Barışın hukuku savaşın hukuku
Mevcut hukuk,
bu savaşın bitmesini değil,
sürmesini öngörür.
Bir barış inşa ediyorsak,
o barışa uygun hukuku da
inşa ediyor olmalıyız.
Bir hukuk tartışmamız var sanki. Sanki diyorum, çünkü bir
varmış bir yokmuş gibi duruyor. İlgililer de bir varmış bir yokmuş gibi
yapıyor. Karşılıklı laflar gelip gidiyor, sert, ağır laflar.
Tuhaf olanı da şu ki laf çok ama gerçek bir tartışma da yok.
Kararlar belli. CHP ve MHP “Her şey hukuksuz” diyor. Onlara göre hukuk, barışa
karşı bir şey. İdeolojileri böyle buyurduğu için söylüyorlar ama haklı
oldukları bir yer de var! Bu iki parti belki sadece savaşın devamı için söylüyor,
belki sadece AK Parti’ye karşı söz söylemeye kendilerini mecbur sandıkları için
söylüyor, aynı kapıya çıkar, ama haklı oldukları yer şurası: Mevcut hukuk barışa
karşı! AK Parti ise her şeyin hukuka uygun olduğunu söylüyor, fazladan bir
kanun filan gerekmediğine emin, çok emin konuşuyor. Ama yanılıyor. Çok
yanılıyor.
Sahiplerin hukuku
İlk tutum son derece anlaşılır: MHP fatihlerin toprağını,
CHP kurucularının mirasını sadece kendilerinden olan yesin, sadece
kendilerinden olan, kabullerini kabul edenler o mirasa ortak sayılsın istiyor. İki
partiden deklare ve dümdüz milliyetçi olanı da sözüm ona bilimsel gevelemelerle
işi yürütmek isteyeni de tek şey istiyor, bu anlamda tek partidirler: Belki
yarın belki yarından da yakın herkesin Türkçe konuştuğu, “Ne mutlu Türküm” diye
bağırdığı, boş vakitlerini Tekir yaylasında ya da Anıtkabir’de marşlar
söyleyerek geçirdiği bir Türkiye Cumhuriyeti.
Biri daha çok ekonomik ve kültürel fakirlere diğeri daha çok
ekonomik ve kültürel zenginlere sırtını yaslayan iki partinin bu tutumu fazla
konuşmaya değmez. Şunu belirtmek yeter, mevcut hukuk onların babalarının
malıdır, paşa gönüllerine göre yapılmıştır ve bu hukuku değiştirmek isteyenle
savaşmaya onlar hazırdırlar. Kendileri savaşmaz elbette, yoksul halk çocukları
ne güne duruyor?
Hukuk değişmezse ne olur?
Tutumu önemli olan, konuşulması gereken iktidardaki
partidir. O parti, her sözüyle her fırsatta mezkur iki partiden ayrıldığını öne
sürüyor. Fakat ne hikmetse, “hukuk hiç değişmeden bu iş olur ve olursa da
hukuka uygun olur” türü bir fikriyatla işi götürmeye çalışıyor.
Biraz ara verelim: Bir yerde hukuk varsa, orada en az iki savaş
vardır. Biri bitmiş, o hukuku kuran savaş. Bir de o hukuk dolayısıyla başlama ihtimali
olan savaş. Hukuk bitmiş savaşın güç dağılımıyla kurulur. Hukukun dibinde,
kökünde yatan şiddet, onun işlemesi için gerekli olan şiddet, bitmiş savaşın
düzenlediği şiddettir. Adına derler statüko.
Sürmekte olan ve bitirilmeye çalışıldığı söylenen savaş,
Kürtsüz (Aslında sadece "Türk" olan, sadece "Türklerden" oluşan, bugün kala kala "Kürtler" kaldığı için "Kürtsüz" diyoruz, yoksa 1915 soykırımını unutarak konuşamayız) bir toplumu düzenleyen hukukun yol açtığı savaştı. Daha doğru ifadeyle,
devlet Türklüğü dışında hiçbir şeyi tanımayan bir hukukun yol açtığı savaş. Bu
hukukun tarihinde soykırımlar, kırımlar, kıyımlar yatar. Şimdi karşı karşıya
olduğumuz soru şu: Böyle bir hukuku değiştirmeden süren savaş bitirilebilir mi?
Anayasa tartışmasının özü de bundan ibarettir: Herkesin Türklüğü kabul ettiği
bir toplum tasarımının temel sözleşmesi olarak anayasa, Türklüğü kabule her tür
baskı ve zora (ünlü üçlü: inkar, imha, asimilasyon) rağmen direnen Kürtlere
yönelik tutumun değiştiğinin belgesi olarak değişmek zorunda.
‘Garanti’ ne?
Mevcut hukuk, bu savaşın bitmesini değil, sürmesini öngörür.
Ona göre Kürt varlığının, kimliğinin devamı için hiçbir hak ve özgürlük
mücadelesi kabul edilemez. Silahlı ya da silahsız fark etmez. Şu anda
Türkiye’den çekilme sürecinde olan PKK militanlarının varlığına karşı değildir
sadece bu hukuk; bütün Kürt hareketine, Kürt kimliğine sarılan bütün
hareketlere ve bu konuda Kürtlerle dayanışma içinde olan hareketlere de
karşıdır. Yasalar, onlara cezaevi ve mezar dışında bir yer açmıyor. O yüzden
ikisinde de çok can yatıyor. Bütün “demokratikleşme” yasalarına rağmen durum
hala bundan pek ileri değil.
İktidarın “Silahları bırakın ve çıkın, garantisi biziz”
söylemi, mevcut hukukun, sensörleri savaş için inceltildikçe inceltilmiş
hukukun bir garanti sağlamadığının en önemli kanıtı zaten. “Garantisi hukuktur”
denilemediği için, “Garantisi biziz” deniliyor.
Tuhaf bir ısrar
Sürecin hedefi barış ve demokratikleşmeyse gerçekten,
sürecin her aşamasına savaşı sürdürmeye ayarlı hukuktan savaşı bitirmeye ayarlı
hukuka geçiş eşlik etmelidir. Hükümetin silahları aradan kaldırmak için
giriştiği iletişimdeki cesaret ve ısrarla bu iletişime bir hukuk eşlik etmesine
direnmedeki cesaret ve ısrarı birlikte tuhaf duruyor. Tuhaf, çünkü bu haliyle:
Onlar silahı bıraksın, biz hakları, hukuku konuşuruz söyleminden fazlasını vaat
etmiyor, tüm tantananın aksine. Söz konusu söylemse “Teslim olsunlar”cı
söylemin yerine “Çekip gitsinler”den fazlasını getirmiş olmuyor. Böyle değilse,
yani hükümet statükoyu gerçekten yenileyecek, silahın olmadığı ve bir daha
gerekmediği şekilde yenileyecek bir yoldaysa, bunu temin edecek hukukun inşası
da başlamış olmalıdır.
Erdoğan hükümeti, mevcut hukuku askıya alarak gerçek bir
egemen olduğunu dosta düşmana gösteriyor; fakat askıdaki hukukun yerine bir
hukuk inşasına girişilmediğinde, yani peşine düşülen, arzulanan barışın hukuku
kurulmadığında statükonun hukuku galebe çalar. Hasılı, elini çabuk tutması
gerekenler, sadece dağdan çekilenler değildir, istediğimiz barışsa. Ortak bir
gelecekse. Topraklarımızdaki sorunları silah kullanmadan çözmeyi kural haline
getireceksek. (21 Mayıs 2013, Radikal)
Yorumlar
Yorum Gönder