Selahattin deyip geçme

YüzdeOnMecmua, diğer adıyla yuzdeon.org , diğer türlü söylersem, Nazan Özcan ve Tuğrul Eryılmaz istedi, ben de yazdım. 
Ahan da adres.






Başbakan Ahmet Davutoğlu, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’a artık “Selahattin” (Demirtaş) demeyeceğini söyledi. Sahi, niye? Şöyle: “Çünkü Selahaddin Eyyübi'yi hatırlatır bize, Selahaddin Eyyübi'yi. O ise Kudüs'ü 'Yahudilerin kutsal mekânı' diyor. Cahil, Selahattin adından utan, Kudüs bizim kutsal diyarımızdır."

Türkiye’nin “Selahattin” ismiyle imtihanı eskidir, Kürt ile imtihanı kadar. Davutoğlu da bu imtihandan geçmek istiyor anlaşılan. 
Bu imtihan, ağır bir imtihandır. Varlık yokluk imtihanı. Kurucu babaların toptan sökmek istediği Kürtlük sökülmeyince, torunları perakendeciliğe başladı. Davutoğlu, Selahattin Eyyubi’nin Kürtlüğünü çalamayan ideolojinin anti tezi falan değil, “zamanın gereklerine uydurulmuş” devamı olarak konuşuyor: Toptan alınamayan isim, teker teker alınıyor. Eyyubi’den Kürtlüğü alamadıysa, Demirtaş’tan Selahattin’liği alırSınav eskiden şöyleydi: “Kürt yoktur. Türk vardır. Dağ Türkü mü dersin, ova Türkmeni mi dersin, Orhun yazıtlarından kelime mi uydurursun, Tarihi Çankaya-Ulus gözlükleriyle mi yazarsın, ne yaparsan yap, Kürt’ü yok et. Türk’ü var et. Herkese, her yere istediğin ismi koy.”
Psikopat devlet!
Kafada yok etmeyi elbette fiili yok etme izler. İzledi de. Yeterince kudretli olan, akla geleni uygulamakta beis görmez. Görmedi de. Biyolojik kişi olsa, “Akla her geleni uygulama” eğilimi nedeniyle “psikopat” filan derdik, “Psikopat devlet”, ama tüzel kişiye öyle şeyler denmiyor. Neyse. Zaten bir TCK’daki hakaret silahı var, şu sıralar bir ülkeyi içeri tıkacak kadar sık kullanılıyor.
Bu satırların yazarı Selahattin Eyyubi’nin “Kürt” olduğunu, bir MEB kitabından öğrendi. Konusu, Türklük Kürtlük filan olmayan kitap, ilginç bir önsöze sahipti. Neredeyse 30 sayfa, Selahattin Eyyubi’nin neden, nasıl ve ne kadar Kürt olmadığını, bilakis, tam aksine, elbette Türk olduğunu, zaten asıl yüceliğinin de buradan geldiğini anlatıyordu. Kudüs filan teferruattı. Kitabın en önsözüyse Kürtlükten istifa etmiş bir başka isme aitti: İsmet İnönü. Şimdiki iktidar, “Kürtlere yapılan kötülükler” başlığı altında seçtiği bir iki vakayı İnönü’ye atfetmeyi çok iyi bilir; böylece İsmet Paşa ve onun CHP’si bütün kötülüklerin anası, geri kalanlar temiz atalar oluverir: Mustafa Kemal, Celal Bayar, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak… Tek kötü yanları İsmet İnönü ile arkadaşlıkları. Örnek derseniz, alın size Dersim. CHP’nin kötülüğü. Ama: “Arşivi aç, malları iade et, çalınan çocukların (Kimseye tuhaf gelmiyor mu, çocuk hırsızı devlet?!) akıbetini bildir” desen, çıt yok. “Dersim devam ediyor, zamanın CHP’si sensin” desek, Kürt isek Zerdüşt, Türk isek Çapulcu oluruz kesin.
Gayrimilliler, kendi yoluna!
Dağıtmayalım. Selahattin’imize dönelim.
İnönü’nün de içinde olduğu cumhuriyetin kurucu babaları, Kürt’ten Kürtlüğün tamamını, bir kerede, mümkünse bir gecede almak istiyordu. Adını, tarihini, coğrafyasını, gecesini, gündüzünü, ne varsa. Almayı öğrenmişlerdi de, pek hazzetmediklerini söyleseler de Enver’in, Talat’ın yolundaydılar, yol “milli” toplum, “milli” devlet, “milli” coğrafya ve en nihayet “milli” millet oluşturma yoluydu. “Gayrimilli”ler yavaş yavaş kendi yollarına gidecekti. Çölün altına tehcir tuttuysa, dağın yarına niye olmasın?
Bu mücadele bir yanıyla bir “isim mücadelesi” idi. Fuzuli’nin, Nabi’nin, Nefi’nin, Selahattin Eyyubi’nin “Kürtlüğü” ihtimal olarak bile onlara ağır geliyordu. Kendisi olmayan bir milletin ferdi mi olurmuş? Cumhuriyetin kurucu babalarının Kürt düşmanlığındaki toptancılık, tutmadı. Çok kan döküldü, çok can yakıldı, çok kişi yerinden yurdundan edildi, ama tutmadı. Kürt kaldı, adını, adlarını, tarihini, tarihlerini, geçmişini reddetmeyi kabul etmedi, var kalma mücadelesini sürdürdü, sürdürüyor. Bugün “yoktur” denilen Kürt sorunu, budur aslen. İsim sorunu. Varlık yokluk sorunu.
Türkiyeli olmak isteyen kim?
Kurucu babaların toptan sökmek istediği Kürtlük sökülmeyince, torunları perakendeciliğe başladı. Davutoğlu, Selahattin Eyyubi’nin Türklüğünü çalamayan ideolojinin anti tezi falan değil, “zamanın gereklerine uydurulmuş” devamı olarak konuşuyor: Toptan alınamayan isim, teker teker alınıyor. Eyyubi’den Kürtlüğü alamadıysa, Demirtaş’tan Selahattin’liği alır.
Niye? (Davutoğlu’nun sözlerindeki Yahudi düşmanlığına açılan demagojik öğeleri de unutmadan) Çünkü: Şu anda ortada bu ismi cumhurbaşkanının iktidar partisi ve cumhurbaşkanının başbakanı için en tehlikeli biçimde taşıyan o. Hem Selahattin adını, hem Kürtlüğü. Hem Türkiyeliliği. Ancak Türkiyeliliği, oyunun “Türk” tarafı taşımak istemiyor gibi ya… Neyse…
Kuş, sormadan uçmasın!
Mesele Kürt’ün adını almakla bitmiyor, perakendecilik çeşit çeşit. CHP, Kürt çocuklarının Kürtçe öğrenmesini “pedagoglara” soracakmış. Seçim vaadi. Gibi. Geçen yıllar içinde, üniversite öğrencileriyle buluşmasında Kılıçdaroğlu bu mükemmel fikri söyleyiverdi. Bu seçim döneminde de yardımcıları ve başka yetkililer televizyonlarda tekrar ettiler. Böylece onlar da atalarının toptan yok edemediği Kürt varlığını yok etmenin yolu olarak dilini elinden almanın perakende yolunu bulmuş oluyorlar. Türk çocukları Türkçe öğrenirken, hatta zorla İngilizce öğrenirken unuttuğunuz pedagog, Kürt çocuğunun Kürtçesi için niye mecbur? Kürt çocuklarının Kürtçe eğitim öğretim görmesindeki pedagojik sakınca ne? Kuşun uçmasını aerodinamikçilere mi soracaksınız? Değilse ne?
Yoksa şöyle mi deniliyor: “Öğrense ne olacak? Asla konuşturmayacağız. Lafı ağzına tıkacağız. Kürtçe bildiğine pişman edeceğiz. Saldırıp camlarını taşlayacağız. Meydanlarda tezgâhını, standını yıkacağız. Çalışmaya gelirse kovalayacağız da o yüzden…”
Türkler, Türkiyeli mi?
Galiba böyle. Bu seçimde 50’yı geçti HDP’ye saldırılar. Saldırılara karşı ne yapılıyor: Polis, HDP’lileri alıp olay yerinden uzaklaştırıyor. Taşları bağlamışlar, köpekleri salmışlar dediklerinden. Saldıran kalıyor, saldırıya uğrayan götürülüyor. Deport. Çünkü, iktidar da anamuhalefet de “Kürt” adına, “Kürt” varlığına, “Kürt” adı ve varlığının devamına o kadar da razı değil. İkisi de bu bakımdan en çok eleştirdikleri, hatta “milliyetçi”liğini vurguladıkları partinin bir şubesi, yani MHP’nin. Fakat ikisi de MHP kadar dürüst değil. MHP, “Kürt yoktur, varsa da yok olsun” diyor, açık açık. İktidarla öbür muhalefet ise kurbağa pişirir gibi ağır ağır pişirme yöntemlerinden yana.
Fakat mesele bu seçimde “Kürtlük”le sınırlı da değil. HDP’deki Türklük de rahatsız edici onlar için. Kürtlüğe karşı ne ezberleri hazır, kendileri kürsüden, yol verdikleri sokaktan adil olmayan biçimde saldırır durur. Güvenlik güçleri ses etmez. Halkın kalanı ses etmez. Böylece “Türkiyelileşsen de Türkiyeli değilsin” mesajında el ele verilmiş olur. Milli siyaset.
HDP’nin bir yükü de, bu inkârcı şer eksenine karşı sırtlandığı eşit yurttaşlık siyasetidir. O zaman bu Türkiye’nin de yüküdür: HDP’nin Türkiyeli olmasını isteyip istemediğini de oylayacak “Türk” seçmeni sandıkta. Kürtlerle birlikte eşit yurttaş olarak yaşamak isteyip istemediğini.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni