O Ford dediğiniz öyle değil, lordum!

Yedi galvaniz işçisi yandı. 
“Maksimum kâr”dan başka imanı 
kalmayan ülkede lafı mı olur? 
Biz bugün (1 Şubat 2013) yürürlüğe girecek 
İş Güvenliği Yasası’nı kutlayalım, 
cenazede Fatiha yerine okuruz, 
bu kapitalistik imanla.



İş katliamları dinmiyor. Galvaniz işinde çalışan yedi kişi yandı. Eridi. Bedenleri, kemikleri birbirinde karıştı. Kim kimdir, hatta kaç kayıp var, DNA ile anlaşılacak. Gündemde bir, akılda iki gün kalırsa kalır. Gündemin sahibi başka, aklın sahibi başka. Artık iş kazalarının olduğu yere koşup gözyaşı dökermiş gibi otorite de görmüyoruz. Politik değeri de kalmadı, yani. Türkiye 75 milyon oldu, üçün, beşin, yedinin lafı mı olur?
Bu duyarsızlığı, baş etmeyi bırakın, nasıl anlamalı?
**
FORD’LU BİR BEYANAT
Geçen haftalarda hükümetten gelen bir “Ford”lu beyanatta ipuçları var. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, iş insanlarına sesleniyor: “Millet solculara itimat etseydi, 1970 model Fordlara Mercedes diye binerdik.”
Ford deyince kulak kesilmek lazım. Solcuları, solculuğu, artık bundan ne anlaşılıyorsa, kötüleme, karalama amaçlı bu sözü duyan, Ford’un bir sol (yani kaka) sembol, Mercedes’in bir sağ (yani cici) hedef olduğuna inanır. Evet, Ford denilince, otomobil, kötü ve kötülük kavramlarını çağıran bir alan, bir geçmiş ve bir gelecek var. Fakat kazın ayağı beyefendilerin söylediği gibi değil. Ford ilgisi “sol” bir ilgi alanı değil. Biraz sağ, sizin kadar olmasa da: Adı da var, Fordizm.
Frederic Winslow Taylor efendi Türkiye’yi yönetenlerin dilden düşürmediği refah lafını çok severdi. Toplumsal refah, total refah onun da takıntısıydı. Formülü kapitalizmin tüm kötülükleri gibi basit ve evrensel görüntülüydü: Kârı azamileştirmek, her şeyi çözer! Kâr hep artmazsa, tezgâh biter.
Gerisi basit: İşverenin kârı azamileşince, işçiye azami ücret ödenebilir. (Yerseniz.) O yüzden de üretimi azamileştirmek gerekir. (Ne de mantıklı değil mi?) Üretimi azamileştireceksek, işçi, işverenin iş düzenlemelerine tamamen uyacaktır. (E haliyle, işçi kardeş uyuma, emirlere uy.) Formül, en çok Ford fabrikalarındaki ünlü bant sisteminin mükemmelleştirilmesiyle incelip tarihe geçer.

VASIFSIZ TOPLUMUN ÜRETİMİ
İş parçalara bölünür. Herkes, kendisine tanımlanan tek işi yapar. Mehmet, günde beş bin tane düğme çevirsin yeter. Ahmet filanca noktaya on bin çekiç vursun. Ayşe bir deliğe iğne sokup çıkarsın. Her gün, her ay, bir ömür boyu. Formülün toplumsal fiyatı işvereni ilgilendirmez, zaten bu fiyatla kâr artabilir ancak: Vasıfsızlaşmanın sistematik üretimidir. Vasıf artık banttadır, insanda değil. Bu vasıfsızlığın acı imgesini Charlie Chaplin kazıdı kafamıza, Asri Zamanlar’la. Chaplin, iki paralı ve paracı mucidin ortaya çıkardığı asıl ürünü, aklı, ömrü, davranışları, jestleri dağılmış, anlamsızlaşmış insanın imgesini yakalar; o hale gelmiş topluma kendisini seyrettirir.

BATIDAN TEKNİK, DOĞUDAN AHLAK
Fordist çağ geçti ama, karı azamileştirme arzusu geçmedi.
Şimdi Türkiye bu konuda sınır tanımıyor. Şimdi Türkiye’de de “işverenin refahı, işçinin refahıdır” mavalı, kah sırıtkan suratlar, kah sallanan parmaklar, kah biber gazı, kah milliyetçi, kah milletçi, kah ırkçı, kah modernsi pışpışlamalar eşliğinde egemenliğini sürdürüyor. Fakat Türkiye’de, yüz küsur yıl öncenin iki bilimsel kapitalist şeytanının bile çekindiği bir şeyden çekinen yok: Sistem kurulurken, işlerken bir şey bütün hesaplarda ihmal payı olarak görülüyor: Çalışanın canı. İşçinin. Yaşayan canın. Ne Taylor, ne Ford, işçinin ucuz, boş beleş dikkatsizlikler yüzünden ölmesinden hoşlanırdı. Çünkü çalışması, çalışmamasından iyiydi: ölüyken ne işçi olabilir, ne de işçinin daha ucuz çalışması için gerekli işsiz olabilir ve ne de yaşamı parçalanarak ürettiği ürünün sersem tüketicisine dönüşebilir. Tazminatı, hukuki süreçleri, kalan işçilerin –çalışanların sınıfsal tepkilerini kışkırtması da cabası.

Batının tekniği, doğunun ahlakı derken bu mu kast ediliyordu: Karı maksimize etmek için gerekli her tür kötülük baş göz üstüne, bu “gerek”lerin yol açacağı ölüm ve sakatlanmalardan kaçınma masrafları tu kaka. Çok mu itiraz ettiniz konu rekabet şeytanına, dış güçlerin oyununa, hiç biri de tutmazsa tanrıya havale edilerek çözülür. İşte, “işin fıtratı”, işçi ölümleri konusunda Türkiye’nin hırsları sınır tanımayan sağ aklının, evrensel kapitalistik kötülükler kataloğuna hediye ettiği bir tanım olsa gerek. Türkiye’deki Fordist bantta sadece emek ve yaşam sömürüsü iş başında değil, bu bantta ortaklardan biri de Azrail. Onun payına en son yedi galvaniz işçisi düştü. Ölümler iki günde unutulur. Hastalar, sakatlar zaten akla gelmez.
Bunlarla uğraşmak boş iş değil mi? En iyisi bugün yürürlüğe giren İş Güvenliği ve Sağlığı Yasası’nı kutlayalım. Gaziantep’teki işçi kardeşlerimizin cenazelerinde Fatiha yerine okursunuz. Çünkü bugünden itibaren, günde en az iki, ayda en az 80 kişinin öldüğü Türkiye’de iş güvenliği uzmanının artık mühendis olması gerekmiyor. Mühendis pahalı, malum. Rekabet gücü etkilenir, maazallah! İşveren niye para harcasın, işçiler öyle de böyle de ölecekse…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni