Morg, şehitlik ve tarihi bitiren parti

AK Parti iktidarı, otoriteryenizmin iki temel hedefini kamilen uyguluyor: Y
ürütmeyi azmanlaştırıp yasamayı boş bir tünele çevirmek, 
yargı eliyle siyaset alanını kapatmak. 
MHP’ye Öcalan’la saldırmaksa, çözüm yolunun tersine yürümek demek.





Başbakan Erdoğan, tarih bitmiş gibi konuşuyor. Tarih bitmiş, siyaseten yapılacaklar yapılmış, geriye çapakları, artıkları, süprüntüleri temizlemek kalmış gibi. O da temizliği yapacak Mesih.
Örneğin Kürt sorunu çözülmüş, ama geriye terör kalmış. (Sahi, kaç bin kişi oldu cezaevlerinde? BDP’nin 2.5 milyon seçmeni için kaç TOKİ gerekir?)
Örneğin sınıfsal sorunlar çözülmüş, geriye ideolojik nedenlerle kamuyu (e kamu yararı demek, özel ve kamusal şirketler demek bu devirde) zarara uğratanlar kalmış.
Örneğin eğitim sorunu çözülmüş, geriye yasadışı örgüt talimatıyla hak istiyormuş görünen çocuklar kalmış (Atarız hapse, nitekim).
Örneğin sağlık sorunu çözülmüş , geriye hatalı kanunlar (kürtaj) ya da yanlış yönlendirmeler (sezaryen) kalmış. (Yasaklarız, ne var?)
Örneğin askeri vesayet sorunu çözülmüş, geriye askerin (Uludere’deki gibi) işlerini yaparken şevkini kıran politik çıkış sahipleri kalmış.
Örneğin polis sorunu çözülmüş, geriye polis aleyhine türlü çeşit (gaz, şiddetsiz iş görmeme) fesat yayanlar kalmış.
Örneğin yargı sorunu çözülmüş, geriye zaman zaman (MİT’çilerin yargılanması girişimi, “makbul paşa”ların tutuklanması gibi işlerle) raydan çıkan bir iki özel yetkili savcı kalmış.
Örneğin bütün yurttaşlar neyin iyi neyin kötü olduğunu anlamış, geriye ne dediğini, ne yaptığını bilmeyen (toplam oyları yüzde 50’yi aşan) parti liderleri kalmış.

TİPİK OTORİTERYEN DİL
Tarihin kendileriyle bittiği, kendilerinin yeni, yepyeni bir dönem başlattıkları iddiası, bilinen bütün otoriter rejimlerin karakteristik söylemi. Bir tür milat yaratırlar, bu miladı ya eldeki mitik, mistik, manevi referanslarla güçlendirir ya da yenilerini üretirler ve yollarına bakarlar. Kimi zaman dindar, kimi zaman profan olabilen bu yönetsel tarzın neo-liberal versiyonu iki temel özellik içerir:
1) Hükümet yetkileri ve güçleri daima genişlemek ister, devletin çekirdeğinin de, idaresindeki tüm kuruluşların da hem kadro olarak baştan aşağıya yenilenmesi hedeflenir, hem idari özerklikler sıfırlanmak istenir. Bu “istek” bütün dünyada gözlenebilir, Türkiye gibi demokrasi denilince “sandık”tan öteye pek gidememiş yerlerde kaçınılmaz sona dönüşür. Bu süreçte hükümet, devleti çekip çeviren “yürütme” denilen yetkili organdan çok, devleti tamamen kaplayan bir azman güce dönüşecektir. Frenler ne kadar azsa o kadar çabuk. Yasama sadece bir ucundan iktidarca hazırlanmış tasarı, taslak ya da tekliflerin girip öbür ucundan kanun ya da kanun hükmünde kararname çıkaran bir tünele dönüşür.
2) Siyaset yargıya havale edilir, yani yargısallaştırılır. Temsil yetkisi olmayan, siyasal sorumluluğu bulunmayan bir kurum, yargı, yasa koyucuya hiç ihtiyaç duymadan siyasal alanı domine eder. Sadece KCK ve Ergenekon gibi geniş kapsamlı dosyalar değil, etnik, dinsel, sınıfsal ya da cinsiyet gibi sorun alanlarında da boy gösterir olur. Hak arayışları karşılarında muhataplarını değil, yargıyı buluverir. Yargı da artık ne adalet idesini üstün tutan bir odak, ne yürütmenin dengeleyici ve denetleyici gücüdür; idareden vergiye, ticaret hukukundan iş hukukuna, aile ya da eşya hukukundan cezaya kadar tüm davalarda eli iktidar ya da iktidarın onayladıkları kazanacaktır. Sendikal mücadelelerden HES’lere, kentsel dönüşümden ekonomik olmayan kişi ya da grup çıkarlarına kadar.
ANTALYA KONUŞMASI
Başbakan Erdoğan Antalya’da son dönemlerin nispeten yumuşak konuşmasını yaptı; CHP lideri Kılıçdaroğlu ile görüşmesinin yansıtılmak istenen “gerilimi yumuşatan ve umut veren” atmosferinin etkisi miydi? Herhalde. Fakat iki keskin mızrak ileri uzatılmıştı yine de: BDP ve MHP “morg bekçileri” olarak tanımlandı.
MHP lideri Bahçeli, (Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz’la birlikte), “Öcalan’ı asmamak için dosyaları sümen altı etme” suçunu işlemiş kişi olarak gösterildi yeniden. Morg bekçilerine karşılık iktidar “şehitlerine Fatiha okuyan” kişilerden oluşuyordu, elbette. (En az 30 yıllık “kutsal ölüler” ve “kutsal olmayan ölüler” ayrımının nasıl yeni olduğunu sormaya gerek var mı? Bütün mesele zaten morga ölülerin girmesi değil mi diye sormaya gerek var mı? Morgda ölü varsa nasıl beklenmesin diye sormaya?)
İdamı kaldırma ve Öcalan’ı asmama kararının Meclis’te yüzde 55 temsili olan bir iktidarca alınmış olması, yani güçlü biçimde siyasi olması, “siyasete kimse vesayet edemez. Milli irade her şeyden üstündür” diyen iktidarca aşağılanıyor. Neden? Mevcut iktidarın Mesihçi (iyi, doğru, haklı gerçek ayrımını o mutlak biçimde biliyor; kötü, yanlış, haksız, yalan her durumda ötekilere ait sıfatlar) söylemine bakarsak, öncelikle kendilerinden öncenin, tarihten önce olduğu söylemini ayakta tutmak için.
POLİTİK ALANDA TEKEL
CHP liderinin girişimini hüsnü niyetle karşılamış pozları verilirken, “çözüm ortağı” olmayı kabul etmese bile MHP’nin kışkırtılmasının anlamı ne? Daha iyi bir “çözüm düşmanı” olmasında bir yarar mı var MHP’nin? Üstelik “asmadıkları” Öcalan’ı yaşarken bitmeyen bir koster arızasıyla gömülmesine ses de çıkarmıyorken?
İdamın da kaldırıldığı anayasa değişikliği paketinin, Türkiye’nin son 12 yılı içinde politika yapılarak, yani uzlaşma sağlanarak çözüm yolunda atılmış güçlü adım olduğu düşünülürse, fotoğraf netleşir: İktidar, kendisi dışında kimseyi politik arenada istemiyor.
Yargı eliyle milletvekilleri, parti üyeleri, belediye başkanları ve giderek seçmenleri hapse tıkılan BDP’nin, suçlanan MHP milliyetçiliğinin bile ayakta alkışlayacağı şekilde (hain, kalleş, bölücü…) dışlanması artık çok anlaşılmaz değil: Oradan, iktidarın otoriteryen yanını görünür kılan politikalar geliyor. Nereden gelirse, orası hapsi boyluyor. AK Parti ise oyunu tek başına oynamak istiyor. Tek partili, tek akıllı, tek yönlü politikaları cumhuriyetin kuruluşundan önceki dönemden de sonraki dönemden de iyi biliyoruz. Çok yakında bir yerden daha iyi biliyoruz: Baba ve oğul Bush dönemlerinden. İkisi de ne yurtta ne cihanda iyi anılıyor.


Radikal İnternet 12 Haziran 2012

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni