Diyarbakır'dan herkese vurulan kelepçe

Beş Kürt vekile ilişkin karar, 
hem milletvekillerinin 
hem seçmenlerinin 
hem de Anayasa Mahkemesi'nin 
eline kelepçe vuruyor. 
'Barış sürecinin hukuku' 
üretilmeden de 
o kelepçeler çıkmaz.




Açılımla gelen açılımla mı gider? 
Yine aralık ayıydı. AK Parti hükümetinin alayıvala ile duyurduğu ilk ‘Kürt açılımı’ yürürlükteydi. 25 Aralık 2009’da ajanslara bir haber düştü: KCK operasyonu başlamış, çok sayıda Kürt siyasetçi gözaltına alınmıştı. Polis, Hatip Dicle ve Fırat Anlı gibi isimlerin de olduğu Kürt siyasetçileri kelepçelemiş, tek sıra halinde dizmiş, fotoğraflarını çektirmiş, ajanslar da çektiklerini servise koymuşlardı. Bir güç gösterisiydi, bir tahkir fotoğrafı. Bir ‘açılım hatırası.’ 

O ‘açılım’, hükümetin eski teze, savaşı mecbur tutan teze dönmesiyle bitmişti: Öyle üç teröriste pabuç bırakmayız, devlet büyüktür, terörü son ferdine kadar bitireceğiz. Teslim oldunuz oldunuz, olmadınız işte kelepçeler, kurşunlar, zındanlar. 

O tutuklama furyası, askeri operasyon dalgalarıyla sürdü gitti. İçinde hiçbir akıl, vicdan, kalp ve hukukun kabul edemeyeceği Roboskî’nin de olduğu malum zaman kesiti yaşandı. Kan, gözyaşı, tufan. 

Yeni açılım 
Yeni açılım daha ciddi, daha ayakları suya ermiş bir yolla başladı. Öcalan’la masaya oturuldu. ‘Açılım paketleri’ çıktı. Neredeyse bir yıldır ‘çatışma’ haberi gelmedi. Kim sevinmez? Arada zehirlenmiş toprakta kalakalmış bombalar patladı, çocuklar öldü. Karakol inşaatları hızlandı, birinde atılan bir mermi bir Kürt gencini daha alıp götürdü. En son Gever faciası yaşandı. Yargısız infazdı ama pek ses çıkmadı. Ele gelmiş barış fırsatını kimse tepmek istemedi, istemiyor. Yutkun, kan kus, kızılcık şerbeti içtik de. 

Son, en son referandumun bir iyi sonucu diye tahliye umudu çıktı. Anayasa Mahkemesi, Mustafa Balbay’ın başvurusuyla çok ama çok açık biçimde, oybirliğiyle karar aldı. İki şey söyledi, hukuk diliyle: Uzun tutukluluk hak ihlalidir. Milletvekili seçilmiş kişilerin hapiste tutulması, seçilme anından itibaren hak ihlalidir. Açılım sürecinde devletin oyalayıcı, hukuk zeminine oturmakta gönüllü görünmeyen tavrı, teoride hükümet denetiminde olmayan ve anayasa değişikliğiyle yetkisi toplumca da onaylanmış kurumu, Anayasa Mahkemesi eliyle ‘düzeltiliyor’ gibiydi. 

İlk beş günlük direniş 
Yerel mahkemeler az direndi. İlk alamet, Mustafa Balbay kararının ancak beş gün sonra uygulanmasıydı. Sonra Kürt milletvekilleri için beklenmeye başlandı. Anayasa Mahkemesi yetkilileri, hükümet yetkilileri, değişik meşrepte hukukçular, dillerinde tüy bitecek kadar çok tekrarla, “Anayasa Mahkemesi kararı açık. Milletvekilleri, seçimle gelmiş kişiler artık hapiste tutulamaz. Gecikmeden tahliye kararı verilmeli” dedi. 

Süre uzadıkça uzadı. Ve son karar, malum: ‘Tutukluluk hallerinin devamına.’ 

25 Aralık 2009’da bileklere takılı kelepçelerle çekilmesine izin verilip kamuoyuna servis edilen o uğursuz, tahkir edici, kalp kırıcı fotoğrafların üstündeki uğursuz halenin fendi, hukukun, barışa yönelik siyasetin sırtını bir daha yere çaldı. 

Oy verenlere de ihlal 
Bu nasıl mümkün? “Seçilmiş kişilerin tutuklu kalması, temsil haklarının ihlalidir” yönlü yüksek yargı kararı nasıl görmezden gelinebilir? Dikkat çekmek gerekir: Anayasa Mahkemesi, ihlalin sadece tutuklu kalan kişiler yönünden değil, onlara oy veren kişiler yönünden de gerçekleşmiş olduğunu vurguluyor. Yani konumuz sadece beş Kürt milletvekili değil, onlara oy veren milyonlar da. 

Tutukluluk halinin devamı, savaşa göre şekillenmiş yargı teşkilatının, barış ihtimal ve imkânlarıyla hiçbir ilgilerinin olmadığını bir daha gösterdi. Fakat bununla kalmıyor: Karar, Anayasa Mahkemesi’nin sistemdeki arızaları gidermeye yönelik olası faaliyetinin tek hamleyle çöpe atılmasıdır da. 

Asıl anayasa: TMK 
O kararları veren savcı ve yargıçların kişisel tutumlarına, bildiğimiz ya da bilemeyeceğimiz angajmanlarına girmeden bir cevap var: Terörle Mücadele Kanunu (TMK) denilen kanun, 12 Eylül’ün toplum ve toplumun tüm unsurlarına düşman pratiğinin yasalaşmış halidir. Kenan Evren’in “Kürt yoktur” tezinin ve 12 Eylül boyunca yapıp ettiği insanlık karşıtı işlerinin güvenlik bürokrasisinin eliyle devamının temin edilebilmesi için uydurulmuş çok tehlikeli bir olağanüstü hukuk metnidir. 40 yıl boyunca onu uygulayan güvenlik ve yargı bürokrasisinin hukuk eliyle tasfiyesi gerçekleşmeden bir ‘olağan hukuk’ düzeni kurulması imkânsızdır. Bu karar açıkça bunu söylüyor. “Bize verdiğiniz yetki, bizim hukuk pratiklerine verdiğiniz destek bize gösterdi ki, doğru olan budur” diyor o güya kapatılmış DGM’ler. Onlara gidip, “Barış sürecini baltalıyorsunuz” demek boşuna, çünkü onların kullandığı yasalara ve o yasaları uygularken şekillenmiş zihinlerine göre ‘barış süreci’nin kendisi de suçtur! 

Yerel mahkemelerin verdiği hukuk karşıtı kararlara seyirci kalmak ne adli teşkilatın ne de siyasetin seçmesinde hayır olan yoldur. Siyasetin, siyasi egemenlerin yapması gereken TMK ve onun uygulayıcı teşkilatının tasfiyesidir. Pazarlık usulüyle, ‘bir aldım yarım verdim, aferin bana’ mantığıyla yol yürüme kararından vazgeçilmezse, incitici kelepçeli fotoğraflardan kurtuluş olmaz. 

Anayasa Mahkemesi’ne darbe 
Son bir paragraf da ‘hukuki yorum’ için. Efendim, kimi hukukçular “Bireysel başvuruyla alınmış karar bağlayıcı olmaz, başvuruyu yapan kişinin mahkemesini bağlar sadece” diyor. ‘Teknik’ olarak doğru gibi görünüyor. Soralım o zaman: Hak ihlalinin tespiti için yetkilendirilmiş en yüksek mahkemenin tespit ettiği ihlalin hukuki değeri nedir? “Uzun tutukluluk hak ihlalidir. Milletvekili seçildikten sonra devam eden tutukluluk da hak ihlalidir” denildikten sonra, hem uzun hem de milletvekili seçildikten sonra tutuklu kalanların halleri, tek tek başvuruya bırakılacak demek ne demek olur? Önce şu: “Anayasa Mahkemesi, sadece baktığı dosyada söz sahibidir” denilmiş olur ‘teknik’ olarak. Yani “Cürmü kadar yer yakar” denilmiş olur, hukuksuzluk için geçerli bir ‘teknik’tir bu, hukuk için değil. Oysa Anayasa Mahkemesi kararı, haklarında kesinleşmiş mahkûmiyet bulunan kişilerin bile (örneğin Engin Alan’ın) temsil haklarının kullanılması için tahliyelerini tartışmaya açıyor aslında. İnfazın askıya alınmasına ne engel var? Çünkü karar ‘temsil hakkı’nı ceza muhakemesinin tedbir gereklerini arka plana itecek kadar üstün hak olarak tanımlıyor. 

‘Taraf’ kim? 
Radikal’de Rifat Başaran’ın haberine göre Diyarbakır mahkemeleri, “Anayasa Mahkemesi olayla sınırlı ve yalnız tarafları bağlayıcı kararlar vermekle yetkili” diyor. Evet, hâkim doğruyu biliyor, ‘karar olayla sınırlı ve yalnız tarafları bağlayıcı’ nitelikte. Taraflar kim peki? Her mahkeme, her yargıç kendi başına ayrı bir taraf mıdır? Değil elbette, bir ‘taraf’ta tek bir yurttaş olabilir, öbür tarafta ise tutuklama konusunda aynı norm, kültür ve alışkanlıklarla karar veren mahkemeler vardır. İşte Anayasa Mahkemesi kararı, bu ikinci ‘taraf’ı bağlar. Bal gibi. Kurumsal işleyişe karşı bireysel başvuru olmasının anlamı budur. Tersi, oyalamayı ve AYM’yi işlevsizleştirmeyi hedefler, hukuku değil.
Hasılı, bir fırsat kaçıyor. Anayasa Mahkemesi, ‘tutukluluk krizi’nden bir ilke kararıyla bir fırsat üretti. TMK terbiyeli üstleri örtülmüş ama levhaları örtünün altından bal gibi görünen DGM’ler, bir fırsattan bir kriz üretti. Kelepçe sadece Kürt vekillerin ellerinde sanıyorsanız, çok yanılırsınız. O fotoğraf yayımlandığı gün bininci defa çiğnenen hukuk, son kararla hepimizi yeniden hukuksuzluğun zindanına geri gönderiyor. Kimimizin elinde, kimimizin aklında kelepçelerle.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni