Ekmekteki tehdit
Kimse
ama kimse bu devletin ekmeğini yiyip devlete kılıç çalamaz."
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan söyledi bugün, 6 Ocak 2015'te. Kan, gözyaşı,
tufan sürerken. Üç Kürt kadın politikacı kurşuna dizilmişken.
Bebeklerin cenazeleri defin edilememişken. Sokaklarda bekleyen ölüler
varken... HDP'li parlamenterler ve yöneticiler için.
Söz ona ait değil, anonim. Devletçi sağ aklı tanımamıza
yarayan, devlet, ülke, millet, vatan kavramlarına yurttaş,
yurttaşlık aleyhine normlar dayatılmasını öngören siyasi
anlayışların harcıalem sözü, alamet-i farikası. Bir anahtar söz.
Daima bir şiddetle beraber; ya geçmiş bir şiddeti aklamak için,
ya yürürlükteki bir şiddeti onaylamak, haklılaştırmak için,
ya gelecek bir şiddeti davet...
*
Çok
duyduk, daha çok duyacağız. Her duyduğumuzda, her söylendiğinde
bir kötülük ya icra edilmişti, ya icra halindeydi, ya da
yoldaydı.
Örneğin
Emin Çölaşan, 23 Nisan 2005'te Ermenilere bilmem kaçıncı
defa girişirken şöyle demişti, o zaman Hürriyet gazetesindeydi:
"Ama
ekmeğini yedikleri ülkeye utanmadan ihanet ettiler."
(Tanıl
Bora, bu anlayışa göre "ekmeğini yediği ülkeye ihanet"in
insanlığa karşı suçlardan daha büyük bir suç olduğunu
söylemişti.)
Aynı
Emin Çölaşan, aynı lafı 2 Kasım 2014'te, bu sefer Sözcü
gazetesinde kullanıyordu, bir hedefi Rumlar bir hedefi Kürtler
olacak şekilde:
"Ekmeğini
yedikleri ülkeye Kürtçülük uğruna ihanet ediyordu."
*
Hürriyet
gazetesi, Ertuğrul Özkök yönetiminde olduğu o eski güzel
günlerde, 20 Temmuz 1999'da, bir salı günü Ahmet Kaya için
şöyle yazmıştı o ünlü, o "şerefsiz" manşetinde:
"Şarkıcı
Ahmet Kaya, konser verdiği Münih'te ekmeğini yediği, paralar
kazandığı Türkiye'ye yine kin kustu. Şarkıcı,‘‘Arabamı,
şerefsizlerin memleketinde bıraktım’’ diyerek 64 milyonluk
ülkeye hakaret etti."
Bu
ekmek, Emin Çölaşan'la, Ertuğrul Özkök'le Erdoğan'ın
buluşmasını mümkün kılan bir ekmek, demek ki. Gerçi
Erdoğan'ın, Ahmet Kaya için gözyaşı da dökmüşlüğü de var
ama demek bu ekmekte ne varsa, insanı değiştiriyor işte.
*
Bir
"ekmek" örneği daha, bir ucu Ergenekon soruşturmalarına,
bir ucu Hrant Dink'e uzanan bir örnek.
Kemal
Kerinçsiz konuşuyor, buyrun:
"Bazıları
diyor ki bu işleri sizlerin yapmaması gerekir. Misal olarak
verirsek Lagendjik’in şikayeti, Orhan Pamuk’un Ordu’ya
hakaretleri, Hrant Dink’in Türklüğe hakaretleri ve buna benzer
birçok davayı, belki de yirminin üzerinde davayı takip etmek
durumuyla karşı karşıyayız. Maalesef eğer görevliler ortaya
çıkmazsa, eğer Türkiye Cumhuriyeti’ni korumakla, kollamakla
görevli olan Cumhuriyet savcıları kendilerini bu hadiseyle görevli
addedip bu soruşturmaları yapmazlarsa, elbette bu vatanın
ekmeğini yiyen Türk evlatları, Türk hukukçuları
çıkacaktır."
*
Ermeni
soykırımı için bir gerekçe, ekmeğini yemiş olmak, yemek. Ahmet
Kaya için sürgün ve sürgünde ölüm sürecinin işaret fişeği,
aynı ekmek.
Hrant
Dink için gazetesinin önünde toprağa düşmek.
Tehlikeli
bir ekmek. Tehditkâr. Fakat
bu defa söyleyen bir sokaktaki linç güruhu değil, bir ırkçı
yazar değil, bir şoven yayın yönetmeni değil, bir ultra
milliyetçi avukat değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin
cumhurbaşkanı. Sokaktaki ayrımcı saldırganlıktan devletin en
üst kademesine kadar iş gören bu ekmek kullanılırken devlet
yerine bazen millet, bazen ülke, bazen vatan, bazen Türkiye
konuluyor. Bazen de patron oluyor, malum, "ekmeği yenilen." Ekmeğini yiyenin, sesini çıkaramayacağı...
*
Bu
ekmeğin en önemli özelliği, yiyene ait olmayışı: Ben ne
yaparsam yapayım, ne kadar çalışırsam çalışayım, ne kadar
üretirsem üreteyim, o ekmek benim olamıyor, bana ait değil, bana
verilmiş oluyor hep. Bir ihsan. Bir lütuf. Bir iyilik. Bazen
"millet" veriyor, bazen "devlet" veriyor, bazen
"ülke" veriyor, bazen "vatan" veriyor, bazen
"patron" veriyor. Eskiden padişah verirdi.
Tanıl
Bora'nın deyişiyle: "Bu söz, minnete borçlu kılan buyurgan
bir ilişkiyi imâ ve tamim eder. Ola ki ‘sahici’ bir sadakati,
vefayı da maddîleştiren, bir bağımlılık, bir borç olarak
kuran bir dil hüküm yürütür bu sözle." (Yazı için tıklayınız)
Söz,
lumpeninden elitistine, ırkçısından İslamcısına sağ siyasal
akımların tahayyül ettiği toplum ve devlet yapısının
gerektirdiği hiyerarşiyi güvenceye alır: Hep yabancının, hep
dışarda kalmaya mecbur olanın, hep dışlananın, "vatan"a,
"millet"e ait/dahil olmayı hiçbir zaman başaramayacak
olanın, kendisine bu kapı kapatılanın başını kaldırmasını
yasaklar söz. Hak isteyen işçi, hak isteyen Kürt, hak isteyen Ermeni, hak isteyen her kimse, ona yasak. Elbette yasağın yürürlükte
kalabilmesi için gerekli şiddet eşliğinde.
Bu
ekmek, ağır bir tehdit, "Bu ülkenin (devletin, patronun,
reisin, şahın, efendinin) ekmeğini yiyorsun" lafını
duyduğunda, şunu duymuş oluyoruz: Bu ülke, devlet, millet, her ne
haltsa, senin değil, sana ait değil, onun koşul ve kurallarına
uymak zorundasın. Yoksa? Yoksa yine Cumhurbaşkanı devri geçmeyen
kadim sağ akılların laf dağarcığından bir lafı tedavüle
sokuverdi:
"Ya
devlet başa, ya kuzgun leşe, dememek için."
*
Başta
bir "devlet" var ya, kuzgunun ta kendisi olmasın o devlet?
*
Video ile girdik madem, video ile çıkalım; ekmek veren-ekmek alan tartışmasında bir kadim söz daha var:
"Rızkımı veren Hüda'dır kula minnet eylemem."
Yorumlar
Yorum Gönder