Kan ekonomisi, kan parası


Madencilik, 
"işçiyi göm, parayı çıkar" 
sektörü. 
Türkiye'nin en kârlı sektörü bu yüzden. 
Adalet, bu sistemi deşifre etmeye değil, örtmeye ayarlı.



Patron beyefendiler, Soma kazasından sonra çıkan yasaların maliyet artırdığını beyan edip durdular malum. Maliyet artarsa, kâr azalır malum. Az kârlı işi kim niye yapsın değil mi efendim?

Peki sahiden öyle mi? Buyrun, Cumhuriyet gazetesinden Pelin Ünker'in bugünkü (30 Ekim Perşembe) haberinden:
Sanayi Bakanlığı verilerine göre madencilik ve taş ocağı sektöründe 2006-2013 yılları arasında kâr oranı yüzde 15.5'i bulmuş. Patron beyefendiler az bulmuştur elbette, ama aynı dönemde imalat sektöründe kâr yüzde 5.9'da, inşaatta 5.6'da. İşçilik maliyetleri arttı, kâr azaldı diye zırlayan bu beyefendiler, diğer sektörlerin en kârlısından üç kat fazla kazanmış. Peki niye ağlıyorlar hâlâ? E daha fazlası için. Daha fazla kâr demenin daha fazla can demek olduğunu biliyoruz, aynı dönemde can kaybı 651. Bu yılki can kayıplarıyla beraber 2006'dan bu yana 1005 madenci öldü. Ermenek'te haklarında haber beklediğimiz 18 emekçi umalım girmesin bu hesaba.


KANLI EKONOMİ

Manzara yeterince açık değil mi: İşçiyi gömüyor, madeni çıkarıyor. Ne kadar kâr, o kadar can. Açık bir cinayet tezgâhı bu. Kanlı ekonomi.

Kanlı ekonomi, marifetini Soma'da da katliamla göstermişti. 301 işçinin katledildiği Soma'dan sonra patron beyefendiyle bakanlar aynı kadrajda görülmüştü. Bakanları bırakın, sendika yetkilisi madeni övmeye kalkmıştı. Kamuoyundaki tepki infial boyutuna ulaşınca patron beyefendiyi koruma çabası bitti, savcılar dostlar soruşturmada görsün hesabı, hareketlendi, aleyhine haberler yapıldı filan. İki şey akılda kaldı, biri protestoculara yönelik sert müdaheleler, güvenlik güçlerinin görevini üstlenen tekmeci bir danışman. Danışman, dönemin başbakanıyla cuma namazına giderken görüntülenerek ödüllendirildi sonra. İkinci şey, bir torba yasaya konulan Soma maddeleri oldu.

GÖZ GÖRE GÖRE HİLE

Soma madenindeki katliamda can verenlerin ailelerine özel haklar tanındı. Tanınsın elblette. Fakat neden Soma'ya özel? Çünkü Soma'da oluşan kamuoyu baskısı hükümeti bir şeyler yapmaya zorladı, hükümet de sadece Soma'ya özgü düzenlemelerle sistemin ana yapısını değiştirmeden kamuoyunu tatmin etme yolunu seçti. Yani kandırma. Kandırma çünkü, Soma'da kanunla getirilen haklar, mevcut durumda başka işçiler için geçerli olmayan haklar. Böylece hükümet, sistemin adaletsizliğini itiraf da etmiş oluyordu, ama itiraf ettiğiyle kalıyor, adaletsizliği gizleyecek yolu seçiyordu.
Soma yasasında bir de açık hile vardı: Tasarı ilk açıklandığında, "madende çalışma süresi" günde 6, haftada 36 saat ile sınırlandırılıyordu. Tasarı Meclis'te onaylanmadan önce el çabukluğu marifet bir değişiklik yapıldı: Haftalık çalışma değil, yeraltında çalışma süresi 36 saatle sınırlandı, haftalık çalışma böylece 45 saat olarak kaldı. (Başka ağır işlerde, örneğin su altı işlerinde filan bu süreye dokunulmadı, çünkü oradaki ölümler henüz gözlere batmadı) Maden patronu beyefendilerin işçileri madene kilitlemesi, tuvaletlerini pet şişelerle yapmaya mecbur bırakması, yemeklerini toz toprak içinde, gazlı atmosferde sefer taslarıyla 15 dakika içinde yemeye zorlaması, işte bu altı saatin tamamını yeraltında iş başında geçirtmek için.

ADALET GECİKİR BELKİ DE HİÇ GELMEZ

Bu zulüm, Ermenek'teki madenin sahibinin zulmü değil sadece, "hesap soracağız" filan diyen hükümet başta olmak üzere, el birliğiyle işlenmiş bir kan oyası. Yasalar, yasa uygulayıcılar, idareciler, yargı, yargının yardımcıları, medya, partiler "işçi"den yana değil, gözyaşlarına, sözde muhalefet gösterilerine filan bakarak aldanmayacağız.

Peki adalet? İşçi ölmeden önce hiç akılda olmayan adalet, işçi öldürüldükten sonra hiç değilse devreye girse işe yarar mı? Yaramaz mı! Ama bakalım işçi öldükten sonra ne olur:


İşverene dava açacak geride kalanlar, aile. Fakat, aile nasıl geçiniyordu? Genellikle, ölen işçinin alın teriyle. Hanenin direği ölünce kalanlar ne yapar? Taş mı yer? Yaprak mi giyer? Bulutlardaki yazıları mı okur? Çimenleri ilaç mı yapar?
İşte burada patron beyefendisi, avukatçıkları aracılığıyla teklifler götürür aileye. Yasal tazminat hakkı üzerinde önceden anlaşarak bitirelim bu işi. Kan parası. Kan düzeninde adı yerli yerinde olan bir para.

YARGISAL SÜREÇ

Aile parayı almasa? Kahramanlık yapsa? Açlıktan ölecek çocuklar, kadınlar üzerinden ne kahramanlığı? "Aile de ölsün" mü diyorsunuz yoksa? Mağdurları bir daha suçlayarak muhalif ve adil mi oluyorsunuz? Kolay gelsin size de...
Davalarını ücretsiz yürütecek bir kurum, kuruluş yoktur. Baroların hukuki yardım sistemi, bu işleri yürütecek evsafta değildir, ama olsa bile, o dava yıllar sürer. Çünkü buralarda adalet gecikir, geleceği tutsa bile. O yallar boyu ne olacak? Aileye bekleme takati verecek yardımı yapacak kuruluşlar da yoktur. Sendikalar ya fizik olarak, ideolojik olarak, ahlaki olarak güdükleştirilmiş durumda. Birkaç kuruluş (Örneğin Bir Umut Derneği) hariç, "sivil toplum kuruluşları" bu alana sağırdır. Patronların evlerinin duvarında "Allah Kenan Evren'den onu takip eden her hükümetten razı olsun" duası asılıdır çünkü. Tutmuştur dua, el birliğiyle.

ZENGİNLEŞME, ÖL!
Aile para desteğini bulsa, barolar en iyi avukatları titizlikle seferber etse bile mevzuat-yargı patron-bürokrat kardeşliğinde daha engel çok:
Tazminat, hak eden kişinin "zenginleşmesine yol açacak kadar yüksek" olamaz mevcuata göre. Ayrıca yine ödemeye mahkûm edilecek kişinin"yoksullaşmasına yol açacak kadar yüksek" de olamaz, isterse kanla kazansın o parayı. Zaten başka neyle kazansın? Bu iki ilke, "ölüm pahasına yürütülen işlerde kamu yararı yoktur. Fakirleşirse fakirleşsin, batarsa batsın" ahlaki davetini soğuk kanlı bir makas hareketiyle boğuverir. Küçümsenir, aşağılanırsınız ısrar edecek olsanız, "hukuk ince iştir" diye.

Bir de bilirkişi denilen kişi var ki, yasa koyucudan daha yasa koyucu, yürütmeden daha yürütme, patrondan daha patron bir akılla iş görür, işini denetleyeni, eleştireni, takip edeni yoktur. Üniversitesi, "Ne halt ediyorsun sen, bakalım bir" demez.

SUÇLU HEP İŞÇİ

Böyle olunca aile, "kan parası"na boyun eğer. Ceza davasını takip etme, şikayetini etkin biçimde sürdürme gücünü de yitirir böylece, dava "kamu davası" olarak sürse bile şikayetçisiz, müdahilsiz davada asgari ceza bile zor çıkar.
Zaten çıksa ne olur? O asgari ceza yine bir başka işçiye, ölen işçinin mesai arkadaşına çıkacaktır. Çünkü kanun koyucumuzun emri, savcılarımızın kavliyle patron beyefendilere dava açılmaz. Patronlar, yönetim kurulu başkanları, üyeleri, CEO denilen hibrit karakterler nezarethaneleri, adliye koridorlarını, duruşma salonlarını, parmaklıkların ardını bilmez. Çünkü kanun koyucu, "sürekli yargı tehdidi altında kalması" halinde işveren kişisinin yatırım yapmaktan kaçacağını, bu durumda milli ekonominin zarar göreceğini düşünür.
Bütün bunlar olurken medya ne yapar? Ağlar ve ağlatır. Başka? Ne çıkan kanunlardaki hileleri göze sokar, ne uygulamadaki arızalarla ilgilenir, ne adaletsizliğin takibini ve teşhirini yapar. Ne uyarı raporlarını önceden haberleştirir. Çünkü o patron medyasıdır. "Dördüncü güç" deniliyor ya, yasama, yürütme ve yargının beceremediği kötülükleri tamamlama, sistemin lanetli payını kutsanmış ekmekmiş gibi satma fonksiyonuyla ekonominin, siyasetin ve devletin egemenlerinin dördüncü gücü. Başka türlü olmaya çalışan yaşamaz, gazeteciyse işsiz kalır, gazetenin, televizyonun kendisiyse batıverir. Kan pazarında gül satıcısı yaşamaz.

CANI GÖM, PARAYI ÇIKAR

Sahi, "Maden" yeraltı zenginliği ders miydi kitaplarınızda? Şu cümleyi de eklesenize: İşçi gömerek çıkarılır. Böylece milli servet artar.
"Madencilik" maddesini de şöyle yazsanıza milli sözlüklerinize: "işçiyi kömüre çevirme işlemi. Böyle yapmayacaksanız, gereğini yapın: Sadece can kaybıyla çıkarılabilecek madendeki yarar nedir? İş güvenliğinin temini, işi "ekonomik" yani "kârlı" olmaktan çıkarıyorsa, o işi niye yaparız? Sadece can kaybıyla kâr ediliyorsa niye? Yaparsanız, işçi ölümleri milli ekonomiye yararlıdır demiş olursunuz. "Milli ekonomi" teranesiyle kömürcülük işini sürdürmek yararsız, bu ocaklar kapatılmalıdır. Öyle bir milli ekonomi varsa yok edilmelidir. Öyle bir milli irade varsa maden ocaklarına gömülmelidir. Öyle bir millet varsa, olmasa da olur. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni