Zulmün kara kareleri
Berkin Elvan cinayeti
gösteriyor: Toplumu ayakta
tutan adalet kör. Toplumu
toplum yapan ahlak müflis.
Vicdan ölü. HDP’ye linç
girişimleri de bunun ürünü.
Yine önümüzde bir resim var. Bir kara kare. Bir çocuk. Berkin Elvan. Aynı zulüm aygıtının aramızdan aldığı meleklerden. Öyküsü, benzer fotoğraflara sahip çocukların öykülerine bağlanıyor. Ceylan Önkol paramparça. Uğur Kaymaz, delik deşik. Ahmet Yıldız’ın başı preste. Roboskî’de canla toprağı ayırmak imkânsız. Ekmek getiren çocuklardı hepsi. Evlerine. Hepsi aynı soluk fotoğraflardan, aynı mahcup, mahzun bakışları doğrultuyor bize. Pozları olmaz onların. Poz bilmezler. İyi poz verenlerin cinayeti her biri.
Zulüm, adaletsizliğin kararlı hale gelmesidir. Zalim, kararlı adaletsizlikten sadece acı ve korku verip yıldırmayı ummaz, aklı tahrip etmektir bir hedefi de. Belki de asıl hedefi. Kalbimiz daralıyor. Boğazımız düğümleniyor. Öfkeden ne diyeceğimizi bilmiyoruz. Utançtan birbirimize bakamıyoruz. Ama ağlamakla, küfretmekle yetinemeyiz. Aklımızı teslim edemeyiz.
Uygarlık yolu, barbarlık yolu
Zalimin siyaseti şiddettir. Çıplak, salt şiddet. Şiddet zayıfa doğru akar. 'Doğa'sı böyledir. Yırtıcılar, saldırdıklarının yeni doğmuşuna, hastasına, yaralısına göz koyar öncelikle. Yönetsel bir ilke olarak yasa, toplumsal bir ilke olarak ahlak, bireysel bir ilke olarak vicdan, şiddetin bu halini kesmeyi, dönüştürmeyi hedefler. İnsanlık diye bir şey varsa ya da var olacaksa, yasanın, ahlakın, vicdanın çıplak şiddeti denetlemeye yönelik başarısıyla olacaktır.
Şiddet tekelinin sahibi devlet, şiddetin yönünü kendi seçer. Onun olduğu yerde güçlüler zayıfa dalıyorsa, o bunu istemiştir. Zayıfın güçlüye yönelmesini, cevap vermesini istemez ama, o isyandır. Politikası budur zalimin. Siyaset hayvanları, şiddeti kullandırırken de yönlendirirken de ne yaptıklarını bilirler. İster Ethem Sarısülük ve Ali İsmail Korkmaz gibi eylem alanında bile bile olsun, ister Berkin Elvan gibi evle ekmek arasındaki bir çocuk koşusuna çıkmış olsun, çıplak şiddeti siyaset olarak seçen yırtıcının av alanına giren herkes hedeftir. Bu yırtıcılık bilinçlidir. Meşruiyetini çıplak güçten alır. Din, iman, iyilik, güzellikle süsler. Uygarlığı yırtıcılığa dönüştürme sürecidir bu; sadece 'kendi'nden olanın kazancına bakan siyaset. Rabbenasız siyaset.
Toplumsal ikili ahlak
Bu şiddetin toplumsal onayı, ikili bir ahlakla kurulur. En az iki. Bir ölüye üzülürken öbürüne sevinen toplum, ahlaken müflistir. Toplum değildir. Şiddet tekelini kendi ilan ettiği yasalara bile uymadan kullanan yönetsel güçler, ahlaken parçalanmış toplumları yaratacak tüm enstrümanları kullanırlar: Eğitim, medya, sosyal ajanlar. Hepsi Berkin Elvan için de iş başında: Kiminde haber hiç yok. Kiminde “Aslında eyleme gidiyordu” zalimliği…
Tanıyoruz hepsini: Roboskî’de evlerine ekmek getiren Kürt çocukları için “Kaçakçılık suçtur. Milyon kazanıyorlar” diyenler işte. Onlardan bazıları bugün Berkin Elvan’a ağıtçı, iktidara karşı gözyaşı iyi gidiyor diye herhalde. Yoksa, birine ağlayan diğerine güler mi hiç? Yalandan ağlayan paşalara nasıl inanalım?
Polis, hangi polisin o ölümcül yarayı açtığını bulacak değildi elbette. Adaletin kör olduğu yerdir çünkü çıplak şiddetle iş yürütülen yer.
İktidardan tek taziye olmayışı, bugüne kadarki yasasız ve ahlaksız tutumun olağan devamıydı. Cumhurbaşkanı ve Vali için bir not: 'Köşk’ün denetim imkânları var. İcradan talepte bulunma imkânları var. Ama orası ancak ölümden bir gün önce ses etti. Gazetede görünce de üzülmüştü... Vali ise zaten yasaların ters işletilmesi yani şiddetten yana işletilmesi prosedürünün memuru. “Dilan kızımız marjinal…” diyen oydu, sirke şişesini molotof yapan ekibiyle. “Yanılmışız, ayıp etmişiz” demez çünkü kör yasa da yürürlükteki müflis ahlak da ölü vicdan da ondan yana.
Linç günleri
Adalet, ahlak ve vicdan başka fotoğraflarda da geleceği ilan ediyor bizlere. Berkin Elvan’ın ölümünü anlamamıza da yarayan iki fotoğraf var: Biri HDP’ye saldırılar ve biri de edileni, edilmeyeniyle tahliyeler.
HDP’ye saldırılıyor. Yasal bir partiye. Fethiye’de kamu görevlileri, işte belediye başkanı, kaymakam, polis, itfaiye, azgın bir grupla el ele yasal bir partinin tabelasını indirdi. Yerine bayrak astı. “Burası başka ülke” dediler özetle. “Sizin ülkeniz değil.”
Üç yıl önce, Kütahya Emet’te aynı sahneyi görmüştük. Van’dan çalışmaya gelmiş Kürt işçilere saldırıldı. Polis, vali, belediye başkanı, kaymakam el ele işçileri otobüse bindirip memleketlerine yolladılar. Sonra kaymakam ve belediye başkanı kameraların önüne geçip anlattılar: İşçilerin GBT’sine bakmışlardı, yani 'temiz Kürtler'di. Ama madem 'halk' istemiyor, işte göndermişlerdi. İşçilere saldıranlar suç işlemişlerdi. Kimse yargılanmadı. Soruşturulan bile olmadı. Kaymakam ve belediye başkanı iki kere suç işlemişlerdi: Saldırganlara şefkatleri ayrı, Kürtlerin çalışabilmesi için güvenlik kayıtlarına bakmaları ayrı suçtu; otobüse bindirip memlekete yollamaları ayrı suç. Orada o zaman özetle şöyle denilmişti: “Burası sizin ülkeniz değil. Burası başka ülke ve size yer yok.”
Şimdi, Aksaray’da, Fethiye’de, Trakya’da, Karadeniz’de HDP’ye yönelen saldırılarda da aynı şeyler tekrarlanıyor. Şunu biliyoruz: Sokak, devleti takip eder. Saldırma cesareti, en geç saldırıya başladıktan sonra kırılmayan yırtıcı güçler, eninde sonunda sonuç alırlar. Devlet bizden iyi biliyor elbette. Yasa işlemiyor. Ahlak müflis. Vicdan ölü. Yasasız, ahlaksız ve vicdansız yer, linçten başka hangi eylemi üretebilir?
KCK ve beş yıl hilesi
Son olarak tahliye meselesi. Birileri tahliye oluyor. Beş yıl yasasıyla. “Kimse beş yıldan fazla tutuklu kalamaz” kuralı yasaya girdiği için. Tahliye kazananlar içinde boğaz kesenler, Hrant Dink’e kıyanlar, Danıştay basıp yargıç öldürenler var. Niçin? E yedi yılda, 10 yılda mahkûm edilemediler.
Uzun tutukluluğun sırrı malum: Kendi tekelindeki ve güdümündeki şiddetin hiçbir şekilde frenlenmesini istemeyen devlet egemenleri, tutukluluğu ceza kozu olarak elde tutarlarken yargının sadece kendi dediğini yapacak köhne bir kuruma dönüşmesini bile isteye sağlarlar.
Böyle tasarlanmış bir yargı da ne yargılama yapabilir ne sapla samanı ayırabilir. Buna bir de 'milli mutabakat cinayetleri'nde kullanılırken yakalananların yeri ve zamanı gelince bırakılması gereği eklenince, 'tutukluluğun yarattığı adaletsizliği düzeltmek için' atılan adım, boğaz kesen canilerin, soykırım devamcılarının topluma saygın kişiler olarak dönmesinden başka işe yaramaz.
Üstelik burada bile bir ayrımcılık açıkça yürürlüktedir: Herkes çıktı çıkıyor ama KCK davalarındaki başvurular itibar görmüyor. Öncelikle yasasızlığın, kendi yasasıyla bağlı olmayışın fotoğrafını çekelim: Kanun, “En fazla beş yıl tutuklu tut” diyor. KCK davalarındaki ret kararlarında iki özellik var, doğal zannettiğimiz iki özellik. İlki, sanki kanun, “Beş yıl dolmadan çıkarma” demiş gibi yapma eğilimi. “Maksimum beş yıl” diyen yasa, “Fazlası zulümdür” demiştir. Bunu “Beş yıl dolmadan bırakılmaz” diye yorumlayan yargı hem yasayı hiçe saymaktadır hem genel ahlaktaki ikiliğe sığınmakta hem de vicdansızlığın yerleşmesine katkılarını sunmaktadır. Eskisi günlerdeki gibi.
Dağı gösteren yargı!
Tahliye taleplerini ret dilekçelerinde görülen gerekçe şu: “Dağ kadrolarına katılabilirler.” Dağdan almadılar hiçbirini. Evlerinden, ofislerinden, yollardan topladılar. Cümle, cezaevinin alternatifinin dağ olduğunu söylüyor aynı zamanda. Dağın 'alternatif' haline gelmesine yol açan mantık, uygulamasında ısrarlı.
Güvenlik güçlerinin yasadışı eylemlerine mutlak koruma, adaletin körleşmesidir. Buna icazet ahlakın iflasıdır. Bunun sonuçlarına ilgisizlik vicdanın ölümüdür. Bunun toplamı çatışma halinde, savaş halinde bir topluma işaret eder. Berkin Elvan bu çevrimin cinayetidir. Egemen siyasetin tercihlerinin cinayeti. Ağlayalım. Küfredelim. Son olsun diye dua edelim ama yollarda taşlananları, mapuslarda yasalara rağmen tutulanları görmeden, onlar için elimizi oynatmadan son olacağını da ummayalım.
Yorumlar
Yorum Gönder