Yolum bir yolsuza düştü neyleyim
Anayasa Mahkemesi,
afete dayalı kentsel dönüşüm yasalarında
birçok maddeyi iptal etti.
Peki kurtulduk mu? Hayır.
Yasanın güçsüzden güçlüye
haksız mülk transferini mümkün kılan
asfaltı aynen duruyor.
Sadece birkaç şerit daraldı o kadar.
Yolsuzluk mu tartışıyoruz, yol olmayan yerde neye yolsuzluk diyoruz? Hukuksuzluk mu tartışıyoruz, hukuk olmayan yerde neye hukuksuzluk diyoruz? Anayasa Mahkemesi’nin kentsel dönüşümle ilgili kararları, yolsuzluk ve hukuksuzluğun nasıl bir kurumsallık taşıdığını gösterdi bir daha. Durumun özeti: “Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan.” Hayır, geleneksel nihilistik bilgeliğe düşkünlüğümden yazmadım bu kadim sözü. Bizzat sahibi olduğumuz ev, işyeri ve arsaların bize aidiyetinin hiçbir güvencesi olmadığı algısıyla yazdım.
Türkiye’de mülkiyet hakkı diye bir şey olmadığını ilan edip kayda geçiren yasalar içinde en güçlüsü olan 6306 sayılı 'Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun' Anayasa Mahkemesi denetiminden geçti.
Önemli iptaller
Mahkeme, bazı maddeleri iptal etti. En özetle iptaller:
Hazine dışındaki kamu idarelerinin mülkiyetindeki taşınmazların, bakanlığa ya da TOKİ’ye bedelsiz devri… (Kamu malının göze soka soka çarçuru fazla doğru değil, dedi)
Orman, Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri, Turizmi Teşvik, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma, Kıyı, Mera Kanunları da dahil 12 ayrı kanunun, bu kanunun uygulanmasını engelleyici hükümleri ve diğer kanunların bu kanuna aykırı hükümlerinin uygulanamaması… Ve kanun çerçevesindeki planların, İmar Kanunu ve sair mevzuattaki kısıtlamalara tabi olmaması… (Yüksek rant ormanında da olsak, 10 Anayasa gücünde kanun mu olur, dedi özetle yüksek mahkeme kanun koyucuya.)
İhalede ivedilik varsa, pazarlık usulü ihale imkânı. (İhale usulleri zaten sorunlu, bir de bari bu kadar göze sokulmaz dedi konun koyucu.)
İdareye karşı açılacak davalarda yürütmenin durdurulması kararı verilemez. (Yangından mal kaçırdığınızı bu kadar belli etmeyin canım.)
Adrese kayıtlı sistemdeki adrese yapılan tebligat, muhatabına yapılmış sayılır. (Vatandaşın malını elinden alacaksın, bir zahmet buluver!)
Kalan mayınlar
Çok şey iptal edilmiş değil mi? İnsanın hukuka ve mahkemenin hukukçuluğuna inanası geliyor. Ancak öyle değil. Çünkü mahkeme, çok ağır kimi maddeleri iptal etmiş olmakla beraber, bu maddeler olmadan da fazla pürüz çıkmadan işin bitmesini sağlayacak, yani yurttaşın kendi mülkü, kendi muhiti ve kendi kenti içinde söz hakkını bırakın varlığını yok sayan kritik düzenlemelerin birçoğuna dokunmadı. Mülkün temelini imha edecek kadar mayın duruyor yerli yerinde. İşte bazıları:
'Üçte iki' ne derse o!
Müşterek mülkte, mülk sahiplerinin üçte ikisinin ittifak ettiği karar, karara katılmayan üçte bir için de aynen geçerli olacak. Çoğunluğun dediği olur! Ne var ki bu 'çoğunlukçu' mülk yönetim tarzının, mülk sahipliğiyle hukuki hiçbir ilgisi yok. Bu bildiğimiz talan prensibidir: Çok olanlar gelir, az olan boynunu büker gider.
Topluluk işlerindeki karar alma süreçlerinde işe yarayan, kimi zaman kaçınılmaz olan 'çoğunluk' fikrinin, mülkiyetin kullanımında bir yöntemmiş gibi satılması, 'mülkiyet' diye bir şey olmadığının kabulüyle mümkün.
Türkiye’de son dönem iktidarının da pek sevdiği çoğunlukçu demokrasinin tamamı olduğu kabulüyle akrabalığı var bu üçte iki düzenlemesinin; yani en temeldeki barbarizmle. Fakat özel mülkiyetle tek akrabalığı, ona el koyma kabiliyetindedir.
Yardım, elektrik, su
Kanundaki iki düzenleme, insanları 'afet'ten korumanın değil, insanlara afet olmanın yasanın asıl amacı olduğunun delilidir. Biri, idarenin gerekli gördüğünde, bir yapı ya da bölgede oturanları bir karara zorlamak için elektrik, su, doğalgaz gibi hizmetleri kesebilme yetkisidir. Kabul etmediler mi? Elektriği suyu kes! Durumu mu yok, başka çözüm mü istiyor, aramak sormak gereksiz. Durumu olmayanlar, planlara uymak zorunda kalınca başlarına iş gelecek olanlara ne olacak peki?
Kanundaki tek 'şefkat' maddesi, yani sosyal devlet gereğini hatırlatan madde şu: “… geçici konut veya işyeri tahsisi veya kira yardımı yapılabilir…”
Şimdi, yapılır mı, yapılmaz mı? İkisi de değil. “Yapılabilir.” Neden? Çok açık: “Verme” yükümlülüğünü idareye yıkmamak için. Bu türden bir belirsizlik içeren düzenleme, kime verileceğinin kime verilmeyeceğinin belli olmaması, anayasaya uygun olarak değerlendirilemez. Normatif bir ölçü olmadan idareye “verme” yetkisi tanınması, verilmeyenlerin mağduriyetinin davetidir. Düzenleme, eşitliği çöpe atma izni vermesiyle anayasaya aykırıdır.
Temel kavramlar
'Riskli alan', konunun temel kavramlarından, 'riskli yapı'yla birlikte. 'Riskli alan'ın ne olduğu ve belirlenmesinde idareye verilen yetkileri pek güzel anlatıyor kanun; fakat iş görme usulleri belirsiz, çünkü maksat işi 'idare hukuku iş görme usulleri'ne uygun yapmak değil. Böyle çalışmayacak bir idarenin 'hukuki' çalıştığını öne sürmek mümkün değil.
'Riskli yapı' kavramı tanımlanırken de çok tuhaf bir kategori oluşturuluyor: İster riskli alan içinde olsun ister dışında olsun, 'ekonomik ömrünü tamamlayan yapı'lar da riskli yapı sayılıyor. 'Ekonomik ömür' lafı, aslında kanunu hazırlayanların bilinçaltını çok güzel ortaya koyuyor; çünkü 'afet'e karşı çok ciddi ve hayati işler yapılmak üzere hazırlanmış bir mevzuatta herhalde en son 'ekonomik ömür' lafı olmalıydı.
Sarayın ekonomik ömrüyle kulübenin ekonomik ömrü, villanın ekonomik ömrüyle kümesin ekonomik ömrünü ayırt edecek kıstas nedir? Bir kıstas bulsanız bile bunun afetle ilgisi nedir? Topkapı Sarayı’nın ekonomik ömrünün dolup dolmadığını sorası geliyor insanın…
Kasetten kanuna
Anayasa Mahkemesi, yarım hukuki davrandı. Şöyle demiş oldu sadece: Yahu hiç değilse yaptığınız iş hukuka benzesin, hukuk olmayacaksa da. Bu da Anayasa Mahkemesi’nin siyasi bile değil, bürokratik bir akılla çalıştığını gösterir sadece. Yarım hukukun hukuk olmadığını bilmiyor olamaz yoksa. Böyle olmasa şerit daraltmakla haksız mülk transferi yolunun kapanmadığını görürdü.
İki aydır 'kaset' siyasetinde öğrendiğimiz şey, ‘yolsuzluk’ ve ‘hukuksuzluk’ değil, ‘yol’ ve ‘hukuk’un hiç olmadığıdır aslında. Kamu gücü sahipleri ve yakınlarının 'iş çevirme' yöntemlerini, dolayısıyla nasıl bir ekonomik ve idari yapı varsayımı içinde hareket ettiklerini öğreniyoruz. Başka yol, başka hukuk. Aynı güç sahipleri, arzuladıkları ve oturtmak istedikleri ekonomik ve idari yapının kanunlarını da işte böyle yapıyor. Bazen kavga etseler de, temelde hep anlaşıyorlar. Yargı bürokrasisinin zirvesi da “hukuk hatırası” pozuyla sahneyi güzelleştiriyor.
Yorumlar
Yorum Gönder