Darbeli demokrasinin darbeyle imtihanı
Darbe dediniz de:
Yüzde 10 seçim barajı
bir darbe fiilidir.
Darbecilere küfredenler,
hazır ayaktayken,
barajı da kaldırıverin.
Değişmez darbe güftesi: "Meşru temsilcisi olduğum ulusal egemenliğe
temel yasa olarak saygı gösterilmesini sağlamak için...” Yazarı, III.
Napolyon. Herkes meşrebine göre besteleyip icra edebilir.
Yeğen Napolyon, plebisit simyagerliğinin de kaşifidir: Hırslı (Marx’ın anlattığına göre borca batık kumarbaz) bir çapsızdan, bir imparator yaratma simyası. “Halka sordum, dedi ki he” pusulalarının atıldığı sandık dizileri eşliğinde emicesinin yolunda yürüyüp, yolun sonunda kırdığı sandıklardan imal ettiği tahta kurumlanıvermişti.
“Eğer sandık, ‘Sandığı kaldırıp devam edelim mi, yatırımları filan engelliyor’ sorusuna ‘Evet’ derse, o sandığı kaldırabilir miyiz?” suali (komik görünse de) ciddidir. “Darbe”ye yani, “benimsenmiş prosedürlere göre hak ve yetkileri olmayanların siyasete el konulması”na engel olacak yegane şey sandık olmadığı gibi, “demokrasi”nin sandıktan ibaret olamaması burada manalanır: Stratejik derinlik diye bir şey var mı bilmem ama demokratik derinlik diye bir şey var. Demokrasinizin derinliği, sadece sandık zamanı değil, her karar anında katılım ve oy-daşma imkan ve cihazlarının varlığıyla ölçülür. Demokrasinizin boyu örneğin asker vb. silahlı güçlerin boyunu fersah fersah geçmezse, eli kolu daha uzun olan iktidarı-yemi, yemeği, demokrasiyi alır.
**
Darbeci akıl, paradokslarıyla yaşar: Rossiter nam erken neocon "demokrasi için her fedakarlık elzemdir, demokrasinin kendisi bile" der idi. Olağanüstü hali, yönetimlerin ruhu haline getirmek isteyen neocon aklın 2. Dünya Savaşı sonrasında meşrulaştırma mimarisine çok çalışmış erken aklıevvellerindendi. “Demokrasi sandıktan ibaret değildir” lafıyla, “demokrasiyi yerleştirmek için yeter miktarda diktatörlük lüzum edebilir” lafının telifine çalışmış benzer çok isim, imza var. “Yeter miktarda diktatörlük” de halen yürürlükteki bir bakış, yapma da değil, Avrupa bir bakış: Mursi’nin darpedilmesine Avrupa ve ABD’den gelen açıklamalara bakın! “Darbe” diyemediler, misal.
**
Darbe dediniz de, sadece gelip (sırf içlerindeki demokrasi düşmanlığı yüzünden) seçilmişleri atıp, keyiflerine bakan insanların işi değildir o. Bir dizi çıkarı sağlama almak için bir dizi düzenlemeyi içerir, sopalarla vura vura, tanklarla düzleye düzleye. Misal, bizdeki yüzde 10 seçim barajı bir darbe fiilidir. (Darbeciye küfredip topladığı armutları yemek de güzel bir paradokstur.) Bitmiş gibi, yargılanıyor gibi görünen 12 Eylül’ün bitmemiş fiillerinden.
Yüzde 0 baraj, kimsenin temsilden dışlanmamasıdır. Yüzde 0’ın yüzde 1’e getirilmesi, birilerinin dışlanması fikrini içerir. Yani siyasi karardır. Hukuki açıdan yüzde 0 ile yüzde 1 arasında uçurum vardır; siyasetten hukuka geçilen uçurum. Fakat yüzde 1’le yüzde 2 arasında yoktur. Yüzde 1’i, 2’yi açıklayan şey, hukuken yüzde 49’u da açıklar. Demek ki baraj ve oranı hukuken açıklanamaz, ölçülemez.
Siyaseten, yüzdeleri izleyerek, yüzde 100’e gelelim: Siyasetin küllen yasaklanmasıdır. Yüzde 10 baraj dediğinizde, altında kalanlar için siyaset yasak demiş olursunuz! Ülke için yüzde 10 yasak, baraja takılan için yüzde 90 yasak. Hasılı yüzde 1 de, 10 da, 100 de hukuki değil, siyasal engel ve göstergedir: Egemenin kim olduğunu, egemenlik kavgasına kimin kabul edildiğini ve dışlananın kim olduğunu gösterir.
Bir tarihi var bunun, 12 Eylül aklının tarihi: Yüzde 10, “Kürtler” düşünülerek getirilmedi. İktidardaki AK Parti’nin soyktüğünde yer alan siyasal İslamcı akımlarla paramiliter eğilimleri bulunan milliyetçiliğin dışlanmasıydı paşaların muradı. Kenan Evren ve cuntası, “iki partili sistem, Amerikalılar gibi, ne güzel olur” diyerek, o iki muhayyel parti dışındakilere gidecek oyları çöpe atıp, vekilliğini de o iki partiye yazmanın yolu olarak icat ettiler yüzde 10’u.
Sonuç? Siyasal İslam, “Batıcı milliyetçilik” hariç her tür milliyetçiliği soğurarak barajları, bendleri aştı geldi iktidara oturdu. “Demokratik açı”dan helal prosedürlerle. Fakat, o dışlananlar, kendi sevdikleri deyimle “zenciler” iktidara gelince, o dışlayıcı barajı yıktılar mı? Ne gezer! “Ne güzel işte, çalışsınlar geçsinler” cinliğiyle savunulduğunu gördük en son; cümlenin devamı da Napolyonca gelir: “Ulusal (az farkla, milli) egemenliğe saygı için…” Ortası da Rossiter’cedir az: “Demokrasimiz için elzem…”
**
“Mısır için ne diyorsun, lafı gargaraya getirme” diyecekler çıkarsa diye, diyeyim: Tahrir’de ilk çıkan ses çok hoştu: “Defol, Mübarek!”
Hâlâ da geçerli: “Mübarekler, defolun.”
**
Gene memlekete dönelim: Darbelere ve darbecilere küfredenler, hazır hepimiz ayaktayken, şu barajı da kaldırıverseniz…
Yeğen Napolyon, plebisit simyagerliğinin de kaşifidir: Hırslı (Marx’ın anlattığına göre borca batık kumarbaz) bir çapsızdan, bir imparator yaratma simyası. “Halka sordum, dedi ki he” pusulalarının atıldığı sandık dizileri eşliğinde emicesinin yolunda yürüyüp, yolun sonunda kırdığı sandıklardan imal ettiği tahta kurumlanıvermişti.
“Eğer sandık, ‘Sandığı kaldırıp devam edelim mi, yatırımları filan engelliyor’ sorusuna ‘Evet’ derse, o sandığı kaldırabilir miyiz?” suali (komik görünse de) ciddidir. “Darbe”ye yani, “benimsenmiş prosedürlere göre hak ve yetkileri olmayanların siyasete el konulması”na engel olacak yegane şey sandık olmadığı gibi, “demokrasi”nin sandıktan ibaret olamaması burada manalanır: Stratejik derinlik diye bir şey var mı bilmem ama demokratik derinlik diye bir şey var. Demokrasinizin derinliği, sadece sandık zamanı değil, her karar anında katılım ve oy-daşma imkan ve cihazlarının varlığıyla ölçülür. Demokrasinizin boyu örneğin asker vb. silahlı güçlerin boyunu fersah fersah geçmezse, eli kolu daha uzun olan iktidarı-yemi, yemeği, demokrasiyi alır.
**
Darbeci akıl, paradokslarıyla yaşar: Rossiter nam erken neocon "demokrasi için her fedakarlık elzemdir, demokrasinin kendisi bile" der idi. Olağanüstü hali, yönetimlerin ruhu haline getirmek isteyen neocon aklın 2. Dünya Savaşı sonrasında meşrulaştırma mimarisine çok çalışmış erken aklıevvellerindendi. “Demokrasi sandıktan ibaret değildir” lafıyla, “demokrasiyi yerleştirmek için yeter miktarda diktatörlük lüzum edebilir” lafının telifine çalışmış benzer çok isim, imza var. “Yeter miktarda diktatörlük” de halen yürürlükteki bir bakış, yapma da değil, Avrupa bir bakış: Mursi’nin darpedilmesine Avrupa ve ABD’den gelen açıklamalara bakın! “Darbe” diyemediler, misal.
**
Darbe dediniz de, sadece gelip (sırf içlerindeki demokrasi düşmanlığı yüzünden) seçilmişleri atıp, keyiflerine bakan insanların işi değildir o. Bir dizi çıkarı sağlama almak için bir dizi düzenlemeyi içerir, sopalarla vura vura, tanklarla düzleye düzleye. Misal, bizdeki yüzde 10 seçim barajı bir darbe fiilidir. (Darbeciye küfredip topladığı armutları yemek de güzel bir paradokstur.) Bitmiş gibi, yargılanıyor gibi görünen 12 Eylül’ün bitmemiş fiillerinden.
Yüzde 0 baraj, kimsenin temsilden dışlanmamasıdır. Yüzde 0’ın yüzde 1’e getirilmesi, birilerinin dışlanması fikrini içerir. Yani siyasi karardır. Hukuki açıdan yüzde 0 ile yüzde 1 arasında uçurum vardır; siyasetten hukuka geçilen uçurum. Fakat yüzde 1’le yüzde 2 arasında yoktur. Yüzde 1’i, 2’yi açıklayan şey, hukuken yüzde 49’u da açıklar. Demek ki baraj ve oranı hukuken açıklanamaz, ölçülemez.
Siyaseten, yüzdeleri izleyerek, yüzde 100’e gelelim: Siyasetin küllen yasaklanmasıdır. Yüzde 10 baraj dediğinizde, altında kalanlar için siyaset yasak demiş olursunuz! Ülke için yüzde 10 yasak, baraja takılan için yüzde 90 yasak. Hasılı yüzde 1 de, 10 da, 100 de hukuki değil, siyasal engel ve göstergedir: Egemenin kim olduğunu, egemenlik kavgasına kimin kabul edildiğini ve dışlananın kim olduğunu gösterir.
Bir tarihi var bunun, 12 Eylül aklının tarihi: Yüzde 10, “Kürtler” düşünülerek getirilmedi. İktidardaki AK Parti’nin soyktüğünde yer alan siyasal İslamcı akımlarla paramiliter eğilimleri bulunan milliyetçiliğin dışlanmasıydı paşaların muradı. Kenan Evren ve cuntası, “iki partili sistem, Amerikalılar gibi, ne güzel olur” diyerek, o iki muhayyel parti dışındakilere gidecek oyları çöpe atıp, vekilliğini de o iki partiye yazmanın yolu olarak icat ettiler yüzde 10’u.
Sonuç? Siyasal İslam, “Batıcı milliyetçilik” hariç her tür milliyetçiliği soğurarak barajları, bendleri aştı geldi iktidara oturdu. “Demokratik açı”dan helal prosedürlerle. Fakat, o dışlananlar, kendi sevdikleri deyimle “zenciler” iktidara gelince, o dışlayıcı barajı yıktılar mı? Ne gezer! “Ne güzel işte, çalışsınlar geçsinler” cinliğiyle savunulduğunu gördük en son; cümlenin devamı da Napolyonca gelir: “Ulusal (az farkla, milli) egemenliğe saygı için…” Ortası da Rossiter’cedir az: “Demokrasimiz için elzem…”
**
“Mısır için ne diyorsun, lafı gargaraya getirme” diyecekler çıkarsa diye, diyeyim: Tahrir’de ilk çıkan ses çok hoştu: “Defol, Mübarek!”
Hâlâ da geçerli: “Mübarekler, defolun.”
**
Gene memlekete dönelim: Darbelere ve darbecilere küfredenler, hazır hepimiz ayaktayken, şu barajı da kaldırıverseniz…
(5 Temmuz 2013, Radikal İnternet)
Yorumlar
Yorum Gönder