'Komşular, siz neredesiniz?'


Hiç görmediğim ağabeyim Hayrettin Eren'e 
ve hep görmek istediğim 
sevgili kardeşim Faruk Eren'e. 


Komşu kimdir?
Cumartesi Annelerinin bugünkü oturumundan bu soru. “İnsanın kaidesi insandır” dediydi Novalis. İnsan, insan üstünde durur. İnsan insan yanında durur. İnsan insanın yanındadır. Yan yanalık, bugünüdür insanın. Üst üstelik, geçmişle bağı.
Cumartesi Anneleri “geçmiş”te ellerinden, kucaklarından, ocaklarından alınmış insanlar için buradalar. 450 haftadır. Yanlarının boşluğundan yakınıyor Mikail Kırbayır. Cemil Kırbayır’ın ağabeyi.
Bir sitem mi söyledikleri? Komşuluk hukukuna yolluyor, ağır, acılı sesiyle dinleyenleri. “Komşular, siz neredesiniz?”
Yavaş anlamında ağır söyledikleri, ağır ağır konuşuyor. Ama sadece o kadar değil, yük anlamında da ağır: “Tamam, devlet suçlu. Katil. Ey komşular, siz neredesiniz?”
“Halkın duyarsızlığı” diyor, “komşuların duyarsızlığı” sürdükçe, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, dedikçe mezarsızlığımız, köleliğimiz devam edecek."
Komşu, siyasi bir kategori de, sosyal, medeni olduğu kadar. Başbakan Erdoğan biliyor bunu: Komşunun tencere çalan komşuyu dava etmesini talep ettiği zaman bildiği gibi. Şimdi komşunun “kızlı erkekli oturan” bekârları şikayet etmesini istediği zaman bildiği gibi.
Komşu duyarsızlığı “modern” bir hal: Büyük şehir denilen yerler, komşunun komşudan habersiz oluşunun yerleri. Komşunun pozitif duyarlılığını talep eden Cumartesi Anneleri, acılara yol açan adaletsizliğe karşı ihtiyaç duyulan sesi talep ediyor. Kırbayır’ın yalnız, acılı ve ağrılı sesinden komşuya giden davetle, kudretli hükümetin başbakanından komşuya giden negatif davet iki ayrı toplum halinin, hayalinin davetleri.
Bir halka gibi oturuyor Cumartesi Anneleri. Oturuma iştirak edenler, kucaklarındaki soluk resimlerle birbirine dönük duruyor. Yandan bir ırmak geçiyor. İstiklal Caddesi ırmağı. Zaman zaman birileri merakına yenik düşüp yaklaşıyor, bakıyor ve gidiyor. Komşu ırmağı o. Hükümetten, bundan ve öncekilerden ve korkarım sonrakilerden şikayetçi olsalar da, bu ağır, acılı davadan uzak duruyorlar. Birer komşu olarak onlar, başlarına bu işler geldiğinde yanlarında, arkalarında, önlerinde bir komşu bulamayacaklarını mı biliyorlar? Evet. Muhtemelen fazlasını da biliyorlar: Negatif davetlere uyacak komşular olabileceklerini mesela.
90’ların karanlığındaki kayıplar, komşunun Kürt komşuya, Kürtle komşuluğa duyarsızlığının kayıplarıydı az da; meydandan gelen pozitif komşuluk çağrılarına karşı, hükümetlerden gelen negatif komşuluğun kayıpları.
Daha eski fotoğraflar da var bir süredir meydanda, 1915’ten silik soluk fotoğraflar, isimler. Ermeni kaybı, komşuluğun büyük kayıplarından değil miydi? Merkezden gelen negatif komşuluk çağrılarına uyumun kayıpları?
Cumartesi Anneleri, kaybın iddianamesidir; kaybettirenlere karşı iddianame: Komşuyu alıp götürenlere karşı sessiz kalanlar, alıp götürenlere yakın kalacaklar hep, başka hiçbir şey yapmasalar bile.
Cumartesi Anneleri, dünün iddianamesidir: Hiç bitmeyen bir gün olarak dünün: Alıp kaybedilen komşuların, komşuluğun iddianamesi.
Cumartesi Anneleri yarının iddianamesidir: Hiç gelmeyecek bir gün olarak yarının: Alıp kaybedilecek komşuların, komşuluğun iddianamesi.
Dünün kayıplarına sahip çıkmadan, yarının kayıplarına kim engel olabilirmiş ki? Bu sorudur Cumartesi Anneleri, kendimize ve kaybettirenlere sorulması gereken bu soru.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni