Direnişte bir kedi
Bir kafe bar. Gazla iki gözü iki çeşme olanların buluşup birbirine baktığı bir mekan. Birbirinin yüzüne, gözüne, yaralarına.
Arada, göze fazla görünmeyen bir mağdur. Gözyaşları
dindikten, çayını, kahvesini, birasını, neyse artık meşrebi, tercihi, alıp
önüne koyduktan sonra oturanlardan birinin fark ettiği bir mağdur.
İnce, sevecen, kaygılı bir ses, “Canım”, çığlık gibi az, bir
kötülüğü yeni fark etmiş bir çığlık.
Orada, köşe yerde bir sandalyenin üstünde yumuk yumuk, az
akmış gözleriyle, tüyleri diken diken. Bir kedi. Huysuz iyice, oysa alışık ele,
kucağa. Gözlerinden anlaşılıyor mesele. Gaz gözlerini, asabını bozmuş besbelli.
Dışarısı içeriden beter, gidecek yeri yok. Zaten burada büyümüş, fazla bir yeri bildiği de yok.
O solüsyonlardan birini denesek? Deniyor da keşfin sahibi
el. Fakat, sevmiyor. Suyu sevmiyor. Kedi bu. Fırlayıp kaçıyor, bir başka
sandalyenin altına.
Sonra bir başka gazdan kaçan grup giriyor içeri, herkes
birbirine derman olmaya dönüyor yeniden.
Kedinin çare diye bulduğu, bildiği oradan oraya kaçmak… Kuyruğu havada.
Sezi Karakoç idi değil mi soran:
“Kim verecek kedilere trafik bilgilerini,
Ki hayatlarıyla ödemekteler bir yandan öbür yana geçmeyi.”
Daha ne çok soru var soracağımız, şu “medeniyyet”imizin
faillerinin işlerine dair… Hiç soranımız yok.
Bir kedi de değildi Gezi'deki devletlu gaz toz bulutunda perişan olan. Parkın, sokağın kedilerinin köpeklerinin hali nice oldu? Hiç bilenimiz yok...
Var mı?
Var mı?
Yorumlar
Yorum Gönder