İddiasız iddianameler
İnsan bir iddianame ile karşı
karşıya kaldığında, bütün ciddiyetini takınır. Takınmak
zorundadır, zira biri ya da birileri hakkında bir takım iddialar
söz konusudur. İddialar sabit ise o kişi ya da kişiler ceza
alacaktır: Hapis. Bazen çok ağır olabilir bu cezalar,
"ağırlaştırılmış müebbet" gibi.
Ağırlaştırılmış müebbet, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin tespit ve ilan ettiği gibi, "umut ilkesi"ni yok eden, insan hak ve özgürlükleri bakımından kabulü mümkün olmayan bir cezadır. Türkiye, sözüm ona idamı kaldırmış, ama kaldırmaya gönlü elvermediği için de bu ağır cezayı icat etmiştir. "Zindanda çürütme" ilkesi, bir monarşik ceza ilkesi olarak, modern ceza hukuku anlayışına kökten karşıdır.
Ağırlaştırılmış müebbet, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin tespit ve ilan ettiği gibi, "umut ilkesi"ni yok eden, insan hak ve özgürlükleri bakımından kabulü mümkün olmayan bir cezadır. Türkiye, sözüm ona idamı kaldırmış, ama kaldırmaya gönlü elvermediği için de bu ağır cezayı icat etmiştir. "Zindanda çürütme" ilkesi, bir monarşik ceza ilkesi olarak, modern ceza hukuku anlayışına kökten karşıdır.
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül hakkında da
ağırlaştırılmış müebbet, sonra da müebbet ve ekstradan 30
yıl isteniyor. Bir ağırlaştırılmış müebbet, hayat karartmak
için yeterli. Hal böyleyken, insan hiç değilse "hayat
karartma" ya da "zındanda çürütme"yi hak eden, hiç
değilse, suç ya da suçlar işlemiş olmaları gerektiğini
düşünür.
İddianemeyi okuyunca, okurken, daha
"suç tarihi" başlığında şöyle bir duruyor insan: Suç
tarihi, 2 Aralık 2013'ten başlıyor, 11 Ocak 2016'ya kadar gidiyor.
11 Ocak 2106? İyi ama bu insanlar 26 Kasım 2015'te tutuklanmadı
mı? Bunlar nasıl insanlar ki, cezaevinde (yani zındanda) oldukları
iki ay boyunca suç işlemeye devam etmişler? Madem suç işlemeye
devam edebiliyorlar "içerde"yken, niye içerdeler?
İçerdeyken haber yapamadıklarına, yazı yazamadıklarına göre
nasıl suç işlemişlerdir? Yoksa "suç" bu insanların
fiilleri değil de "varlıkları" mı? Ceza Kanunlarına
göre fiiller suç olabilir, fakat varlık, var olma, suç olamaz,
okullarda böyle öğretirler çocukları. Madem öyle bu ne?
Bu, şu: Karşımızda bir iddianame
yok. İlk delili, zaten bu suç tarihi.
Fakat bununla sınırlı değil. Dahası
var.
İddianameyi okurken, ilk 100 sayfa
içinde kimin neyle suçlandığına dair bir fikir edinebilmek
mümkün değil. İkinci 100 sayfa bitince de durum aynı. Ve aslında
tamamını okuduğunuzda şöyle bir durum çıkıyor ortaya: Can
Dündar ve Erdem Gül'ün hapsedilmesi, hapsedilme ne, zındanda
çürütülmesi, kahredilmesi isteniyor, fakat söz konusu edilen
yazı ve haberleriyle istenen suçlar arasında bir bağ yok. Biri
çıkıp, Can Dündar ve Erdem Gül'ün aslında sanık bile
olmadığını öne sürse, haksız çıkmaz. Bu tabii ki çok
tehlikeli bir durum, çünkü biri çıkıp herkesin bu iddianemeye
göre bir ağırlaştırılmış müebbet, bir müebbet ve bir de 30
yıl hapisle cezalandırılması gerektiğini öne sürebilir. Herkesin, mesela Cumhuriyet Gazetesi okurlarının tamamının!
İddianameyi okudukça, öğrendiğimiz
şey, zaten bildiğimiz şeyler: Efendim, işte Fethullah Gülen adı
etrafında var olan topluluk, devletin içinde, devletin imkanlarını
kullanarak, devletin diğer görevli ve yetkililerinin telefonlarını
dinlemiş, kaydetmiş, onları takip etmiş, onlar aleyhine işler
yapmış. Bunlar hakim, savcı, polis filan. Buralarda iyi bilinen
ayrıntılar tekrarlanıp duruluyor iddianame boyunca. Aynı cemaatte
gazeteci ya da yazar olarak var olan (Ekrem Dumanlı ve Emre
(Emrullah) Uslu en çok zikredilen iki kişi) birçok kişi, bu
kamudaki kişilerle beraber, çeşitli kamu görevlilerine ve devlet
yetkililerine zararlar vermiş, suçlar işlemiş... Bunlarla Erdem
Gül ve Can Dündar arasındaki bağ? O kavganın sonucu ya da konusu
ya da alanı hakkında haber yapmışlar, yazı yayınlamışlar.
*
İddianame, bu haliyle malum KCK ve
Ergenekon/Balyoz operasyonlarının iddianamelerinin tekniğiyle
hazırlanmış: Hani şu, bu iddianamede "FETÖ/PDY"
(Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması) adıyla
kovuşturulan cemaat ile hükümetin ortak olduğu zamanlardaki ortak
işlerindeki teknik. Öküz öldü, ortaklık bitti, ama çift sürme
yöntemi hâlâ aynı.
Bir benzerliği daha var bu
iddianamenin, bu "kanunu uygulama biçimi" ile bu dönemin
kanun çıkarma biçimi birbirine çok benziyor. "Torba"
kanun tasarılarından ilhamla hazırlanmış bu iddianemeler "torba"
iddianame de diyebiliriz. Aklınıza ne gelirse, kimi mahvetmek istersen, doldur torbaya, torbayı doldur, yürü mahkemeye.
*
1990'larda, şu ünlü hukuk
mezbahaları olan DGM'ler bu düzeye ulaşamamıştı: Onlar,
işkenceyle elde edilmiş deliller ya da sadece polis fezlekelerine
dayalı bilgiler eşliğinde çalışmayı seçerdi. Şimdi,
işkenceye gerek yok, çünkü delile gerek yok! Çünkü suç ile
suçlu arasında bir bağa gerek yok. Tek bağ gerekli: Hükümetin,
iktidarın hoşlanmadığı kişi ya da gruplardan olma ya da olmama.
Tıpkı 90'larda "faili meçhuller" yoluyla kanundan
kaçılırken olduğu gibi: Şimdi, faili meçhule, gözaltında
kaybetmeye gerek yok, alenen, kameraların eşliğinde, baka baka,
göre göre öldürmek mümkün. O zaman, işkenceye, faili meçhule,
hukuksuz kararlara sadece kamu görevlileri ve elbette bir kısım
medya ortak oluyordu; şimdi ise hukuksuzluklara herkes ortak!
*
Sur ve Silvan için hazırlanan
"özyönetim iddianameleri" de aynı. KCK/PKK ile
sokaklarda eylem yapanlar ve belediye başkanları, uzun, karışık
ve devletin resmi kurgusuna dayalı öyküler eşliğinde
birleştirilip, hepsine ağırlaştırılmış müebbet isteniyor.
*
Bunun adı, "siyaseti yargıya
havale etme", "siyaseti yargısallaştırma"dır.
Kanadalı düşünür Charles Taylor, siyaset ile hukuk arasındaki
farkı "sonuç"ları itibarıyla şöyle değerlendirir:
Hukuk iki sonuçludur, kayıp ya da kazanç, mahkumiyet ya da beraat.
Siyaset ise üç sonuçlu: Kayıp, kazanç ve uzlaşma. Üç sonuçlu
bir işi, iki sonuçlu bir aygıta gördürürseniz ne olur? Bir
sonuç ölür, imkansız hale gelir. "Uzlaşma" sonucu. Uzlaşmanın imhası,
siyasetin imhasıdır. Siyasetin imhası, savaşın başlangıcıdır.
Bu savaş, ister istemez devletin toplumuyla savaşı görünümünü
alır. 12 Eylül'de olduğu gibi, o zamanlar silahlı güç eşliğinde
toplum çok sevmişti paşaları, aynı paşalar yargılanacağı
zamansa itiraz eden yoktu. (12 Eylül iddianamesi de evlere şenlikti,
o ayrı...)
Hasılı, bu iddianamelerin bir iddiası yok. Hiçbir hukuki iddiası yok. Bu iddianameler, işlenmiş suçların aydınlatılması gibi amaçlar peşinde değil, işlenmekte olan suçların kaydı niteliğinde. Kaymakamlara verilen "gerekirse mevzuatı bir kenara koyun" talimatı yeni, ama yargının mevzuatı bir kenara koyma huyu eski. Çok eski. İstiklal Mahkemeleri kadar eski, en az.
Yorumlar
Yorum Gönder