Fikri Takip 2: Temyiz kudretinize sahip çıkın!
"Türk Devletine vatandaşlık
bağı ile bağlı olan herkes temyiz kudretini kaybetmiştir."
Bir Anayasa maddesi bu. Ben yazdım. Yok yok, Aziz Nesin'lik yapmaya çalışmıyorum, Anayasa'nın 66'ıncı maddesine öykündüm. Yakında Anayasa'ya aynen yazılırsa şaşmamak lazım. Yazısız Anayasa'da yazılı zaten, aşağıda kanıtı var.
Maddede, orijinal maddede, "Devlet" büyük yazılmış ama ek, kesme işaretiyle ayrılmamış. Anayasa'nın imlası bozuktur; cunta generallerinin hukukçuları, hak kısıtlama acelesiyle imlayı tümden unutmuş sanki. Bir devlet, yurttaşlarına eğitimini verdiği, zorla bellettiği kurallara kendi niye uymaz? Uymadığı kurallar hukuk kurallarıysa "hukuk devleti" olma vasfını kaybeder ya da kazanamaz. Uymadığı kurallar imla kuralıysa? İzah etmekte zorlansak da, şu gözlemi yapabiliriz: Bu devletin bir "yargı" sorunu var, yargı muhakkak bir cümleyle kurulur ve bu devlet yargılama işlemini de onun ilanındaki cümleyi kurma işlemini de kurallara uyarak yapmayı sevmez. Kuralsızlıkla kural koymayı, kurala uydurmak için zor kullanmayı ama kendisi buna uymamayı sever. İmlasından içeriğine, kanunundan mahkeme kararına.
Neyse...
Siyaset yasak hemşerim!
Bir Anayasa maddesi bu. Ben yazdım. Yok yok, Aziz Nesin'lik yapmaya çalışmıyorum, Anayasa'nın 66'ıncı maddesine öykündüm. Yakında Anayasa'ya aynen yazılırsa şaşmamak lazım. Yazısız Anayasa'da yazılı zaten, aşağıda kanıtı var.
Yannis Vasilis Yaylalı, "halkı askerlikten soğuttuğu" gerekçesiyle ceza aldı. Cezanın gerekçesinde hukuk tarihine geçecek vahamette ifadeler yer aldı. |
Maddede, orijinal maddede, "Devlet" büyük yazılmış ama ek, kesme işaretiyle ayrılmamış. Anayasa'nın imlası bozuktur; cunta generallerinin hukukçuları, hak kısıtlama acelesiyle imlayı tümden unutmuş sanki. Bir devlet, yurttaşlarına eğitimini verdiği, zorla bellettiği kurallara kendi niye uymaz? Uymadığı kurallar hukuk kurallarıysa "hukuk devleti" olma vasfını kaybeder ya da kazanamaz. Uymadığı kurallar imla kuralıysa? İzah etmekte zorlansak da, şu gözlemi yapabiliriz: Bu devletin bir "yargı" sorunu var, yargı muhakkak bir cümleyle kurulur ve bu devlet yargılama işlemini de onun ilanındaki cümleyi kurma işlemini de kurallara uyarak yapmayı sevmez. Kuralsızlıkla kural koymayı, kurala uydurmak için zor kullanmayı ama kendisi buna uymamayı sever. İmlasından içeriğine, kanunundan mahkeme kararına.
Neyse...
Siyaset yasak hemşerim!
Demiştik ki Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'nin sınırları dahilinde yaşayanlar, artık temyiz kudretlerinin
olmayacağı bir geleceğin içine düşmüştür. Bu benim "düşünce"em
değil, yargının yargısı. Hakkında hüküm var.
İlk yazıda, İstanbul'da polis tarafından akademisyenlere sorulan 14 sorunun, düşünce özgürlüğünün
çifte ihlalini içerdiğini öne sürdüm; savcılık, polis
marifetiyle sordurduğu sorularla hem açıklanan düşünceyi
menediyor, hem düşünce açıklamaya zorluyordu.
Bu da siyasetin yasaklandığı bir
iklimin hüküm sürdüğünü gösteriyor bize. Gerçekten de, 'Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi'nin yayınladığı
bildirideki ifadeler suç olarak kabul edilecekse polisin
sorularından da anlaşılacağı üzere, fikir özgürlüğünün
tamamen ilgasının yanı sıra bir de siyasetin imhası
gerçekleşecektir. Doğru ya da yanlış, güzel ya da çirkin,
makul ya da akıl dışı, ciddi ya da zevzekçe, gerçek ya da
palavra... beyan özgürlüğü aynı zamanda siyasal bir özgürlük,
siyaset yapma özgürlüğüdür, imhası siyasetin de imhasıdır,
malum herkesçe.
Hem düşünce açıklamayı yasaklamak hem de düşünce açıklamaya zorlamak, "düşünce özgürlüğü"ne karşı işlenebilecek ihlallerin sınırını oluşturur. Bu sorularla ihlalin mümkün sınırlarına ulaşmıştır. Daha fazla ihlal edebileceği bir şey yoktur.
Hem düşünce açıklamayı yasaklamak hem de düşünce açıklamaya zorlamak, "düşünce özgürlüğü"ne karşı işlenebilecek ihlallerin sınırını oluşturur. Bu sorularla ihlalin mümkün sınırlarına ulaşmıştır. Daha fazla ihlal edebileceği bir şey yoktur.
*
İhlalden toptan imhaya
İhlalden toptan imhaya
Fakat durum bu kadar parlak değil! Daha fazlası var, beterin beteri: Düşünce
özgürlüğünün ihlalinden daha fazlası, onun imhasıdır. İhlal
sınırlarını aşıp imhaya geçişin bir yolunu bulmuş görünüyor
Türkiye Cumhuriyeti'nin yargı sistemi.
İlk yazının sonunda kısa bir bölümü
koyduğum karardan söz ediyorum. Uludere Asliye Ceza Mahkemesi'nin 6
Ocak 2016 tarihli, 2015/141 Esas, 2016/2 Karar sayılı hükmünden.
Karardan bir paragraf:
*
"Failin insanları vicdani redde
davet ettiği bunun sebebinin de savaşların zararlı ve kötü
olduğuna dayandırdığı, ancak fikir olarak ortaya koymuş olduğu
iddia ettiği, bu eylemin ham bir bilgiden ibaret olduğu, ortadaki
görmüş olduğu problem üzerinde fikir olarak
değerlendirilebilecek nitelikte derinlemesine, bir araştırma ve
okuma yapılmadan, ham bilgilere dayalı olarak ortaya konulan
söylemlerin fikir ve düşünce olarak nitelendirilemeyeceği,
bir fikir ve düşünceden bahsede bilmek için klasik manada tez
antitez sentez üçlüsünü bir arada harmanlayarak üzerinde
düşünülüp okumalar yapılıp sonuca ulaşılması gerektiği.
Sanığın eyleminde ise yukarıda da bahsedildiği gibi vicdani
Reddin ne olduğu ile alakalı bir bilgisinin var olduğu ancak
mevcut orduyu ortadan kaldırdıktan sonra kamu güvenliğinin milli
güvenliğin nasıl sağlanacağı konusunda hiç bir beyanatta
bulunmadığı. Eylemin fikir ve düşüncenin ortaya çıkışı
sürecindeki tez antitez sentez sistemine uygun beyanlar olmadığı.
Şüphelinin suça konu fiilinin ham bilgiden ibaret olduğu
ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında güvence altına alınmış
25. Maddesinde düzenlenen düşünce kanaat hürriyetine, 26.
Maddede düzenlenmiş düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ile
AİHS madde 9'da düzenlenen düşünce, vicdan ve din özgürlüğü
ve yine 10.maddede düzenlenen ifade özgürlüğü çerçevesinde
düşünce ve fikir olarak nitelendirilemeyeceği kanatine
ulaşılmıştır."
(Uludere Asliye Ceza Mahkemesi,
2015/141 Esas, 2016'/2 Karar)
Tek eksik: Hukuk!
Şair Eşref, kaymakamlığa atandıktan sonra, hükümet konağı binasının kışa girmeden onarılması gerektiğini yazar İstanbul'a.
Cevap bir soruyla gelir: "Nereleri akıyor?"
Eşref de cevaba cevap yazar: "Musluklarından başka her yeri..."
Karar da musluğu hariç her yeri akan bina gibi: Yazıldığı dilin gramer kurallarına, imlasına, sentaksına hiç mi hiç uymuyor; "düşünce"nin ne olup ne olmadığı konusunda ahkam kesiyor ama hukuka uygun hüküm verme mecburiyetini tamamen unutmuş durumda. Bu haliyle tek eksiği hukuk!
Yazanlar, yazdıkları dili bilmiyorlar mı? Adalet Akademisi dahil en az 17 yıllık bir eğitimden geçen kişilerin, tüm sürecin tek dilini bilmemeleri mümkün mü? Yoksa önemsemiyorlar mı? Bilmemek de önemsememek de mümkün mü?
"Yargı" daima bir cümledir,
dedik, cümle tamam olmadığında yargı eksik kalır. Yani yargı,
yargı olmaz. Niye peki tamamlanmayan cümleler, özne-yüklem
uyumsuzlukları, anlam sapmalarına yol açabilecek sentaks
sorunlarıyla örülmüş bir hüküm veriliyor? Cevap bulmak zor.
Anayasa'nın imlasından başlayarak bu karara kadar "devlet
metinleri"ndeki imlasızlığa cevap bulmak zor gerçekten de.
Belki şu kadarını söyleyebiliriz: Çok acelesi var, çok
heyecanlı.
İktidara yetişme telaşı
İktidara yetişme telaşı
Acelesi var evet, 12 Eylül Anayasası'nı yazan profesörler gibi. Ait olduğu devletin
tüm organlarına hükmetme gücüne ulaşmış, o organların
işleyişi ve düzenlenişini köklü biçimde değiştirmek isteyen
bir iktidarın acelesine uyum sağlamaya çalışıyor. Rejim
değişiyor. Genellikle rejim değişen ülkelerde yer yerinden
oynar, dil de buna uyum sağlar. Kaymakamlara söylenen (verilen), "Kendinizi
mevzuatla bağlı hissetmeyin" sözünü (talimatını) yargı da anlamış
olmalı. Kıza söylenince gelin anlıyor ya, kaymakama söylenince yargı zaten leb demeden...
Fakat sadece düşünce özgürlüğü ihlalini garanti altına
almıyor karar, sadece dilin kurallarının ihlalini içermiyor; daha
ileri bir şey oluyor: Yargı, neyin "düşünce" olduğuna
ve neyin "düşünce olmadığı"na hükmediyor. Yargıcın
düşünce tarihi, düşünce biçimleri, düşünce metodları,
felsefe, mantık vs hobisi olabilir (esasen ciddi bir yöntem dersi
almış olması, bilgisi bulunması gerekir), olsa ne güzel olur,
fakat neyin düşünce olduğu, neyin olmadığını hükme
bağlaması, sadece "düşünce"ye yargı otoritesinin tasallutu değil, imhası anlamına gelir.
Unutulan "kanaat"
Unutulan "kanaat"
Bu karar, "unutma" tekniğiyle yazılmış. Sadece imla, gramer kurallarını değil, anayasadaki
"düşünce" ve "kanaat" ayrımını unutuyor. Kanaat", (Türkiye'deki
içtihatlara bakacak olursak), doğruluk ya da yanlışlık, "ham"lık
ya da "olgunluk" gibi kıstaslara bakılmaksızın, bireyin
tamamen kişisel, tek kişiye özgü bir fikre sahip olabilmesinin
ifadesi olarak Anayasa'da yer almıştır.
Yargının görevi beyanın
niteliği hakkında hüküm kurmak değil, beyan hakkının, beyan
özgürlüğünün korunmasını temin etmek ve beyan yoluyla
yasalarla belirtilen bir suç işlenmişse (açık ve yakın tehlike
gibi kıstaslar, şiddet çağrısı vs gibi öğeleri araştırarak)
bunu saptamaktır. Ama yapmıyor. Onun yerine, "kanaat" başlığını görmezden geliyor, kanun koyucuyu (bile) çiğniyor yani.
Vicdani Ret, dünyanın en saçma
düşüncesi olsa bile, ham olsa bile, saçma ya da ham olduğu için
vicdani ret ilan edeni mahkum ettiremez, kaldı ki asıl saçma olan
neyin düşünce olup neyin olmadığına yargı teşkilatının
hükmetme hamlesidir, saçma ve tehlikeli. Üstüne üstlük vicdani
ret, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi tarafından (bir süre eveleyip
geveleyerek meseleye baksa bile en sonunda) "özgürlük"
olarak tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır. İHAM,
Türkiye'de yargıçların hüküm kurarken gözetilmesi mecburi olan
kararlar üretir. Yani mahkemenin unuttuğu bir şey de İHAM kararlarıdır. Karardan, vicdani reddin mi "ham" bulunduğu, yoksa yargılanan kişinin vicdani redde ilişkin düşüncelerinin mi ham kaldığını anlamak imkansızsa da, İHAM tarafından korunmaya değer bulunan vicdani reddin en ham savunusunun bile artık mahkumiyete yetmeyeceği unutularak bu sorun çözülmüştür.
Kararda çok ilginç bir "kısa devre" bulunmaktadır: Suçlama, "halkı
askerlikten soğutmak"tır; vicdani ret değil. Kararda ise
şöyle düşünülmüştür: Sanığın vicdani ret konusundaki
görüşleri, düşünce aşamasına ulaşmamış, ham kalmıştır.
Ham fikirler, düşünce olamadıkları için düşünce
özgürlüğünden yararlanamaz. O halde ham bir vicdani ret
düşüncesinin ilanıyla, halkı askerlikten soğutma suçu
işlenmiştir. Anayasa'da yazılı "kanaat" özgürlüğü peki? Attık gitti.İHAM kararları? Atın gitsin. Vicdani ret ilanı ve savunusuyla halkı askerlikten soğutma arasında otomatik bağ kurulması, uygun illiyet gereğinin unutulmasıdır. Sonuç: E, mahkumiyet.
Bu akıl yürütme yolunda ham şeyler
çok elbette, fakat derdimiz hamlık, olmuşluk değil. Neticede
yargı kararları, tıpkı "düşünce"ler gibi, ham bile
olsalar, ilan edilmiş olmakla sonuç doğururlar. Bu karar örneğin,
yargıladığı kişinin hapse girmesine yol açacak. Fakat daha
fazlası var burada.
Anlatmayı deneyelim:
Savcının girişimi siyasetin
imhasıysa yargıcın girişimi, bireyin düşünme imkanının
imhasıdır, başka türlü söylersek, yurttaşın temyiz kudretinin
olmadığının, olmaması gerektiğinin kabulüdür: Yargıcın
girişimi (yani bu karar) kurumsallaşırsa, yani neyin düşünce
olup neyin düşünce olmadığına mahkemeler karar verir hale
gelirse, geldiği an itibarıyla, yurttaşların temyiz kudreti bulunduğunu kabul etmeyen bir
sistem yürürlükte demektir.
*
Çok uzadı. Devam edeceğim. Temyiz kudreti olmayanın "sözleşme" özgürlüğü de olmaz; ne "devlet"le ne de başka "yurttaş"larla akit yapamaz. Buralardan devam...
Belki yarın belki yarından da yakın...
Yorumlar
Yorum Gönder