Başbuğ’un halifesi Bahçeli

Devlet Bahçeli’nin
7 Haziran sonrası
“hayal kırıklığı” yaratması,
hayal kırıklığına uğrayanların hayalciliğini gösterir.
 Bahçeli, “Ne mozayiği ulan, mermer”
diyen Başbuğ’un izinde gider.


Alparslan Türkeş
ölünce yapılan MHP kongresinde MHP’li, ülkücü olmayan kamuoyunun en az tanıdığıydı
 Devlet Bahçeli. Birdenbire ortaya çıkmış, partiyi ele geçirmişti sanki. Kongrede kıyamet kopmuş, masalar, sandalyeler uçuşmuş, yumruklar, tekmeler konuşmuştu. Siyasette fizik şiddete yatkınlığıyla ünlenmiş bir parti, kendi içinde de aynı enstrümanla konuşuyordu işte. Kongrenin en sakiniydi. “Türkeş” soyadının mirasını alıvermiş, “Başbuğ”un halifesi oluvermişti.
Hiçbir şey birdenbire olmamıştı elbet.

Fethullahoğulları nam bir Türk boyundan, öyküye göre. O boy da Göktürklerin kurucusu, efsanevi Aşina boyundan. Köktürk, yani. Türkçü bir siyasetçi için ne eşsiz şecere. Saf ırkçı Türkçüler, Ermeniliğini ya da başka bir Hıristiyan kavimden olabileceğini açık açık (devşirme küfrü başlığı altında) tartışsa da, resmi öykü böyle. Cilalı öykü. 700 yıllık Osmanlı hanedanı soyunu boyunu Kayılara yaslamak için hayli ulemaya nice mesai yaptırsa da bu cilaya ulaşamadı. Bireysel öyküdeki bu iddiacılık, siyasal Türkçülükteki ırki iddiacılığı tamamlar: Hedef olarak saf Türklük, köken olarak saf Türklükle tahkim edilir.

Siyasal hedef: Saflık

Saflık, bir siyasal hedef. Özcü kavrayışların paylaştığı saplantı türlerinden biri. Bahçeli’nin saflığın yanında titizliği de ünlü. Temizlik, saflık, mikropsuzluk arayışı. Damardaki asil kanı koruma arayışı. Dünyayı uzun süre işgal etmiş bu immünolojik tutum, Bahçeli’nin yetiştiği dönemin ruhunu ve kendisinin yetiştirildiği siyasi kadronun ruhunu iyi meczettiğini gösterir: Saflık, temizlik arayışı, arzusu bireysel düzlemde aşırı titizliğe, siyasal düzeyde “saf toplum” arayışına tekabül eder. Her temasın bedeni (ulusu) hasta edeceğine kati inanç. Sonuç, temassızlık. Yabancıyla her temastan tiksinti duygusu. MHP’nin hükümet ortağı olduğu dönemde 1999 depreminden sonra Ermenistan’dan gelen yardımların reddi ya da Yunanistan’dan gelen kan bağışlarının reddi bu siyasal temassızlık arzusunun, kirlenmeme arzusunun somutlaşmasıydı. Çare bellidir, basittir: Antibiyotik. Yaşam-karşıtlığı. Zinde kuvvetler. Cumhuriyet’in “homojen toplum” ideali sadece hayal kurarak gerçekleşir mi hiç?

Temiz ulus

Ülkü ocaklarının kurucusudur. Ülkü Ocakları da toplumdaki mikropları, “kızıl mikropları” temizleyecektir. Bu hijyenik akıl, toplumsal planda katliamlarla kendisini göstermeye zorlanır. Solcu öğrenciler telle boğulurken cinayet işlenmiyor, temizlik yapılıyordur. Ulus temizleniyordur. 12 Eylül öncesi solcu ve Alevi cinayet ve katliamları, “cinayet” kapsamından böylece kurtuluyordu. Süleyman Demirel, Türkeş’i sırtında parlamentoya taşırken bu devletlû emre itaat ediyordu, o kadar. Asil kan korunacaksa, kirli kan akacaktır, çaresiz. Devlet dediğin kendisini korur, bahçesinde zinde güçler yetiştirir.
Bütün retoriği ırksal saflık, masumiyet, temizlik, asalet ve bunları korumaya yönelik şiddet terimleriyle örülür, böylece. Böylece kozmopolit, çok renkli, çok uluslu ya da başka her türden çoklu durum ve teklife şiddetle karşı çıkılır; buna imkan veren mekanlar da hedefe dönüşür. Gönüllü bir taşralılık söyleminde mühür gibi durur. Aksanı, yeknesak konuşması, öfkesini cisimleştiren jestleri, kısıtlı mimikleri hep bu tercihin sonucudur. Yoksa ne köylüdür, ne de hatta kasabalı. Bir durağı Emirgan’daki bir koleje kadar uzanmıştır eğitim serüveni; Boğaz’a karşı viski içenlere yönelik gözlemleri, Boğaz’a karşı tedrisattan geçtiği zamanlara gider belki de. Alt sınıflara ideolojik toptan satış işi, alt sınıflardan gelenlere yaptırılmaz.

Kendi kendinin parodisi

Bir de matematiği var. Retoriğine göre daha dinamik, daha kuralsız. Anti matematik. Sayılarla konuşan, konuşmayı seven Süleyman Demirel, Turgut Özal ya da Recep Tayyip Erdoğan gibi politikacıların parodisini yapıyor gibidir. Bu kendi parodisini kendi asıl sözünün yerine kullanan tarz, siyasette asıl sözün hiç de bile önemli olmadığı bir momentumu yakaladığını kanıtlıyor sanki. Irkçılık kapısı sonuna kadar açık bir milliyetçilik tarzının matematik kesinliğe ve mantıksal tutarlılığa yaslanması, özcü totolojilerin rahat yeşereceği iklime izin vermez. Ülkücülük, sadece kendisine dost bir duygusal organizma olarak kısıtlılığın ideolojisidir. Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslüman. Yeter.
Ülkücülüğü, Alparslan Türkeş’in “Türk-İslam ülküsü” nutuklarında kökleniyor. Bu ülküyü, bir mesleğe çevirmiş kişidir Bahçeli. Türkeş’in hiç başaramadığını başarmış, partisini parlamentoya tek başına taşımış, hükümet ortağı yaptırmıştır. Sabit ayağı Türkçülük olan bir pergeldir Devlet Bahçeli, hareketli ayağı İslamcılık. Erdoğan’ın sabit ayağının İslamcılık olduğunu fakat hareketli ayağının Türkçülük, Ülkücülük olduğunu iyi bilir. Geçmişe, tarihe vurguları da sık sık aynı kesişmeleri sergiler bu yüzden. Onun Erdoğan’a destek, payanda, kurtarıcı, yardımcı filan olduğu fikrini yaratan da bu iki pergelin sık sık kesişen daireler çizmesindendir. Devletin geometrisini iyi bilir, pergellerini, kırmızı çizgiler çizen cetvellerini, gönyelerini iyi tanır. Onlardandır.

Kırılan hayaller

Ülkücü hareketi terbiye ettiğini, düzelttiğini, sokaktan çektiğini, çek-senet mafyacılığını teşkilattan temizlediğini, sokak kavgalarından uzak tuttuğunu övgüyle anlatanlar, Bahçeli’yi Türkeş’in ölümünden sonra ortaya çıkmış bir sürpriz zannedenlerdir. Hareketi sokaktan çekmişse, sokağa salan da o olduğu içindir. Türkeş maketinin içindeki oyun kurucularından biridir. Akademide uzatmalı asistanlığını sürdürürken arabasında çıkan iki silahın kendisine sorulmaması, devletin de zinde kuvvetlere ne kadar muhtaç olduğunu gösterir bir enstantaneden ibarettir.
Devlet Bahçeli’nin 7 Haziran seçimlerinden sonra “hayal kırıklığı” yaratması, hayal kırıklığına uğrayanların hayalciliğini gösterir. Bahçeli, “Ne mozayiği ulan, mermer” diyen Başbuğ’un izinde gider; bu aynı zamanda kendi izidir. Komünizme karşı işsiz kalan NATO gibi, kendisine yeni karşılar bulmakta gecikecek değildir. Hayal kırıklığı yaşayanlar, MHP ile AK Parti arasındaki taban bağını görmezden gelmez sadece, mermercilik konusunda kendilerinin içinde kaldığı daireyi de bilmez. Derya içinde olup deryayı bilmeyen balıklar misali. CHP ile MHP arasında da bir taban geçişi söz konusu elbette, fakat bu geçişkenlik geniş zamana bağlı bir geçişkenliktir. Irkçı Türkçülükten kültürcü Türkçülüğe geçiş, sınıfsal bir geçişten sonradır ancak. Sarayda kulübedeki gibi düşünülmez nihayetinde.
Erdoğan, çözüm masasına her oturur gibi yaptığı zaman Kürt parlamenterlere kin dolu eleştiriler yönelten Devlet Bahçeli, Erdoğan yılların Kürt siyasetçisi Ahmet Türk’e yüzünü çevirdiği dönemde el sıkışmasıyla demokratlığı bile kazanıvermiştir. Üç günlük demokratlık, büyük Türk davası için kayda değer bir taviz sayılmaz. El sıkma-yüzüne bakmama tahtrevallisiyle yürüyen Kürt politikasında tahtrevallinin orta direği bellidir: Kürt yoktur, varsa da yok olmalıdır. Belki yarın belki yarından da yakın.
Tek devlet, tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek dil ekolünün yılmaz neferi olarak, Güçlükonak’tan Roboski’ye, Lice olaylarından Zergele’ye kadar devletin tüm faaliyetlerini ikirciksiz savunur.
Bitirirken, Bahçeli lehine bir çıkma mümkün: O, Kürt konusunda da Ermeni konusunda da en samimi siyasetçidir. El sıkarken de sıkmazken de sözü özü değişmez, Sarp sınır kapısını açabilecekmiş gibi yapmaz. Türkiye’de politika konuşulurken atfı (nedense) çok sevilen “samimiyet” testinden geçecek belki de tek siyasetçidir. Türk, katıksız, katışıksız var ve hâkim olmalıdır. Bitti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni