstlenenler, veya en azından onlarla
aynı meşrebi taşıyanlardır. Mini meyhanenin bütün masalarından birbirine her an
geçiş olabilir, ama bu geçişin altında meyhane muhabbetinin tuhaf cazibesi
değil, benzeş ülküsel ve söylemsel seçimleri yapanların yüzlerinde yazılaşmış
çizgilere aşinalıkları yatar. Kaldı ki, bu ruhsal tanışıklığın da ötesinde,
oturanlar doğrudan birbirini tanımasa bile, çok sayıda ortak tanıdığa
sahiptirler: Kimi zaman somut, bugün yaşayan insanlar olarak kimi zaman da bir
kitabın, bir kaset veya CD'nin içinde yaşayan (bugün ya da her zaman) insanlar
olarak... Kavafis gibi, örneğin...
Yorumlar
Yorum Gönder