FARUK EREN'İN YERİ-Bana bişey olmaz!
Faruk Eren, namı diğer Aslan Sütlü blogun yeni yazarı. İyi okumalar... |
Murat’ın ve bana katlanan diğer meyhane yarenlerinin elbette cevap ve düjeltme hakkı var. Bir akşam rakı ısmarlayıp doğrusunu anlatırlar.
Aslan Sütlü
Fajizme
karşı kadeh kadehe
Aslında alkolle tanışmam hayli eskilere dayanır. İlkokul bire
ya da ikiye gidiyordum. Yaz tatilinde mahalledeki bütün çocuklar Kuran kursuna
gidiyor, bir tek ben gitmiyorum. Babam hocaya gıcık olduğundan beni
göndermiyordu Kuran kursuna. Kurs saati sokak bomboş kalıyor, oynayacak bir
Allahın kulu yok. Bir de eziklik duyuyorum. Babama Kuran öğrenmek istediğimi
söyledim. Bir hafta sonu “Gel ben sana öğreteyim” diye balkonda oturttu yanına.
Bir arap alfabesinden elif be öğretmeye başladı. Bir yandan da mis gibi kokan
Tekel biralarını götürüyor. Bira bu, tabii içince tuvalete gitmek gerekiyor sık
sık. O gidince de ben bir yandan eski harfleri sökmeye çalışıyorum, bir yandan
da biranın tadına bakıyorum. Pek beğendiğimi söyleyemem. Biraz daha büyüyünce
ortaokula giderken evdeki vişne likörünün tadına baktım. Hay bakmaz olaydım. O
kışkırtıcı kırmızılıktaki likörün şerbet gibi tatlı olduğunu hayal ederdim hep.
Şişeyi kafama diktiğimde boğazımın yemek borumun nasıl yandığını anlatamam.
Esas içki rakıyla ise 12 Eylül 1980 günü tanıştım.
Sabah annem uyandırdı, “Kalkın ihtilal oldu” diye. O zamanla
Avcılar’da oturuyoruz ve babam dahil bütün aile aranıyor. Ama polis evimizi
bilmiyor. Radyoyu televizyonu açtık, gergin bir bekleyişe girdik. Evimizin tam
karşısında bakkal var. Saat 10 gibi askerler geldi ve bakkaldan alışveriş
yapabileceğimizi söylediler. Babam kurşun gibi fırladı evden. Biz sanıyoruz ki
ekmek, makarna filan alacak. Çünkü sokağa çıkma yasağının kaç gün süreceği
belli değil. Ama babam, bir büyük rakı ve yarım kilo beyaz peynirle geldi. Adam
deneyimli tabii. 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı yaşamış. Bir darbe günü en gerekli şeyin
rakı olduğunu biliyor. Televizyonun karşısında Kenan Evren’e küfür ede ede bir
büyüğün büyük bölümünü bitirdi akşama kadar ve gitti yattı. Kalan rakıyı ben
içtim. Çay bardağına döktüğüm mis gibi anason kokan sıvının üzerine su dökünce
beyazlayışını hayran hayran izledim. Faşist darbenin ilk şokunu o rakıyla
atlattım.
Beyazıt’ta
yas
Sevgili Murat’la Köprüaltı’nda kimbilir ne kadar içmişiz.
Muhtemelen üstüne de yürüttüğümüz bir-iki şişe şarapla Beyazıt’a kadar
yürümüşüz. Neden Beyazıt’a geliyoruz. Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde kahve içip
ayılmaya çalışıyoruz. O gece ya medrese kapalı ya da içtiğimiz kahveler bizi
ayıltmaya yetmiyor. Saat 2-3 filan olmalı. Aksaray’a doğru yürüyoruz. Meydanı
geçiyoruz, hemen sağda İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi var. Hafta
sonu, resmi daire ya, direğe bayrağı çekmişler. Hiçbir şey konuşmuyoruz. Sanki
daha önce planlamışız gibi ben çevik bir hareketle demir parmaklıkları
aşıyorum. Murat gözcülük yapıyor eski günlerdeki gibi. Bayrağın ipini
çözüyorum, yarıya indirip yeniden bağlıyorum yas günlerindeki gibi. Yine
atlıyorum demir parmaklıklardan ve caddede saygı duruşunda bulunuyoruz. Her
halde ölen arkadaşlar için. Sonra hiçbir şey olmamış gibi Aksaray’a doğru
yürüyoruz.
Ertesi gün yine Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde buluşacağız.
Hava kararınca da bir meyhaneye kapağı atacağız. Akşamdan kalma bir halde
Beyazıt’a giden bir otobüsteyim. Geceyi unutmuşum, gözüm bizim kütüphanenin
bayrağına takılana kadar. Yarıya indirilmiş bayrağı görünce kendi kendime
kahkahayı basıyorum. Millet deliymişim gibi bana bakıyor. Deliyim tabii, ama
yine de ilk durakta atlıyorum otobüsten. Zaten gelmişim de gideceğim yere.
Medresede Murat’a anlatıyorum gülerek, inanmıyor. Çıkıp bir kez daha bakıyoruz.Bir hafta sonra yine sarhoşuz, yine köprüden çıkıp Beyazıt’a yürüyoruz. Bu kez geçen haftaki saflığımız yok, fırlamalıktan yarıya indiriyoruz bayrağı. Yine saygı duruşunda bulunuyoruz ama kaçar adım uzaklaşıyoruz oradan. Kimseye bir şey söylemiyoruz, üçüncü hafta yine gittiğimizde bir polis ekibinin beklediğini görüyoruz bayrağı. Çaktırmadan laylaylom uzaklaşıyoruz oradan.
Karakolda
ayna yok
Beş kişiydik. Önce Yakup’ta içtik epeyce. Çıkarken yanımıza
nedense kocaman bir kavun aldık. Onu Etiler’deki Ece Bar’ın vestiyerine
bıraktık. Orada içtiğimiz rakı, sosyetenin ve onların garsonlarının ters
bakışları yüzünden birkaç rakıyı geçemedi. Hem biz de sevmezdik öyle masaya
şişe ve birkaç meze gelmeden rakı içmesini ama gençlik işte düşmüştük entel
bara. O zamanlar Bedri Baykam Ortaköy’de bir bar açmıştı (yıllar geçti tam
hatırlamıyorum ama galiba adı Bukelamun’du) orada içelim bari son yudumlarımızı
dedik. Ressam da bizi pek hoş karşılamadı ama yine de rakı servis edildi
epeyce.
Eyüp, Bedri Baykam’a hararetle ve ısrarla neden resimlerinde
Kürt halkının sorunlarını yansıtmadığını soruyor, ben barmaid kıza hayran
hayran bakıyor, Nezih girişe asılan panoya ne ressamın ne de diğer müşterilerin
pek hoş karşılamayacağı şeyler yazmaya çalışıyordu. Nazik sayılmayacak bir
davetle hesabı ödeyip çıktık. Bizden önce çıkıp biraz aşağıda daha sakin bir
bar bulan Murat’ın yanına gittik kös kös. Artık içecek halimiz de kalmamıştı
ama verseler yine de içecektik. Vosvosumuza daha binmeden iki polis dikildi karşımıza.
Önce sarhoş araba kullandığımızı iddia ettiler, biz arabanın park halinde
olduğunu ve daha binmediğimizi söyledik. Kibar olmayan bir dille kimliklerimiz
istendiğinde o saçma lafı ettim. Sarhoşluk işte: Memlekette demokrasi var!
Sanki Tek Yol Devrim diye bağırmışım gibi delirdi polisler o
laf üzerine ve bir ekip otosu damladı hemen yanı başımıza. Ekibe bindiğimizde
ben arka koltuğun döşemelerinin altına üzerimdeki İşçi Sözü gazetelerini
tıkıştırmaya başladım. Kısa bir yolculukla Ortaköy Polis Karakolu’na
götürüldük. Yanımızdaki kız arkadaş bırakıldı, biz ise nezaretlere
atıldığımızda da ayılmadık, kendimizi mahpus sanıp polislere gardiyan diye
sesleniyorduk. Sabah karakol amiri olan babacan başkomiser “Niye böyle
yapıyorsunuz. Siz okumuş çocuklarsınız” filan dediğinde oradan tatlı sert bir
nasihatle ayrılacağımızı sandık ama Hulisi Kentmen değildi ki o.
Dört kişi iki polis eşliğinde iki taksiye binip
Mecidiyeköy’deki polis merkezine götürüldük. Onun en üst katı o zaman
şimdilerde GBT denen, kayıtların saklandığı bir yermiş. Yolda muhabbeti
koyulaştırdığımız polislere tuvalete gideceğimi söyledim, tarif etti. Ben de
tuvalet yerine sakin sakin merdivenlerden inip dışarı çıktım. Asla içki
yoldaşlarımı satmak gibi bir şey geçmemişti aklımdan. Sadece bir telefon kulübesinden
aradığım avukatıma durumu anlattım, anneme merak etmemesi gerektiğini filan
söyleyip, aynı sakinlikte Emniyet’e geri döndüm. Ama onlar benim kadar sakin
değildi. Aşağı inmiş bir sürü polis beni arıyordu.
Yukarı çıktığımızda küfür kafir eşliğinde kayıtlarım çıktı.
“Duvarlara yazı yazmak, pankart asmak, örgüt üyeliği” gibi nezih kayıdıma
gözümün içine baka baka “Sarhoş olup icra-i rezalet çıkarmak” diye bir şey karalandı.
Sicilim kirlenmişti işte. Yine parmak izim alındı, önden yandan fotoğraflarım
çekildi.
Polisler bu kez işi sağlama aldı ve bir ekip otosuyla Gayrettepe’deki Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Polisin elinde bir kağıt var ve tüm şubeleri tek tek dolaşıyoruz. Mesela cinayet masasına gidiyoruz. Polis benim kimliğimi veriyor, o kağıda ‘kaydı yoktur’ türünde bir damga vuruyorlar, oradan narkotiğe ve bildiğiniz diğer tüm şubelere gidiliyor aynı işlem yapılıyor. Arkadaşlarım ve diğer polis kapıda bekliyor, ben oda oda dolaştırılıyorum. Yankesicilik masası mı, hırsızlık masası mı ne öyle bir yere de götürdüler. Ben yine kağıda damga vurmasını beklerken oradaki polisten sırtıma okkalı bir yumruk yedim ve beni boş bir odaya soktu. Bomboş bir oda sadece bir falaka aleti ve sopası duruyor. Adam ana avrat küfür ederek eline sopayı alıp tam girişecekken ünlü fıkradaki lafı ediverdim: Dur, ben siyasiyim. Polis birden yumuşadı, “Ha öyle desene” dedi ve kağıdı damgaladı. Amcam kayıtlara girmeye üşenmiş galiba.
Oradan götürüldüğümüz İstanbul Adliyesi’ndeki savcı, polisleri “bunun için adam mı getirilir” diye azarlayıp bizi bıraktığında perişan haldeydik. Ama yine de hakkımızda dava açılmıştı ve paraya çevrilen 15 hapis cezasına çarptırılmıştık. Sicil affına kadar uzun bir süre sabıka kaydımızda yer aldı o.
Yorumlar
Yorum Gönder