Konu Diyanetse, Kemalistiz elhamdülillah!


Cemil Çiçek, e-devletin geldiği yeri açıkladı: 
Diyanet’ten görüş almadık, sitesine baktık. 
Bekir Bozdağ, “Yasama organları dini konularda statü veremezler” 
deyip kararı açıkladı: İslam’da ibadethane tektir. 
Bülent Arınç, en büyük dayanağını açıkladı: 
“Diyanet’i Gazi Mustafa Kemal Atatürk kurdu, protokoldeki yeri yükselecek.” 
Karanlıkta kalan tek şey, inanç ve ibadet özgürlüğü.



Siyaseten önemli, çok önemli bir tartışma ayıp bir tarzda yürüyor. Ayıp ve tehlikeli. Eski bir ayıbın, büyük bir ayıbın güncellenmiş bir tarzı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın teolojik lokomotifine binen iktidar yetkilileri, Mesele sanki şöyleymiş gibi konuşuyor:
Bizler, düşünceyi ifade özgürlüğünün, inanç ve ibadet özgürlüğünün temel norm olarak alındığı bir ülkede değilmişiz de sanki ilahiyat fakültesinin dinler ve mezhepler tarihinin Alevilik ve İslam başlıklı uzun mu uzun bir dersindeymişiz. Bir öğrenci kalkmış, cem evi diye bir şey uydurmuş, diğer öğrenciler Diyanet adlı ulemanın mutlak otoritesine dayanarak onu paylayıp duruyor. İşte Hüseyin Aygün’ün Meclis yerleşkesinde cem evi talebinin Diyanet’in malum dinsel içtihadına dayanarak reddinden sonra yapılan üç açıklama.
Meclis Başkanı Cemil Çiçek:
“Ben Diyanet İşleri Başkanlığı'na bir soru sormadım. Diyanet sitesine açıp bakın. Ben siyasi mevkide olan bir adamım. Dolayısıyla dinler tarihi ile ilgili, mezhepler tarihi ile ilgili, dini bir konuyla ilgili bir konuda yeni bir görüş ihdas edemem. Diyanet anayasal bir kuruluştur. Dini bir konu olduğunda ona sormayıp meteoroloji teşkilatına soracak halimiz yok.''
BİTMEYEN “TEK”ÇİLİK NUTKU
Bekir Bozdağ, Başbakan Yardımcısı:
''Bu konularda siyasetçilerin karar vermesi doğru değil. Bu konu Meclis'in karar vereceği bir konu değil. Çünkü yasama organları dini konularda statü veremezler. Çünkü onun statüsünü o dinin kendi içinde kuralları verir… Mabet camidir ve tekdir. İlim adamları söylüyor. Hıristiyanlıkta kilise, Yahudilikte sinagog veya havra aynı anlama geliyor.

PROTOKOL MÜJDESİ
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın konuşmaması düşünülemezdi, Diyanet’in bir cumhuriyet kurumu olduğunu, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” tarafından kurulduğunu hatırlatıyor ve protokoldeki “tarihi” yerini alacağını müjdelerken şöyle diyordu:
“Protokolde ilk 5'in içinde bulundurmuştur. Şimdi 52'inci sırada olduğuna bakmayın. İnşallah yeni yapılacak protokol düzenlemesiyle aynı Gazi Mustafa Kemal Atatürk 'ün Diyanet İşleri Reisi'ne verdiği önem, bugün de yine protokolde en önde yerini koruyacaktır, korumalıdır.”
İlahiyat fakültesinde münazara yapmıyorsak, “inanç ve ibadet” özgürlüğünün, yani düşünce ve ifade özgürlüğünün norm olduğu bir “devlet” içindeysek, devlet yetkililerinin Hüseyin Aygün’e iki cevabı olabilirdi. İlkinde, “Kardeşim parlamento yerleşkesinde ibadethanenin ne lüzumu var. Memleket ibadethane kaynıyor. Buraya ibadethane koyarsak, tek üyesi bulunan bir dinin üyesi için bile bir tane yapmamız icap eder. Herkesi yorar böyle bir şey” denilebilirdi. “Parlamentoda ibadethane lazım mı” sorusunu Tarhan Erdem Radikal’deki köşesinde dün sorup yanıtladı, sakıncalarını da sıralayarak. Ama “Lazım değil” yanıtı verilmedi, çünkü parlamentoda ibadethane var. Bekir Bozdağ’ı dinleyince sinangog ve kilise de varmış zannedebiliriz, yok elbette. İkinci yanıt, zaten verilen yanıt. “Hayır, çünkü cami var oraya gel. Alevilik İslam’ın içinde.”
Bekir Bozdağ, buraya almadığım bölümlerde Alevilik kaynaklarını da okumuş biri olduğu notuyla görüşlerini sıraladıktan sonra, Hüseyin Aygün’ün okumadığının anlaşıldığını da belirtiyor; “Aleviysen Aleviliğini bil” tarzının nazik bir ifadesi. Konuşmanın tamamı, Aygün’ü, “Alis’iz Alevilik” tezini savunan akımın içine itiveriyor.
Bu ayıp tartışma, vahim yerlere gider diye düşünmeden konuşuluyor, çünkü oy fazlasıyla iktidarı almak, “hakikat” tartışmasında da tekel ve azarlama hakkı veriyor sanılıyor.
Cemil Çiçek’in “Diyanet’ten görüş istemedim, internet sitesinden baktım” açıklamasıysa e-devletin geldiği gururdan göz yaşartacak düzeyi gösterdikten sonra, aynı yere çıkıyor: Görüş sormadık, görüş ayağımıza geldi zaten. Devlet böyle düşünüyor. Devletin dediği olur.
Devletin dediği niye olur? Onu da Bülent Arınç açıklıyor: Diyanet var ya Diyanet, Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Diyanet, işte onun dedikleri yüzünden biz cem evi yok diyoruz.

BİR DEVRİM KURUMU: DİYANET
Malumu ilam olacak ama yeri geldi:
Diyanet bir cumhuriyet kurumu. Hani şu iktidarın her fırsatta yerden yere vurduğu “tek parti” döneminin güzide teşkilatı. Hani şu ezan Türkçe okunduğu yıllarda da var olan ve devlet tasarruflarına dinsel gerekçeler ihdas eden kurum. Hani Sünni ulemanın ve birçok Sünni yurttaşın şikayet ettiği kurum. Laikliğin uygulamada pek de laik olmayan Türkiye Cumhuriyeti yorumunun stratejik teşkilatı. “Din hizmetleri”yle ilgisi, homojen topluma dayalı ulus devlet peşindeki kurucu aklın dine bakışı gereği, dinin bu hedefe yardımcı olacak şekilde yönlendirilmesi ve yeniden yoğurulmasından ibaret. Devletin hedefine uymayan hiçbir dinin, hiçbir mezhebin bu kuruluş nezdinde zerre kıymeti olmaması öngörüldü, başından beri.
Bu kuruluşun yurttaşları birleştirdiği tek yer, hepsinin vergisinden aldığı pay; sadece tanınmayan Alevi yurttaşların değil, Diyanet’in de tanıdığı Hıristiyan ve Yahudi yurttaşların da vergisini “hizmet”ine karşılık, alır; ateistleri, deistleri, Zerdüştîleri, Yezidîleri filan hiç katmayalım zaten, siyasal iktidarı kullananların açıklamalarına bakacak olursak, onların anlamı küfür gibi bir şey.
BİR TARİHSEL DERİN ORTAKLIK
Neyse, devam edelim:
Cumhuriyet Sünniliği Diyanet’in ve sair ideolojik kurumlarının (okul ve kışla) eliyle devlete yarar bir hale getirmeye çalışırken, Aleviliği nesneleştirmeye ve folklorize etmeye yöneldi. Bunun kaba formülü şuydu: (Sünni) İslam’ı Arabî karakterinden temizleyip millileştirmek, Alevliği de dinsel özelliklerinden soyutlayıp kültürleştirmek. Tekke, zaviye ve dergâhlar kapatılırken varlıklarına el konulan ve böylece dinsel açıdan kendisini yeniden üretmesine engel olunan Alevilik, resmi-ideolojik tarihçiliklerin de (Evet, resmi tarihçilik değil, tarihçilikler, çünkü en az iki tane var: Biri İttihatçı-Kemalist hattın yazıcılarının, biri Türkçü-İslamcı hattın yazıcılarının) etkisiyle “bir kültür, bir felsefe, bir zenginlik” kaba tanımına hapsedildi. Diyanet bugün açıkça bunları söylerken, AK Partililer bu sözleri zevkle kullanırken, başka durumlarda “millete zulmetmiş tek parti geleneği” diyerek aşağılanan bakış açısıyla derin bir ortaklığın ilanını da yapıyor. Arınç’ın söylediği de bundan ibaret.
Bu ortaklığın son tatlı meyvesini de hatırlatalım: Mor Gabriel mülküne el konulması. Katilleri salmak için özel kanun çıkaran devlet, Mor Gabriel için ne diyor? Kuru açıklamalara kimse kanmıyor, parlamento diliyle konuşun, yasa yaparak. Teologluk yaparak değil.
Ha, bir de cezaevinde dede bekleyen bir Alevi mahkûm vardı, ondan ne haber? Hüseyin Aygün’ü paylama seansı bitince ona da sıra gelir mi? O cem evi de istemiyor, talibi olduğu dedeyle Hak yolunda iki adım atmak istiyor.
Hasılı, bu devletin cumhuriyetin başındaki yanlışları sizin bugünkü yanlışlarınızla düzelmiyor. Sadece zulmü artıyor. (13 Temmuz 2012 Radikal İnternet)


YAZININ BİRİNCİ BÖLÜMÜ:
Ey Alevi, böyle olur bizde inanç özgürlüğü dediğin!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni