Gönül kendini yurttaş mı sanırsın?

Türkiye Cumhuriyeti'nin 
yazılı anayasası dışında 
bir de yazısızı var. 
Bu ikinciye göre 
'TÜİK' denince insan hakları biter. 
Polis, Aleviliğe kamu önünde 
mücrim iması yapabilir. 
Güvenlik istediğini alır, istediğini bırakır. 
Biz de bunları görmeyiz, 
çünkü devletin bir eli 
gözümüzü çıkarmıştır.


Devletin çeşit çeşit eli var: Şefkatli eli. Öfkeli eli. Alan eli. Veren eli filan. Bir de hiç göremediğimiz bir eli var çünkü gözümüzün içine sokmuş. Hak eli bu da. İnsan hakları eli.
Siz de kendinizi yurttaş mı sanıyorsunuz? Yurttaş, kanunla yazılı haklara sahip, bu haklarına yine kanun/kamu yararı ve mahkeme kararı olmadan müdahale edilmeyeceğine güvenen biri olmalıdır, misal. Türkiye’de ise ‘hak’ devlet yetkililerine, misal polise ait bir kavram olup, yurttaşların görev ve yükümlülükleri vardır. Bakmayın siz yasalarda, özellikle de anayasada yazana. Başbakan Erdoğan’ın, Gezi eylemleri sırasında ‘polisin gaz atma hakkı’ndan söz etmesi ne bir dil sürçmesi ne de bir siyasal gaftı, bu anlayışın dosdoğru ifadesiydi.

Kanun koyucu ve kanun uygulayıcı da bu fikirdedir, Başbakan Erdoğan’a muhalif olduğunu söyleyen koca koca partiler de pek uzağında değildir bu fikrin. En önemli örneklerden biri, geçen hafta medyaya yansıyan bir TÜİK haberindeki tuhaflıktı.

TÜİK, istediğini alır!
Özetle: TÜİK, bir yurttaşla ankete başlamış. Sonra yurttaş “Zor, karışık, vakit alıyor, evime memurların girip çıkması gerekiyor. Böyle olduğunu bilmiyordum” diyerek vazgeçmiş. TÜİK de para cezasını basıvermiş. 1000 liraya yakın ceza. Nasıl olur?
Basit. Türkiye İstatistik Kanunu, madde 8 der ki:

MADDE 8 - İstatistiki birimler, ülkenin ekonomi, sosyal, demografi, kültür, çevre, bilim, teknoloji ve ihtiyaç duyulan diğer alanlardaki resmi istatistikleri üretmek üzere, anayasada belirlenen temel haklar ve ödevler çerçevesinde, kendilerinden istenen veri veya bilgileri, başkanlığın belirleyeceği şekil, süre ve standartlarda eksiksiz ve doğru olarak ücretsiz vermekle yükümlüdür.
Buradaki ‘istatistiki birim’ bildiğiniz özel ya da tüzelkişi, yurttaş ya da yurttaşların oluşturduğu tüzelkişi. ‘Yurttaş’ değil, istatistiki birimiz yani, not edip devamına geçelim: ‘İstatistiki birim’ ‘ücretsiz’ olarak TÜİK’in (‘temel haklar ve ödevler çerçevesinde’, ne demekse!) taleplerine cevap vermezse, madde 54 bas para cezasını diyor, 500, 1000, 2000 lira filan.

Anayasaya aykırıydı
Bu kanunun sekizinci maddesinin eski versiyonu, 2008’de Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi, mevcut yazılı anayasaya aykırı diye. (‘Yazılı’ diyorum, çünkü bir de yazısızı var bu memleketin, ona TÜİK’ten sonra geleceğim.)

Kanun koyucu yenisini yazdı, eskiyle yeni arasındaki asıl fark, işin ‘anayasada belirlenen temel haklar ve ödevler çerçevesinde’ yapılacağının öngörülmesiydi. Eski madde metni iptal edilirken, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, muhalefet şerhi koydu. “Hukuka uygundur. Devlet böyle şeyler yapabilmeli” gibilerinden. Yeni madde de Anayasa Mahkemesi’ne gitti, hayır Meclis’te grubu bulunan partilerden biri götürmedi bunu, bir yurttaş götürdü.

Sonuç: Anayasa Mahkemesi bu kez maddeye konulan, ‘Anayasada beklenen haklar ve ödevler çerçevesinde’ denilmesini yeterli buldu. “Hah, anayasaya, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelere ve hukukun evrensel prensiplerine şimdi ne güzel uydu. Benzeri şeyler Avrupa’da da var canım” türü argümanlarla. Haşim Kılıç ‘bu sefer oldu’culardan biriydi.

Kılıç’ın adını ikidir zikrediyorum, çünkü Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak geçen hafta, “Bizim işimiz siyasidir. Çünkü anayasaya uygunluk denetimi yapıyoruz, o metin de siyasidir, başka türlü olmaz” dedi. Bir ölçüde doğru, birçok ölçüde yanlıştı söyledikleri: Yukarıya alıntıladığımız metnin “Anayasaya uygun” olduğunu söylerken bal gibi yüzde yüz siyasi bir karara imza atmıştı ama yüzde 99 siyasi olunsa, eser miktar yüzde 1’lik hukuk aransa, madde şimdi iptal olmuş olurdu. Çünkü, angarya yasağından özel hayatın/mahremiyetin ihlaline, ifade hürriyetinin içeriğine ait olan ‘inanç, kanaat beyanına mecbur bırakılma’ya kadar birçok prensibi ihlal ediyor.

Polisim her şeyi bilir
Temel hakların bizzat kanun yoluyla ihlalinin ve bunun yüksek yargıdan onay almasının izahı ne olabilir, yurttaşın ‘ödev yükümlülüklerle’ dolu bir şey, bir tür devlet memuru, hatta malı olarak algılanması değilse? Bu devlet aklı ve iş görme tarzıyla daha neler neler oluyoruz, bu da bu haftadan bir örnek:

Milliyet’ten Tolga Şardan, 25 Kasım’da, “Güvenlik birimleri, 28 Mayıs’tan eylülün ilk haftasına kadar olan sürede gerçekleştirilen Gezi Parkı eylemlerinin değerlendirmesini ortaya koydu” diyor ve anlatıyordu: Kaç eylem oldu, kaç kişi katıldı, kaç kişi yakalandı, soruşturuldu filan. Sonra da bir ‘örneklem’ grubu üzerinden, bir ‘demografik’ analiz aktarıyordu, güvenlik birimleri yapmış: “Yine şüphelilerin yüzde 78’si Alevi kökenli olup bazı sendikalar/sivil toplum örgütleri, taraftar grupları içinde yer alanlar, ulusalcı, laik kesimler. Yüzde 12’si siyasi partilerle ilişkili, yüzde 6’sı marjinal sol oluşumlar içinde, yüzde 4’ü ise terör örgütleri ve yasal uzantıları içinde yer alıyor.”

Yazıdan sonra ne Emniyet Genel Müdürlüğü, ne İçişleri Bakanlığı ne hükümet sözcüleri bir açıklama yaptı. Vahim bir şey yok onlara göre. Çünkü yazısız anayasada yurttaş diye bir şey yok, memurlar, suçlular, istatistiki birimler filan var.

Bunların sorulması suç
Hiçbir güvenlik birimi, hiçbir soruşturma ya da kovuşturma kapsamında hiç kimseye böyle sorular soramaz. Bir yerde bir suç (daima bir fiil olmalı ama biz aklımızdan geçenlerden, geçmeyenlerden, yazılmamış kitaplardan bile yargılayan bir yargıya sahibiz) varsa, o suçun delilleriyle olası fail ya da failler arasındaki bağları ilgilendiren, hukuka uygun elde edilmiş deliller çerçevesinde soruşturma ya da kovuşturma yürür. Güvenlik ya da adli birimlerin böyle bir yetkileri olmadığı gibi, burada yetki aşılırsa ağır biçimde cezalandırılmaları gerekir. Yani, herhangi bir yurttaşa mezhebini soramayacakları gibi, bunu kayda da geçiremezler, istatistiğe de çeviremezler ve kamuya da sunamazlar. Hepsi suçtur. Burada ‘Alevi kökenli’lerin araştırılması suçunun yanı sıra, ulaşılan ‘yüksek oran’ın açıklanması, suçlular=Alevilik arasında görünür bir bağ kurmaktır. Açık bir mezhebi kriminalizasyon vardır. (Gezi eylemlerine katılmayı ben suç saydığımdan değil, polis ve kamu otoriteleri suç saydığından)

Anlaşılan, TÜİK’e bol keseden verdikleri yetkileri, hiçbir kanuna yazmadan polise de vermişler. O da ‘analiz’, ‘demografi’ filan gibi kisveler yardımıyla işini görüyor. Anladık polis güvenlik ve yargı kurumlarının primus inter pares’i yazısız anayasamıza göre, artık ama demek ki yetmemiş ki sosyolojinin de âlâsına soyunmuş. Gizliden siyasetçi de olmuş. Felsefeciliği filan da yakındır.

Gizli mahkeme mi var?
En son, 14 kişi gözaltına alınıp bırakıldı. Redhack filan gibi oluşumlara karşı siber mücadele filan gibi başlıklarla, bütün hafta sonunu gözaltında geçirdi 14 kişi. Neden?

Hiçbir açıklama yok. Gerekli mi? Eylemcinin mezhebini, partisini, örgütünü araştıran, istediğini suçlu ilan eden güvenlik bürokrasisi ve onun
mülki amirleri varken, “Vatandaş parasız, istenilen bilgiyi verir” diyen yasaları ‘uygundur’ diyen yüksek yargı varken, biz hangi açıklamayı, hangi sıfatla talep edelim ki? Zorlasak, “Bilimsel, ilmi, metodik, polis tabii yaptığı işi, alanı bilecek. Her şey de açıklanmaz. Bazı şeyler gizli” filan derler bize. Tanıklar, deliller hep gizli, yakında gizli mahkeme de olur diyeceğim ama belki de olmuştur.

Hasılı kardeşim, sen bir istatistiki birimsin, birimliğini bil. Devletin güçlü eli üstündedir hep. Bazı bazı da gözünün içine girer, göremezsin. Güçlü yurttaş, güçlü birey, güçlü toplum filan gerekmez bize, ‘güçlü devlet’ yeter.

Devam edeceğim. Devletin gözümüze soktuğu, sanki hukuka uygunmuş gibi kullandığı elinin bir örneği de şu GBT’dir, oradan.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni