Polis yoktu ki orantısı olsun!

Gezi eylemlerinde 
bir daha gördük ki polis, 
polislikten çok 'savaş gücü' gibi kullanılıyor.
"Aşırı uçlar. Yasadışı örgütler. Gizli çeteler. Marjinal gruplar. Dış ajanlar. Vandallar. Yakıp yıkma peşinde olanlar. Darbeciler. Ergenekoncular…” 
Ne çok şeytan çağrılıyor Gezi eylemlerine polisiye-adli-siyasi cevapları haklı çıkarmak için. Tanıdık şeytanlar. Siyasetin ortaçağından. Peşinden suçlar sıralanıyor: “Kamu malını tahrip, esnafa zarar verme, vatandaşın malına zarar…” Rakamlar eşliğinde. Arada, “Gaz, evet, orantısız” formülü etrafında sözde itiraf, yarım ağız özür duyuldu. Yarım ağız, çünkü özür “özür diliyorum” demekle dilenmiş olmuyor. “Orantısızlık” itirafı, can kayıplarının, sakatlanmış, incitilmiş yurttaşların haklarını öne almaya yetmez. Temeldeki hukuksuzluğu gideremez.

‘Orantı’dan önemli meseleler
Tüm Gezi eylemleri boyunca polisiye işlerin vahim yanı “orantısız gaz” değildi, “uygulama hatası” ya da “sınırı aşma” meselesi değildi çünkü asıl mesele. Polisin siyasi otorite tarafından nasıl teçhizatlandırıldığı, nasıl konumlandırıldığı ve nasıl cezasızlık kalkanı altına alındığıydı. Polisin “polis”ten çok bir çatışma gücü gibi algılandığı. Hasılı, polis, polis değil-idi. Vahim olan buydu, budur.

Polis kimdir? İçişleri Bakanlığı’na bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde, “polis” adıyla istihdam edilip “polisiye görev” denilen işleri yapan memur? Peki biz nasıl tanıyacağız onu? Polis olduğunu nereden bileceğiz? Bize kendisini deklare edecek, gösterecek, kanıtlayacak. Üniforma biraz da bunun için var ama iş onunla bitmiyor. Bizden isteklerini nasıl değerlendireceğiz? Neyi, neden istediğini, hangi yasa ya da (adli, idari) karar-talimat gereği istediğini açıklayacak.

İlk Vandalizm!

Gezi Parkı’nda ilk şafak operasyonunu yapanlar kimdi, polis mi? Kiminin giysileri aynı polis gibiydi, copları, hareketleri polis gibiydi, kimilerinin değildi, senin benim gibi sivildi. Fakat bunlar gelirken ne polis olduklarını ilan etti, ne insanların oradan çıkmaları gerektiğini (dayanaklarını açıklayarak) istedi. Daldı, kaldırdı, attı. Onlar istihdam açısından polis görünebilirler, fakat uygulamada polislik yoktu. Zaten çadırları yakma, yani özel mülkü kendi kararıyla ve elleriyle yok etme işi, polisseler bile polis olmamaya, polis gibi davranmamaya kararlı olduklarının deliliydi. Kararlı, yani talimatlı. Vandalizm mi denilmişti?

Bir haftayı geçen eylemler boyunca çok çok az yerde, çok çok az defa polisin “ne yapacağını, neden yapacağını” deklare ettiğini gördük. Genellikle, düşman güçleri yenmeye çalışan savaş gücü gibi hareket edildi.

Karanlık güçler

İki vahim örnek daha: Birkaç çevik kuvvet polisinin de bulunduğu bir heyet halinde, bir yurttaşı dakikalarca döven sakallı bir kişi. Ve İzmir: Eli sopalı siviller güruhu. Emniyet Müdürü “polis” dedi, Vali bile kızdı, “Nasıl polis?” Karanlık güçler mi demiştiniz?

Şimdi, ortada bir özür olsaydı, gerçekten bir özür, biz hem bu sorgusuz, sualsiz, uyarısız uygulamaların hata olduğuna ilişkin açık, samimi sözler duyardık. Samimi olduğunu gözünün içine bakarak, yüzüne bakarak anlayacak değiliz, anlayamayız, iki dostun, akrabanın, karı kocanın özrü değil bu. Eylem gerekir.

Eylem, yani bu fiilleri işleyenlerin çadır yakanların, yakaladıkları yurttaşı dövenlerin, sopayla ortalıkta terör estirenlerin derhal açığa alındığını, yargı yollarının açıldığını, duyardık. Hiçbiri olmadı. Müfettiş görevlendirme, soruşturma filan, artık bunlara gereğinden fazla doymuş olmalı değil miyiz? Uludere/Roboskê gibi bir faciada bile “soruşturma, araştırma, mahkeme, aman bekleyin” masalıyla uyutulmuyor muyuz hâlâ?

Memuru ver, amiri kurtar

Bir de polis polis olsa bile sadece en altta, “Vur, getir, indir, sık” talimatlarını uygulayan kişi olarak mı polistir? Onun amirleri, üstleri ve nihayet politik sorumluları yok mu? “Evet, orantısız gaz kullanımı var” diyen İçişleri Bakanı ya da Başbakan Vekili, örneğin, “Özür dileriz, kulağını çekeceğiz” demekle kurtaracaksa, bu oyunun devamı sadece ara sıra çok sıkışınca kulağı çekilmiş birkaç polisten ibaret olmaz mı?

Hasılı, ortada polis filan yok ki, polisin yaptığı hatalardan konuşalım, düzeltilmesini isteyelim. Ortada egemenin beğenmediği fikir ve eylem içindekileri yıldırma, geriletme, savma, savuşturmaya yönelik konumlandırılmış silahlı, sopalı güçler var. Politik tercih bu. Devlet-toplum ilişkilerinde kabul edilmiş, son 30 yıl içindeki savaşın da etkisiyle çok normalmişçesine benimsetilmiş bir tercih

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni