Kurban, bayram ve Ziya Osman Saba
Ziya Osman Saba iyiliktir. Öyküsü, şiiri ve kendisi
iyiliktir. Mutlu İnsanlar Fotoğrafhanesi, o güzel kitap, bir iyilik metnidir.
Diğer öyküleri de. Şiirleri de. Yaşam-öyküsü ve yaşam-şiiri de.
Ziya Osman Saba, her Kurban Bayramı’nda aklıma düşer. Her
“kurban”dan söz edileceğinde de. Çocukluğundaki kurban “şahit”liğinin yarasıyla
bir daha kurban kesmemiş olmasından değil hayır, şunun için daha çok: Kendi
şahitliğini kurbanın gözü ve diliyle konuşturmayı başardığı için. O iyiliğin
somutlaştığı “Kurban” şiiri, ne kurbana yazılmış bir şiir, ne kurbana karşı bir
şiir, hayır, doğrudan kurbanın ağzından bir şiir.
Kurban
Tanrım, sonsuz dünyada ben âcım ve ufağım,
Kulların arasında Tanrım ben bir koyunum.
İki tuğla halinde kenetlenmiş dudağım,
Sonra geçtiğim yollar kum, hep kum, daim kum.
Aradığım pınardan içebilsem bir yudum.
Artık o günden sonra hiç susmayacağım.
İnecek gözlerime uzun, en rahat uykum.
Tuz çalınıp ağzıma, bağlanınca ayağım.
Kulların arasında ben yaşadım sessizce,
Hiç ağzımı açmadım, verdim bütün yünümü.
En geniş bir sabahı düşünerek her gece,
Ben, Tanrım, şuracıkta bekliyorum günümü.
KURBAN: ŞU ZOR MESELE
Rene Girard için kurban, bizi başa gönderen şeydir, en başa:
Toplumun kuruluşuna. Toplum çünkü şiddetle kurulur, şiddetle devam eder.
Toplumun içinde her an hazır ve nazır duran şiddet “kurban”a yönlendirilerek
insanın birbirini kesmek için karşı karşıya dikilişini engeller. Bu haliyle
kurban, şiddetin paratoneridir: Toplumdaki şiddeti topraklar. Girard, kurban
sahnesinden ilahi unsuru kaldırır gibi görünür; şiddetin bu şekilde topluluğun
içinden bir kişi ya da gruba değil de “cevap veremeyecek” bir “ikame”ye
yönlendirilmesiyle sağlanan barış, şiddetin ikilenmesine yol açar: Toplumu
yıkacak kötü şiddet, onu koruyacak iyi şiddetle ve bu şiddete kutsallık atfıyla
dışlamış olur. Girard’ın toplumu,
sürekli çatışma potansiyeli taşıyan toplumdur, Hobbes’un toplumuna benzer. Fakat
Hobbes için toparlayıcı otorite bu sürekli çatışmayı engellemenin yoluyken,
Girard yönetsel değil yaşamsal bir yoldan bunun sağlandığını düşünür. Girard’ın
kurbanı da kurbana yönelik şiddeti de “sembolik” olmaktan çok ilerdedir: Gerçek
şiddet, gerçek bir ikame nesne üzerinden yönlendirilerek gerçek toplum (en
azından yeni arınmaya kadar) ayakta kalır.
Girard, kurbanda gördüğü “gerçeklik”in İncil’de tersine
döndüğünü öne sürer: İsa’ya kadar kurban, kurban edicilerin toplumunun ayakta
kalmasına yönelik bir toplumsal işlemdir. İsa ise “Tanrının kuzusu” olarak,
şiddettin hedefi olarak belirir. İncil’de mesel artık kurban edicilerin değil,
kurbanın yanından kurulur. Artık kurucu olan “kurban edenler” değil, “kurban
olan”dır. Kurucu işlem “ölmek”ten, kurban olarak ölmekten “şehit” olmaya
aktarılmıştır. Girard’ın kurban kurgusu böylece “ilahi” olmayan ama iyi ve kötü
şiddeti ayırmak için “kutsal”laştırılarak Tanrıya atfedilen kurbansal şiddetin
İsa ekseninde “ilahi” karakteri kazanarak terse döner: Artık günah ölenin
değil, öldürenindir; toplum artık öldürenlerin şiddetiyle değil, ölenin,
kurbanın, Tanrının kuzusunun uğradığı şiddetle kurulur ve ayakta kalır. İsa,
kurbanların sonuncusu, şahitlerin ve şehitlerin birincisidir bu bakışa göre.
SABA’NIN KURBANI
Ziya Osman Saba’nın kurbanla ilişkisi, şiddetle de toplumla
da ilgili değildir; hatta o insanın kurbana ilişkin ilahi ya da olmayan
yorumlarıyla da ilgili değildir. Ziya Osman Saba’nın “kurban”ı, Tanrıyla
konuşan, Tanrıya seslenen bir kuzudur. Sanki Girard’ın okumalarının içinde,
“kurban”ı şiddet ve şiddeti örtüleyen kutsallık halesiyle oluşan “kurban”
tarihini, “şehitlik” tarihine çevirerek kesen “Tanrının kuzusu”nun yerine
oturur Ziya Osman Saba. Hayır, iyiliğin
şairinde Hıristiyanca ya da İsevi bir yön bulduğum için söylemiyorum bunları, Saba
inançlı bir Müslümandır. Daha çok İbrahimi ya da değil Kurbanla ilgili
geleneklere atıfla yazılıp çizilen işler içinde Ziya Osman Saba’ya özgü yanı
vurgulamaya çalışıyorum: Konumu Girard’ın okumasındaki İsa’ya yakın olsa bile
özel bir benzersizlik de taşır: O doğrudan kuzunun, koyunun ağzından konuşmaya,
onun gözüyle görmeye, bıçağı boynunda onun gibi hissetmeye yaklaşarak etik ve
estetik bir deneyim yaşar ve sunar. Boynunda bıçak bekleyen İsmail’dir ve
bıçağı elinde tutan İbrahim’e de değil, doğrudan tanrıya seslenir. Burada Saba’nın
Kurban’ı, Kierkegaard’ın kurbanından da ayrılır, bıçağı tutan elin titremesi
değil, kuzunun sessiz bekleyişidir söz konusu olan. Entelektüel ve teolojik
örgünün içinde “kurbanla karşı karşıya olan” olmayı değil, kurbanın-içinde-olan’ı
seçmiştir.
Baharı Beklerken
Yazılmış Bir Şiir
(…)
Bu bahar yalnız mesut günler taşımaktadır,
Baş başa kalacağız kenarında bir suyun,
Göz alabildiğine yeşil uzanan çayır,
Bir saadet içinde sessiz otlayan koyun.
(…)
İyilik
(…)
Bu sabah bilmiyorum bu kırlar nere?
Çamlardan çimenlere dökülen sükûn.
Geçen ömrümü bana söyleyen dere,
Sessizce yaşamayı öğreten koyun.
(…)
Saba kurbanı herhangi bir biçimde kutsiyetle anmaz, fakat
daha varlıksal bir noktaya yerleştirir: Onun koyunu, “yaşama”yı öğretir.
Sessizce. Doğanın tam içinde. Çamlardan, çimenlere dökülen sükunla. Geçen ömrün
türküsünü söyleyen dere. Seslendiği doğrudan Tanrıyken, “kullar arasında bir
kul” olarak, yaşar ve yaşamasıyla yaşamayı öğretir. Girard’ın elindeki bıçaklı
insanla okumaya çalıştığı kurban mesellerini Ziya Osman Saba, boynunda bıçağı
hisseden kuzunun ağzıyla yeniler. Kurbanla tanrı arasındaki sesleniş, onu duyan
biz insanlarda “toplumsallaşarak” şiddet-kurban-toplum bağıntılarını düşünürken
bize yeni bir alan açar. İyilikle.
Yorumlar
Yorum Gönder