'Cehennem deliğine gir dediler'

Can işlerinde 
her sistem cinayetine 
‘kaza’ denilmesinin tek sebebi var: 
Aynı düzene devam arzusu. 
Mükellef türküsündeki gibi, 
dün de madencilere 
‘Cehennem deliğine gir’ 
dediler alçak ve yüksek makamlar. 
İşverene teşekkür eksikti tek.



“Aman da beyim vay efendim bu nasıl emir
Kapandı kapılar sürüldü demir
Aman da beyim vay efendim künyem yazıldı
İlet mezarlığına kabrim kazıldı.”


Başbakan Amerika’ya, İngiltere’ye, Fransa’ya gitti; biz de Kütahya’ya gidelim. Bu 1940’ların Tavşanlı şarkısı ile Soma iş katliamı arasındaki bağa...


Türkiye Cumhuriyeti çalışma tarihinde ‘zor’ yani devletin yaptırım gücü, çalışanın karşısında konumlandı hep. 18 Ocak 1940’ta, 3780 sayılı Milli Koruma Kanunu yürürlüğe girdi. Madenlerde çalışma mecbur edildi. Adına ‘mükellef’ denildi. Yedi yıl süren uygulama, şarkılarla, ağıtlarla acı ve protesto belleğine kazındı. (Prof. Dr. Ahmet Makal, Erol Çanta ve Murat Kara bu zulüm uygulamasını araştırarak emek arşivine önemli katkı yaptılar.)

‘Mükellef’ özel, olağanüstü ve geçici bir uygulama mıydı? Şeklen evet, fakat kamusal zorun, yani devlete ait bir tekel olan şiddetin kullanımı izlenirse, değil. ‘… kabrim kazıldı’ bölümü bugün de geçerli; Soma iş katliamı nedeniyle değil sadece, öncekilerde de… Kabrin kazılma usullerindeki değişiklikler, devletin tekelindeki ‘zor’ kullanma yetkisini hep aynı şekilde kullandığını gözden kaçırmamalı: Kanun mucibince yakalayıp zorla indirilmiyor artık madenci. Peki ne oluyor? Maddi ve hukuki çalışma hayatı düzenlemeleriyle mecbur ediliyor. İtiraz edecekler, 1940 mükellefleri kadar yalnız kalacaktır. Maden ocağı, bugün de 1940’lardaki gibi ‘cehennem deliği’dir bu yüzden.

Bakalım, adım adım.

İlk etapta gözaltı
“Soruşturma başlatıldı ancak ilk etapta gözaltına alınacak amirler de işçilerle birlikte hayatını kaybetmiş durumda.” Savcı konuşuyor. Soma için.

Bir uzman ölümün tadından bahsetti. Bir sendikacı ‘kaza’dan, ‘kaçınılmazlık’tan, ‘işin doğası’ndan dem vurdu. Bakanlar, başka başka uzmanlar ‘en iyi maden, en tedbirli maden’ türküleri çığırdı. Bakanlar, işverenle beraberdi. Hep beraber oradaydılar işte. Hepsinin üstüne Başbakan konuştu, hepsini tekrar etti, kendi üslubunca: “İş kazaları literatürde var.” Patronun yanındaydı, özetle. Sendikacılar da uzmanlar da bakanlar da Başbakan’ın yanında olur değil mi, milli düzende.

Milli sermayemizin milli sahipleri, sermaye birikimine halel gelmemesi için böyle durumlarda pek bir yasal/cezai sorumluluk taşımazlar. ‘İlk etapta gözaltına alınacak’ onlar değildir. Nereden alacaksın zaten, Başbakan’ın yanında durduğu adamı? Alınacak olan, işçilerin amirleridir. Amir dediğiniz de bir işçidir ya zaten, mühendis filan en fazla. İşçi ölürse sorumlusu yine işçidir. Milli işbölümüdür adı. Herkes elindekini ortaya koyar, böylece milli ekonomi oluşur. Çok veren, yani bordrodaki büyük mü büyük rakamları veren maldan, az veren candan. İşçinin canından fazlası yoksa kabahat işverenin mi?

Savcıya dönelim. Söylediği, siyasi iradenin tercih ettiği hukuksal çerçevedeki ana eğilimin ilanı. (Hakkını mı yiyoruz? “Kusuru varsa soruşturma işverene kadar da gider” diyen de aynı savcı; tabii ‘ilk etap’ta değil! İşveren ilk etapta beraat ettirildi zaten hükümetçe) Ama bundan ibaret değil: O hukuksal çerçevenin sadece işveren lehine işletilmesi ne kanunun ne de Allah’ın emri.

Kusur, ihmal, kaza, kast
‘Kaza’ çok seviliyor, ‘ihmal’le yarışıyor: Bu olaylar haberleştirilirken, yetkililer demeç verirken filan kullanmayanı dövüyorlar sanki. ‘İhmal varsa…’ Bu ‘ihmal’ci söylem, bir şeyi gizler, açık ve basit bir şeyi: ‘Kast’ı:

‘Emek maliyeti’ni azaltmak, ‘milli rekabet gücü’nü arttırmak, yani patronun kârının azamileştirilmesini sağlamak temel strateji olunca, iş cinayetlerini önleyecekteçhizat ve bilgili personelden tasarruf, milli tasarruf sayılır. İşçi örgütlenmelerinin tasfiyesi, olmadı yozlaştırılması bu stratejinin parçası. Yargının cezaları en alt sınırdan ve en alt ‘sorumlulara’ yöneltmesi de…

Yoksa işin adını koyacak, cinayeti saptayıp cezasını kesebilecek hukuki imkânlar yok değil. Buyrun, ceza hukukçusu Öznur Sevdiren yazmıştı: “Türk Ceza Kanunu’nun 21/2 maddesi, fiilinin suçun kanuni tanımındaki unsurlarını gerçekleştirebileceğini öngörmesine rağmen kabullenen kişinin olası kastla hareket ettiğini hüküm altına alıyor. Dolayısıyla somut olayda koşulları bulunduğunda olası kast hükümleri uygulanmalıdır.”

Ona cinayet diyoruz
Yani, mevzuat, ‘öngörülebilir’ olmasına rağmen öngörmeyenin ihmal, taksir filan gibi hafif kavramlarla sıyıramayacağını, ‘kast’ının varlığının kabulünü emretmiş.

Kasıt varsa ona cinayet diyoruz, kaza demiyoruz. Sevdiren, (çalışma hayatını kuşatan hukukun) uygulanmasında bir eğilimden bahsediyor: ‘Üretim sürecinde fiilen yer almayan işveren ve vekillerine kusur atfetmeme.’ İş cinayetlerinde milli mutabakat. Siyasal davalarda iyi tanıdığımız ‘cezasızlık’, çalışma hayatı alanında da üstün norm kabul ediliyor yani ‘uygulama’da. Kâr etmeye çalışanın ne kusuru olurmuş değil mi efendim?

Cinayet filansa, sahi, istifa eden olur mu acaba? Bütün bu düzenin kurucusu ve koruyucusu hükümetten, bürokrasiden, merkezden, merkezin taşra teşkilatından? Edecek olan ya da? Yoksa ölmüşleri istifa etmiş sayarak bu işi çözer miyiz? Ölenle ölünmez ya… İnsan umutlanıyor ama, Başbakan öyle dedi.

Peşinden Çalışma Bakanı, güzel güzel konuşur gibi yapıp işverenin beraat hükmünü perçinledi…

Başbakan’ın sözleri, eski sözlerine ne kadar benziyor: “… bir defa bu tür ocaklarında, kömür ocaklarında bu olanları, lütfen buralarda bu olaylar hiç olmaz diye yorumlamayalım. Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var. (…) Tabii işin boyutunun bu kadar fazla olması bizi derinden yaralamıştır. Bizi derinden üzmüştür. Kontrollerle de burası gerçekten gerek işçi sağlığı gerek işçi güvenliği açısından da iyi noktada kömür ocaklarından birisi olarak değerlendirmesi yapılmış ve nisan-mayısta da çalışmalarına devam etmiştir.”

İşverene teşekkür eksik. ‘Teşekkür’ kısmını eklersek, görevini layıkıyla yapmış bir işveren, ona ruhsat vermiş, denetleme görevlerini yapmış masum bir hükümet var gibi olur değil mi? Aynı nutuk, Roboski katliamından sonra da kulaklarımıza bağırılmadı mı? Genelkurmay Başkanı teşekkürü kapmıştı ama.

Can işlerinde elden çıkan her sistemik cinayete ‘kaza’ denilmesinin sebebi var: Aynı düzene devam arzusu. Mükellef türküsündeki gibi, dün de madencilere ‘Cehennem deliğine gir’ dediler alçak ve yüksek makamlar. O yüzden ne istifa gelir, ne özür gelir, ne yargı tutumunu değiştirir. İtiraz edenlerin, protesto edenlerin mücrimleştirilmesi de doğaldır, işçiyi çar naçar en ağır şartlara mecbur eden güç, düzenden rahatsız olanın kafasına inmeyecek de nereye inecek?

Ha, bir de ağzını açan ‘en iyi madenimiz bu’ türküsü çığırdı durdu gün boyu. Müfettişler de öyle demiş. En iyisi buysa, yapmayın bu işi. Ama işçi canı nedir ki, milli kömürün, milli patronun yanında?

Şartsa bu can pahalı kömür yeraltına kendiniz inin, yas pozları takınmanız da gerekmez o zaman.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni