Kardeşim ve ben
uçağa beyaz inek derdik küçükken.
Sözcükleri çeviriyorum ya şimdi, "Beyaz inek" diye söylemezdik.
Kolaydı sözcükleri değiştirmek, renkleri değiştirmekten kolay.
Deri değiştirir gibi
değiştikten sonra dil, kolay olacağı gibi hep.
Deri değiştirir gibi
değiştikten sonra dil, kolay olacağı gibi hep.
Babamız uzaktaydı. "Nahala Cû da min rokî dî."
Tepenin ardında. Babamız uzaktayken
mutlu değildik. Tepe yüksekti, çok yüksek; kuşlar gitse mesela ardına,
dönemezdi. Gider ve dönmezlerdi zaten. Babamız geldi ve geldi tepeden aşırdı
bizi, uzağımıza doğru. Uzağımıza giderken de mutlu değildik. En yakın en uzak olunca mutlu mu olunurmuş hiç?
Uzaktaydınız, bize inanmayan sizler.
Kızanlar, uçağa öyle
dememize, üstelik başka sözcüklerle, başka söyleyişlerle.
Kardeşim ve ben "Beyaz İnek" demeyi bıraktık
sonra sonra.
Sonra uçağın "uçak" olduğunu sizin için belledik.
Söyledik, söylediğiniz gibi. Babamız da aynı fikirdeydi sizinle, ve ah, annemiz
de... Onlara da uçağın bulutlarda inek olduğunu söylemedik, bir daha.
Kardeşim ve ben
kaldırılıp getirildikten sonra unutmak istemediğimiz sadece "Beyaz İnek" değildi, bunu da söylemedik.
Bize uçağın bulutlarda yaşamadığını öğrettiniz,
iyiliğinizden tabii, ineğin uçamayacağını da... Beyaz İnek uçuyorken kardeşimle ben uzaktaydık, uçmanın
düşlendiği yerde.
Kardeşim şimdi bir beyaz gölge.
Gözünüzde bir leke gibi yayılıyorum ben de, istediğimden değil, sadece yaşadığım için. Ben ve sözcüklerim, benim uçan ineklerim, kara lekeleri kolalı dünyanızın.
Kardeşim ve ben
Artık size beyazın da ineğin de yerini sorsanız da
söyleyemeyiz.
Mange ya sîs xwena du birayan bû. Yek çu yek ma.
Ax bira!
Mange ya sîs xwena du birayan bû. Yek çu yek ma.
Ax bira!
........
0 yorum:
Yorum Gönder