Sahibini terk eden gölge: Hakan Fidan
Arkadaki adamdı hep. Merdivende. Kapıda. Toplantıda. Törende.
Resepsiyonda. Konuşmayan adam. Hatta bakmayan. Gölge adam. Gül’ün, Erdoğan’ın
ve Davutoğlu’nun dış seyahatlerinin gölge adamı.
Fotoğraflarda çok görüldü, ama sesi az duyuldu. Sesini,
sözünü hukuk dışı yollarla elde edilmiş iki kayıtla duyduk. İlkinde özel
yetkili temsilciydi. İkincisinde MİT müsteşarı.
İlkinde Kürt savaşını bitirmek üzere, PKK yöneticileriyle
masadaydı. En uzun, karışık cümleleri o kuruyordu. “Şey” diyordu sohbetin zorlu
yerlerinde, bir de “modelite.” Özel bir grameri vardı anlaşılan ve bir
gramer-çözme yeteneği.
İkinci kayıt, Suriye ile savaşı kızıştıracak hamlelere karşı
sözler söylemesine rağmen, savaş kışkırtıcısı olduğu yorumlarını (törpülemek şöyle
dursun) körükledi. Üstelik, espiyonaj kurumunu başındaki isim olarak sesini
kamuoyunun iki kontespiyonaj operasyonuyla duyması, başarısızlık hanesine
yazılacak bir hadise sayılmadı, “ihanet”in mağdurları listesine yazılmasına yol
açtı, o kadar.
Gölge, asılda uzun olduğunda güneş ya doğuyordur ya da
batıyordur: Güneşi Erdoğansa, batıyor. Ya değilse?
İstihbarat efsaneleri
Bir efsane. Bir istihbarat efsanesi. Hakkındaki bilgiler
efsane düzeyinde. Kürt mü, Türk mü belirsiz. Vanlı mı, Denizlili mi,
bilinmiyor. Kayıt meselesi olmasa, “İşte istihbaratçı” denilebilir…
İktidar partisi ve destekçi çevrelerin nutuklarında
yüceltildikçe yüceltilen bir bürokrat. Tüm istihbarat efsaneleri gibi, soldan
bakınca şeytan, sağdan bakınca melek. İktidara göre her övgü ve makama layık
bir kahraman. Muhalefet partileri ve destekçi çevrelerin nutuklarında
uluslararası mahkemelerde yargılanması gereken bir suçlu. İstifadan sonra
kafalar az karıştıysa da, figüre bakış değişmiş değil.
Bir otodidakt. Türkiye’de az görülen bir haslet sahibi:
Kendini geliştirme… Kimileri için bu “proje adamı” oluşuyla ilgili, fakat
projelerin hangi yöne evrileceğini kim önceden o kadar iyi bilebilir? Şerpa.
Bir tırmanma uzmanı. Astsubaylıktan Süpermen bürokratlığa tırmanırken,
iktidarın Himalayalar yürüyüşünde kilit kurumun kilit ismi rolündeydi.
Astsubay? Tuğgeneral varken!
“Sivil istihbaratçı” diye anıldı, “MİT’in başına gelen
ikinci sivil.” Oysa orduda 1986’dan 2001’e kadar astsubaydı. Yemek duasını
“Allah’a hamdolsun” diye mi yapıyordu, “Tanrıya hamdolsun” diye mi, bilinmez. Ordudaki
15 yıllık hizmeti, omzu yıldızlı olmadığı için sivil sayıldı herhal. Zaten MİT
müsteşarı olacakken Genelkurmay taş koymak istemişti. Orası korgenerallerin,
astsubay olur mu hiç? MİT’e hükmetme, TSK’nin devlet oligarşisindeki bileğinin
bükülmesi demekti. Militarist zümrecilikle iktidar paylaşımının etkili olduğu
bir bilek güreşi.
MİT’i zayıf bir istihbarat teşkilatından güçlü, operasyonel
ve diplomatik bir yönetsel aygıta dönüştürmeyi hedefledi. Daha doğrusu
Erdoğan’ın bu hedefinin vekiliydi: Bir yönüyle Dışişleri Bakanlığı, diğer
yönüyle Başbakanlığın bir birimi oldu teşkilat. Hakan Fidan da bir yönüyle
Başbakan’ın, diğer yönüyle Dışişleri Bakanı’nın gölgesi. Adı siyasette
anıldığında, bu iki görevle anılıyor bu nedenle.
Milliyetçi teşkilata İslamcı aşı
TİKA, MİT’e geçmeden önce, ordudan sonra en uzun kaldığı
ikinci yer. 1992’de kurulan yapı, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” Türkiye’deki her
türden sağcı kişi ve teşkilatların soğuk savaş yıllarında enfekte olduğu hayal
dünyasının iştahının cisimleşmesiydi. Milliyetçi emperyal arzuların müessesesi.
İktidar, TİKA’nın Türkçü emellerine İslamcı aşıyı Fidan’ın bahçıvanlığıyla
yaptı. Eh, buralarda çalışmış birilerinin diplomaside öne çıkması da,
istihbaratta öne çıkması da anlaşılmaz değil.
NATO, demek uluslararası istihbarat kalfalığı. TİKA, demek
yerli istihbarat kalfalığı. Ustalık yok, çünkü “Usta”lık Erdoğan’ın
sıfatlarından.
Önce koçbaşı, sonra çelik kapı
7 Şubat 2012’de ifadeye çağırılması çok konuşuldu; selefi
Emre Taner, Oslo’daki yol arkadaşı Afet Güneş de çağırılmıştı.
Yeni bir bilek güreşiydi bu; militarist oligarşinin
geriletilmesiyle meydana gelen boşlukta yeni bir iktidar kavgası. Bu kez sivil
sivile! “Devlet şerik kabul etmez” teolojisiyle açıkladı iktidar partisi, eski
şerikiyle savaş ilanını. İlki geriletilirken koçbaşı görevi gören Fidan,
ikincide kırılacak çelik kapıya dönüşmüştü. Kapının arkasında Erdoğan vardı
elbette. “Sır küpüm” diyecekti. Küp dolu olmasa öyle özenle korunur muydu?
Bir gramer çözücü mü?
Oslo’da, başbakanlık müsteşar yardımcısı sıfatındaydı, ama
Oslo görüşmelerinin meslekten istihbaratçı ismi Afet Güneş’in deyimiyle, “…onun
da ötesinde başbakana en yakın kişilerden biri.” Dönemin başbakanının Şerpası. Onun
da ötesinde… Amir memur, ast üst
ilişkilerinin ötesinde, kişisel bir yatırım var ortada: Bildik paternalist
öykü: Baba, oğulun kendi yolunu çizmesine öfkelenmişti.
Öcalan’dan övgü aldıysa, Öcalan’ın gramerini çözmüş olduğu
varsayılabilir. Aynı şekilde Erdoğan’ın da gramerini çözmüş olmalı, en azından
bir yere kadar. En azından, istifasından önce yükseldiği son yere kadar. Fakat
kendi grameri henüz tartışma alanına girmiş değil.
Süpermen mi Clark Kent
mi?
Film seviyormuş. Arınç da onu bir hayali film kahramanına
benzetti. “Süpermen.” Giysilerini çıkarmasına kızmıştı Arınç da. “İsraf”
diyordu. Siyasetin de “Süpermen”i olur mu? Yoksa ebediyen Clark Kent olarak
kalır mı? Hırsı, biyografisinde kazılı. Onun sadece “dokunulmazlık” gibi zayıf
bir güvence için parlamentoya gireceğini düşünmek, yükseliş ve güçlenişindeki
hedefli ve dakik hırsın hafife alınması olur. Zaten kimse de kızmazdı buna.
Şerpa, dağcıyı zirveye ulaştırırken kendisi de zirveye
ulaşır. Dağcı gelir gider, Şerpa oradadır.
“Yedirmeyiz” denilmişti onun için, fakat “yemeyiz” de
denilmemişti. Siyaset masasının neresinde olacak, sandalyede mi, sofranın
üstünde mi? Göreceğiz.
Yorumlar
Yorum Gönder