'Kan'lı bir mesele
Bir
siyasetçi niye kandan bahseder? Kan testinden? Bir de, hematolog
değilse, sağlık bakanı değilse, ortada tıbbi bir mesele yoksa
ve fakat yine de kandan bahsediyorsa, korkmak gerekmez mi? Kendi
adımıza cesur olsak bile, cesaretimizin önlemeye yetmeyeceği
işlerden korkarız, insanız.
Kandan
bahsedildi. Kan testinden. Mesele malum: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan, Almanya Parlamentosu Yeşiller Grubu Milletvekili Cem
Özdemir'i (ismini vermeden) andı. Ne anış ama...
"...Birileri
de diyor ki, (Cem Özdemir) güya Türk... Ne Türk'ü be? Bunların
kanlarının laboratuvar testinden geçmesi lazım. Onun kanının
öyle olması, böyle olması bizi ilgilendirmiyor."
Kanın
öyle olması, böyle olması "biz"i ilgilendirmiyorsa,
kanının laboratuvar testinden geçmesini niye istiyoruz diye
sormanın fazla manası yok, bu türden paradokslar "öfke
belagati" diye övülen nutukların ayrılmaz parçası.
Deniliyor ki, "biz" kanla ilgileniyoruz da "onun"
kanı bizim ilgi alanımızın dışında. Nasıl olursa olsun.
Neyse. Öfkeli nutuktan seçtiğimiz üç cümlenin ilkine dönelim;
orada tuhaf bir ifade var:
"...güya
Türk..."
"Sözde" ile "özde"
Güya
edatı, konuşmanın asıl meselesi de hatırlanacak olursa, içerdiği
kuşku boyutuyla birlikte bizi özellikli bir sıfata götürüyor;
"sözde" sıfatına. "Sözde"nin Türkçede en
çok birlikte görüldüğü kelime "Ermeni" olsa gerek.
Zaten Almanya federal parlamentosunun kabul ettiği Ermeni Soykırımı
tasarısına Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan'ın verdiği tepkiyi konuşuyoruz. "Güya" Türk,
sözde Türk. Peki güya olsa ne olur, sözde olsa ne olur? Sanki,
Cem Özdemir'in "özde Türklük" iddiası var da ona cevap
veriyor gibi. Ama değil, Cem Özdemir değil, "birileri"
diyor bunu.
Birinci
cümledeki ırkçı-şoven çağırışımlarla (ben demiyorum, Mehmet Metiner diyor bunu, aşağıda var) dolu belirsizlik,
ikinci cümlede beklenmedik bir hamleyle gideriliyor: Kandaki
belirsizlik "kan testi" ile giderilecek; o halde cümledeki
belirsizlik kan-etnik aidiyet bağlantısına kesin güven iddiasıyla
gideriliyor: Konuşan, "Türklük"ün, "kan testi"
ile ölçülebileceğinden emin. Kan-ırk bağı şimdiye kadar çok
kuruldu; gerçekten de ırkçılık kanla yakından bağlantılı bir
kültürel-politik yaklaşım. Kanlı bir yaklaşım.
Bir hatırlatma: İlker Başbuğ ile Mehmet Metiner
Çok değil,
altı yıl kadar önce "kan şüphesi" yine dile
getirilmişti. Bir devletlû tarafından. O zaman, TSK'ye yönelik darbe vs. ithamlarına cevap vermeye çıkan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ (hiç
inmiyor sahneden, ebed müebbet Genelkurmay Başkanı sanki)
TSK'deki darbecilerden, komploculardan, güvenlik zaafiyetinden söz
edenlerin (hükümet+Gülen cemaati) karşısına kanlı vurguyla
çıkmıştı:
"... ama burada şunu söylemeden geçmeyeceğim.
Bunları dile getirenlerin TÜRK KANI taşıdığına inanmıyorum.
(...) Türk kanı taşıyan birinin böyle bir şey düşünmesi,
ortaya atmasını inanın insan konuşmak bile istemiyor."
Hakikaten, insanın bazı şeyleri konuşmak bile istemediği bir
nokta burası. Ama bir hatırlatma daha yapmakta fayda var: O eski
güzel günlerde hükümet-Gülen cemaati el eleydi. Laf da bu
tandeme söyleniyordu. Askeri paşa konuşur da sivil durur mu,
Mehmet Metiner 8 Temmuz 2010'da cevabı yapıştırıvermişti, "kan"dan yakalamıştı bu ebedi paşayı Metiner:
"Genelkurmay
Başkanı Org. İlker Başbuğ’un TSK içindeki güvenlik-istihbarat
zaaflarını haberleştirenler için “Türk kanı taşıdıklarına
inanmıyorum” sözlerini okuduğumda tüylerim diken diken oldu."
(Not edelim mi, "kan"dan bahsedilince tüyleri diken diken oluyor, biliyor yani lafın anlamını.)Metiner, bu "kan"lı sözü eleştirirken ırkçılık vurgusundan geri kalmıyordu:
"Başbuğ’un
“Türk kanı” benzetmesi üzerinden esas aldığı etnik
milliyetçi ve ayrımcı anlayışı gördükten sonra bir kez
anladım ki bu mantıkla ne Kürt meselesi çözülebilir, ne de
PKK’nın başlattığı savaş bitirilebilir..."
Etnik milliyetçi ve ayrımcılık vurgusunun ne olduğunu da açıklıyordu elbette Metiner, nefret beyanıyla bitiriyordu sözlerini:
“Türk
kanı” nasıl bir renge sahiptir bilmem. “Yüceliğini” nerden
aldığını da... Türkçülüğü de Kürtçülüğü de cahiliye
pisliği olarak değerlendiren bir inanca sahibim. İnsanların içine
doğdukları etnik aidiyetleriyle övünç duymalarını yanlış
bulan bir anlayışa mensubum.
Damarlarımızda
dolaşan o hayat iksirine bile ırkçılık bulaştıran, kanlarımızı
bile Türk, Kürt, Arap diye bölümleyen anlayışlardan nefret
ediyorum.
(yazının
tamamı için,
http://www.timeturk.com/tr/makale/mehmet-metiner/turk-kani-ayrimciligi.html
Metiner'den,
bir "İslamcı" olarak, kana dayalı söylemlere yönelttiği
şimşeklerini bugün bekleyemeyeceğimizi çoktan öğrendik değil
mi? "Cahiliye pisliği" lafı, herhalde Cem Özdemir'e yönelik laflardan sonra tekrar edilemez bir daha, maazallah... Neyse, bahsimize dönelim.
Cem Özdemir'in payı bir nutuktan fazlası oldu; buyrun, bu da başka bir konuşmadan:
Milletin kanı
Cem Özdemir'in payı bir nutuktan fazlası oldu; buyrun, bu da başka bir konuşmadan:
"Ben ona Türk diyemem. Çünkü bu milletin kanının damarlarında olduğu bir insan, bu milleti sözde Ermeni soykırımı ile suçlayamaz."
Anlıyoruz ki kanın, damardaki kanın, bireyin kendisine ait olmadığına inanılıyor; inanılıyor ki damardaki kan, kişinin düşüncelerini, inançlarını filan belirler. O halde kan, İbrahimi geleneğin iddialarının aksine yasadan, sevgiden ya da rahmaniyetten önce geliyor olmalı. İbrahimi gelenek inancı kan bağının önüne koyarken, kana dayalı tanımlamaları silmiş değildi elbette, ama tahtından indirmişti. Kişiler, bireyler ailelerinin, klanlarının, soylarının, kavimlerinin düşünce ve inançlarını temel alamazlar bu geleneğe göre; Tanrının vahyettiğini temel almak zorundadırlar. Cüzi iradeleriyle yapacakları bu seçimin sonuçları da cennet ya da cehennemdir. Damarlarındaki kan da, ruhlarının fani bedenine aittir, o kadar. Bu gelenek bedensel özelliklerden üstünlük öyküsü çıkarılmasına karşıdır; halkedildiği ışığın insanın halkedildiği topraktan üstünlüğünü iddia eden Şeytan, ayrımcılık günahını başlatır. Buradaki nutuktaysa kan, bireye, kişiye değil, bir "millet"e ait ve kanı taşıyan kişi, o milletin özelliklerini de taşıyor. Bir "Türk" olsa, Ermeniler soykırım yapıldığına inanamaz, bunu düşünemez, kabul edemez ve dillendiremez. Dillendirdiğine göre, "Türk" değildir. Niye? Kanından.
*
Soru değil ünlem işareti
Siyasal
hematolojiyle karşılaştığımız her yerde, kan ya akmıştır ya
akıyordur ya da akacaktır. Siyasal hematoloji, daima öfkeli bir
dille çıkmıyor mu karşımıza: "Ne Türk'ü be!"
Ajanslar ve haber siteleri, cümleyi soru işareti ile bitirdi ama
"sözde" bir soru bu; bir soru değil, bir ünlem. Bir
azarlama, itap ünlemi. Cem Özdemir'in Türk olma ihtimaline niye
öfkelenir insan? Niye onun "Türk" olmadığını
kanıtlamak için bu kadar enerji harcamaya yöneltir? "Türk"lük
vurgusu, "Türk"lüğü herkese yakıştıramama,
eleştirilecek kişinin önce "Türk"lüğünü ekarte etme
çabası, bizi "Türk"ün, Türk oluşun bir değer olarak
yüceltilmesine götürüyor. Türklüğün yüceltilmesi?
Elbette,
bir "Türk", "Türklüğü"nü yüceltmeye
yöneldiğinde ya da Türklüğüne yönelik aşağılamalara cevap
verdiğinde "ırkçılık" etikeni alıp üstüne
yapıştırmaya koşturacak değiliz. Fakat konu hiç sıradan bir
Türk'ün Türklüğü filan değil. Konu, 1915'te Osmanlı
devletinin soykırım yapması. Soykırım tartışmasına, adı
geçenlerden birinin Türk olma ihtimaline binaen öfkeli bir nutukla
girmek, "Türk"lüğe bu yoğunlukta bir şiddetle vurgu
yapmak, tartışmanın devlet-soykırım bağlamından soy-soykırım
bağlamına kaydırılması demek. "Ermenileri kıran Türkler"
vurgusu yapılmış gibi, Türk'lüğün masumiyeti bir veri, bir öz
nitelik olarak cevaben konuşuluyor. Soykırım suçlamasının
devlete değil de kavime yönelik algılanması, suçlamanın
kavmileştirilmesi, ırkçı bir saldırı değilse eğer ırkçı
bir savunma, bir inkar stratejisidir. "Türk", Cem
Özdemir'in kanının testinden geçemeyeceği "Türk",
"soykırım faili" olamaz! Arşiv deniliyor, delil
deniliyor, tarihçi deniliyor ama bütün savunma bu "kan"da
gizli: Bu kan, bu asil kan, soykırım yapamaz. Nokta. Kim konuşuyor,
bir İslamcı mı, bir Türkçü mü? "Milliyetçiliği ayaklar
altına almış" bir siyasal lider, onu başının üstüne de
çıkarabilir; güç onun, kim engel olabilir?
*
O kiliseler niye sizde?
Konuşmanın
"Ermeni"lerden bahseden bir bölümü daha var. Şu:
"Güya,
Ermenilere ait kiliseleri biz şu anda yıkmışız, el koymuşuz.
Elinize, dilinize dursun... Tam aksine, Ermeni vakfiyelerindeki
kiliseleri kendilerine teslim ediyoruz. Varlıkları varsa,
kendilerine teslim ediyoruz."
Meşhur
paradokslardan biri daha burada iş başında. "Ermeni
vakfiyelerindeki kiliseleri kendilerine teslim ediyoruz"
deniliyor. Âlâ. Ermeni vakfiyelerinin mülkleri Ermeni vakfiyelerinde olmalı değil mi. Kendilerinin olanı kendilerine teslim etmek her
zaman en doğrusudur. Fakat, bir sorun yok mu? Bu Ermeni vakfiyelerindeki mallar, bu "kendileri"nin malları,
kiliseleri, niye kendilerinde değil? Almışsınız ki veriyorsunuz. Sahi, niye aldınız? Kendi malları kendilerinde duramıyor muydu? Hem sahi, ne zaman aldınız? İlk kim aldı? Alınan sadece
mal mıydı? Canlara ne oldu? Der Zor çöllerinde verilen canların
alıcısı kimdi? "CEHAPE zihniyeti ve İttihatçı kafa" diye bol bol kafa ütülese de Türkiye sağ kafaları, 1915'e gelince üç paşa dahil tüm operasyon heyetini "temiz kanlı, mukaddes ecdad" hanesine yazıveriyor.
Malı da canı da birlikte aldığınızdan olmasın? Malı kazanla alıp damlalıkla iade ediyorsunuz. Canı iade edemiyorsunuz. O zaman Cem Özdemir'in kanına göz koyuyorsunuz, test için de olsa kanını almak istiyorsunuz...
Malı da canı da birlikte aldığınızdan olmasın? Malı kazanla alıp damlalıkla iade ediyorsunuz. Canı iade edemiyorsunuz. O zaman Cem Özdemir'in kanına göz koyuyorsunuz, test için de olsa kanını almak istiyorsunuz...
En başa dönelim. Kandan bahsedilince korkmak gerekir.
Yorumlar
Yorum Gönder