Mapus damından bir mektup

Yargıdaki krizin mağdurları 
hükümet değil, 
hükümetin nezaret ve 
sorumluluğunda 
hapsedilenlerdir. 
Söz, 19 yıldır 
yargılanan 
mapus İlhan Çomak’ın.



Yargıyı tartışıyoruz değil mi? Kriz var, bunalım var. Yar bize bir çare.
Kriz hep vardı. Kronikti. Üstelik mağdurları bunun böyle olduğunu çok çok uzun zamandan, en geç İstiklal Mahkemeleri zamanından beri söylüyor. Bağıra bağıra. Öle öle. Hep ‘başkası’na zarar verdiği, ‘biz’e dokunmadığı için pek ses edilmedi. Kolaydı izahat, malum teraneler: Bunlar bölücü, dış güç maşası, ajan, rejim, vatan, millet düşmanı.
Kestirmeden gidelim: Bugün ‘kriz’ dediğimiz şey aslında devletin bir seçimiydi. Bizzat sistemin kendisi. Bugün kriz diyoruz çünkü salt bir iktidar aracı olarak düzenlenmiş, salt araçsallaşmış bir yargının iktidarın kendisine de kelepçe vurmaya kalkabileceğini gördük. Bastırılan kişi, grup, zümre ve halkların mücadelesi, boyayı döktü, yapının sütunlarındaki arızalar gizlenemez hale geldi. “Haklıyım, kazanacağım” diye bağırsa da iktidar, iktidar gücünün getirileri dışında bir kazanç yok ufukta. Kazansa da kaybetse de olmayacak, şu andaki akılla.

Ağır sorunlar yumağı

Şimdi yargıdaki sorunların çözümünden bahsediliyor. Peki neyi çözmeye çalışıyoruz? Sadece soyut bir hukuk oyununun, kâğıt oyununa benzeyen bir oyunun düğümünü olamaz. Toplumu kilitleyen bir düğüm içinde olduğumuz. Herkesin boynundaki ilmek. Büyük fotoğrafta HSYK’nın yapısı, yargıya girişteki meseleler yani Adalet Akademisi’nin hâkimiyeti, sistemdeki grupların davranışları, güçler ayrılığı prensibinin uygulanması, yürütmenin frenlenemeyişinin getirdiği sistemik tehditler filan var. Bu ‘büyük’ fotoğrafın bir de ‘küçük’ sorunları var: Cezaevlerinde yatan kişiler. Hastalar. Adil yargılanma hakları çiğnenmişler. Çıplak arama. Çocukların düzenli işkenceye maruz kalışı. İl il sürgün…
Siyasetin yargısallaşmasının, yani siyasi sorunların yargıya havalesinin getirdiği ‘küçük’ sorunlar. Asıl sorunun en asıl cisimleştiği yer ve hal. ‘Büyük fotoğraf’taki sorunları çözerken ‘küçük fotoğraflar’ı, ‘vesikalık’ları görmezsek, pek bir şey görmüş olmayız. Adaleti sevdiklerimize ayrı, sevmediklerimize ayrı, bizden olanlara ayrı, bizden olmayanlara ayrı uygulamaktan kaçmanın yolu, küçük fotoğrafta büyük fotoğrafın sırrının yattığını bilmekten geçer. Şimdi mevzu konuşulurken sık sık ‘yeniden yargılama’ diyoruz, çünkü ‘paralel yargılama’nın ifsadı var filan. Sanki her şey 2007’den sonra bozulmuş, sorunlar orada başlamış gibi. Her şeyi ‘paraleller’ yapmış, ondan öncesi günlük gülistanlıkmış gibi.


Asıl mağdurlar görülmeli

Aşağıda bir mektup var. ‘İçeriden’ bir mektup. Küçük fotoğrafın ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Bir kişinin öyküsü, tüm özel yetkili yargılamanın ve Terörle Mücadele Yasası’nın yarattığı ana öyküden bir kişiye düşen pay.
Hasılı, zindanda birileri var. Kendimizi sureti haktan ilan etmeden önce, orada yatanların Yusuf, bizlerin de onları kuyuya atan infaz memuru kardeşleri olma ihtimalimizin hiç zayıf olmadığını bilmemiz gerek.
Mektup, İlhan Çomak’tan. İzmir Buca’da 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutuluyor. ‘Cezaevi’ resmi isimde var diye, adalet olmayan yerde cezaevi de tutukevi de olmaz! Olsa olsa zindan olur.
İhan Çomak, bir sorunu, hakkında ‘yeniden yargılama’ kararı verilen kişilerin hukuki durumunun ne olduğu sorununu çok güzel özetliyor.
Fazla araya girmeye gerek yok ama şunu söylemeden duramayacağım: Adil yargılanmadığı için hakkında yeniden yargılama kararı verilen kişi, tutuklu mu sayılacak, hükümlü mü? Hükümlü dersek, ‘adil olmadığı’na hükmettiğimiz kararın geçerli olduğunu öne süreceğiz. ‘Tutuklu’ dersek, 19 yıl ‘adil olmayan kararlar dizisi’ desteğiyle içerde tutulmanın hangi hukuk ilkesi ve insafla bağdaştığını açıklamamız gerekecek. Mektupta anlatıldığı gibi, konu PKK ve KCK olunca, Kürt meselesinde pazarlıkçı yöntemin çürütücü etkisi ve adli işlerde ‘Aman Öcalan yararlanır’ kompleksi dışında açıklama bulan beri gelsin.
Hasılı, yargı reformu falan yapılacaksa, asıl mağdurun hükümet değil, hükümetin siyasal sorumluğu altında hapsedilenlerin hakkı olan adaletin hedeflenmesiyle yapılabileceğini kabullenmek gerek.
Uzattım, affedin.

Söz, İlhan Çomak’ın:
“(…)
Son günlerde yeniden yargılama konusunda basında yoğun tartışmalar sürüyor. Bahse konu sorundan ciddi şekilde muzdarip olan biri olarak ahvalimi size iletmek istiyorum.
1994 yılında çok işkenceli, çok acılı on altı günlük bir gözaltı süresinden sonra tutuklanarak İstanbul’daki Bayrampaşa Cezaevi’ne kondum. Yargılanmam, polisin işkenceyle düzenlediği ifade tutanakları esas alınarak, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde gerçekleşti. En nihayetinde bu işkenceli sorgularla düzenlenmiş yalan yanlış tutanaklara dayanılarak ve buna rağmen somut hiçbir delil olmadan, 2000 yılında müebbet hapis cezasına çarptırıldım. Yargıtay cezamı onayınca AİHM’ye başvurdum. AİHM 2007 yılında aldığı kararla adil yargılanmadığıma ve yargılanmamın yenilenmesine hükmetti… Bu arada 2005 yılında çıkan yeni Ceza Kanunu’na dayanarak avukatımın kanunen lehime olan hükümlerinin uygulanması gerektiğinden hareketle yaptığı başvuru yerel mahkemede reddedilse de Yargıtay dosyamı usulden bozdu, 2007 yılında. İstanbul’a, duruşmalara gidip gelmeye başladım bu yüzden. Duruşmalarda ben ve avukatımın, AİHM’nin tespit ettiği ihlal kararı gereği ‘yargılanmamın’ yenilenmesini içeren taleplerimiz her seferinde mevzuatta yeri olmadığından hareketle reddedildi. 2013 Ocak ayında mahkeme, Yargıtay’ın bozma kararından sonra tekrar eski cezaya hükmetti. Dosyam Yargıtay’a gitti.
Bu arada 2013 yılının nisan ayında çıkan 4. Yargı Paketi’nde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin önünde bulunan 220 dosya için yeniden yargılamanın yolu açıldı. Avukatımın yaptığı başvuru, yasaya rağmen mahkemece reddedildi. Neyse ki bir üst mahkeme başvuruyu kabul etti. 19 Aralık’ta ilk duruşmaya çıktım. Duruşmam 11 Mart tarihine ertelendi.
Ben 19 yıl 6 aydır cezaevindeyim. Yatacağım cezanın 2/3’lik bölümü bitti. Yaklaşık 20 yıldır hep yargılanıyorum. Yeniden yargılanmama başlandı ama talep etmeme rağmen tutuksuz yargılanmamın önü açılmadı. Esas olan tutuksuz yargılanmamdı. Belki bunca yıldan sonra delil karartacağımı düşündüler, kim bilir? Hem, şu an tutuklu mu hükümlü mü olduğum, hangi sıfatla yargılandığımı bilmiyorum. Eğer hükümlü olarak ‘yargılanıyorsam’, hüküm daha yargılanma başlanmadan verilmiş oluyor ki, bu durumda ‘yargılanmış’ olsam da aslında yargılanmamış oluyorum. Kılıfına uydurmak için yapılıyor her şey. Yok, gerçekten yargılanıyorsam, 20 yıllık bir tutukluluk akla ziyandır, bırakılmam, tutuksuz yargılanmam gerekiyordu. Tek gerçek, bu kadar karışıklığa ve bitmeyen ‘yargılanmama’ rağmen hâlâ cezaevindeyim.
Avukatım Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu, yargılanmanın tutuksuz yapılması için. Belki Yüksek Mahkeme bu karışık hale son verir ve tutuksuz yargılamanın yolunu açar umudundayım. Yoksa bu mahkemeler, bu yargı anlayışı bir on yıl daha beni ‘yargılar’, en nihayetinde yargılana yargılana 30 yılımı tamamlar çıkarım belki ama ‘yargılanmam’ devam eder korkarım ki, yine de…
Başa dönersem; yeniden yargılama tartışmaları, yasa çıkarılsa bile yargının eski alışkanlıklarla hareket edeceği ve de yargılamayı sanıkların tutuklu olacağı şekilde yapmak isteyeceği hesaba katılarak yapılmalı kanımca. Hakeza sadece Balyoz ve Ergenekon davaları üzerinden, soyut bir olasılık olarak değil, ben ve benim durumumda bulunan 220 kişinin yargılanmaları, yeniden görülen somut davaları üzerinden de ele alınmalı.
(…)”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni