Damla Orhan'ı kim öldürdü? Kapitalizm yolundaki cinayetler
Damla Orhan, rekabetçi anlayışın en vahim sınavlarından
birine, YGS’ye girecekti. Kalbi dayanamadı. Onun ölümü, bizim sınav sorumuz
şimdi: Rekabeti, yarışı toplumsal norm haline getiren kapitalistleşme yolunda
böyle nefessiz daha ne kadar gidebiliriz? Her alanda genç ölüler bırakarak daha
ne kadar?
Rivayete göre Büyük Arap şairi Maarri (973-1057) mezar
taşına şöyle yazdırmış: “Burada babamın cinayeti yatıyor!”
Ne demek istemiş olabilir?
Ne demek istemiş olabilir?
**
Sabah, bir gencecik hayat için, kalbinin artık dayanamayacağı
nasıl bir ağırlık taşıyor olabilir? Nasıl bir sabah olabilir kalp durduran bir
sabah? Sabah nasıl bu hale gelmiş olabilir?
Damla Orhan 1 Nisan 2012 pazar sabahı sabah kalp krizinden
öldü. Ömrünün de sabahındaydı daha, 17 yaşında. Kendisini diğer yaşdaşlarından,
kardeşlerinden ayıracak, onlardan üste ya da alta atacak, buz gibi soğuk, taş
gibi anlamsız bir suratla “başardın” ya da “başaramadın” denilecek bir sınavdan
önce. Ölmese, Yükseköğretim Giriş Sınavı’na girecekti, YGS’ye.
BEBEKKEN BAŞLAYAN VAHŞİ YARIŞ
Altı yaşından beri sınavdan sınava koşarak büyüdü zaten.
“Eğitim ve öğretim” denilen, cakalı, parıltılı, efsunlu laflarla pazarlanıp
duran, her yanı her düzenlemeyle bir daha bozulan, ahmakça ve alçakça bir yarış
makinasından başka bir şeye benzemeyen bir sistemde. Binasından müfredatına,
araç gereçlerinden öğretmenlerine kadar herkesin, her şeyin aklı, ruhu, bedeni
örselemesi için ayarlanmış bir sistem. Ahmakça anlatılar, ahmakça kurgular,
ahmakça ezberlerle. Sözüm ona matematik, sözüm ona tarih, sözüm ona edebiyat,
sözüm ona coğrafya, sözüm ona din ve ahlak bilgisi… ve sözüm ona ölçmeler,
ödev, sınav, ne bilgiye ne zekâya hitap eden binlerce soruyla gencecikken
ezilmiş ömürler.
Evet, ne bilgi, ne zekâ ne başka bir şey, YGS’nin de oraya
gelene kadarki sınavların da peşinde olduğu tek şey var: Kurnazlık dolu soru
öbekleriyle gençleri eleyip duran elekler örmek. Damla Orhan çok ağır bir yanıt
verdi dünkü sınava. Aklını, ruhunu, bedenini zalim bir örsle dövüp duran
sisteme yanıt olarak yaşamını verdi. Onun korkusunu, acısını tahmin bile
edemeyiz. Hangi genç ölümü ettik ki onu
da edelim? Nazım Hikmet 20. Yüzyılda ölüm acısının bir yıl bile sürmediğini
söylüyordu, şimdi bir ay sürüyor mu, kuşkulu. Milyonu aşkın kardeşinin
kalbindeki fırtınaydı onu alıp götüren. Onun ölümü, o sınavlardan sağ çıkmış
çocuklarımızın kalplerine nasıl bir dağ vurulduğunu gösteriyor.
REKABET NORM OLUNCA
Biz şimdi Damla Orhan’ın açtığı sınavla baş başayız: Bu
yarışçı mantıkla nereye kadar gidilir?
Yarış nedir? Bir konuma başkasından önce ulaşma düzeneği.
Rekabet. Doğal bir durum. Doğa rekabet doludur. Başkasından önce bir konuma
ulaşamayan ölür. Liberalizm bunu toplumsal ilkeye çevirir. Rekabetin toplumu,
ekonomiyi vs. ayakta tuttuğunu iddia ve vaaz eder. Doğadaki rekabetçilik,
argümanlarının gelip gelip dayandığı en temel yer olur. Evet, doğada rekabet
var. “Rekabet var ama kadar da dayanışma da var” diyen Kropotkin’e gitmeyeceğim
hayır, o rekabeti kültür alanında sürdürmenin ne kadar uygun olduğunu
soracağım. Doğada öldürme de var çünkü, ama biz öldürmeyi “cinayet” olarak
tanımlayıp reddediyoruz, örneğin. Rekabetin doğada olması, ne tek başına
rekabetçi toplumsal düzenlemeleri, ne rekabetçi mantığın insan ruhuna, davranış
kalıplarına yerleştirilmesi çabalarını açıklar. Doğadaki rekabeti, Avusturyalı
bilgin Konrad Lorenz şöyle tanımlıyor zaten: “Bir hayvan türünün varoluşunu
tehdit eden şey, hiçbir zaman onu besin olarak kullanan “düşmanı” değil,
belirtegeldiğimiz gibi, rekabettir
her zaman.” (Konrad Lorenz, İşte İnsan, Saldırganlığın Doğası Üzerine,
Cumhuriyet Kitapları.) ve aynı kitapta ekliyor: “Günümüze hakim olan ticari
toplum düzeninin, insanlar arası rekabetin gerçekten de o şeytani, lanet
etkisiyle tam da aksi yönde bir insan türünü ayıklayıp ortaya
çıkarabileceğinden korkmakta haklıyız.”
İLK SINAV, SON SINAV
İlk sınav, Habil ile Kabil’in sınavıydı. Ürünlerini
sunmalarını istenen an, birinin seçilip diğerinin seçilmeyeceği kesinleşmişti
zaten. Seçilenin biricikliği, seçilmeyenin kalbine ağır bir yük olarak
binecekti. Bindi de nitekim ve seçilmeyen, seçileni öldürme yoluna girdi.
Biz bu meseli düşünürken öldürme anının yorumuyla oyalandık
hayli zaman, hayli kuşaklar boyunca; fakat yarışın başlatıldığı anı
unutmamalıyız. Şimdi oraya bakma vakti, yarışın başlama anına: İster doğaya
bakarak, ister kültürel sferdeki unsurlara bakarak rekabetin toplumsal norma
çevrildiği her yerde, ucunda ölüm olan bir oyunu benimsiyoruz demektir. Oysa
doğaya ya da şimdiye kadar öyle olagelmiş olana bakarak vereceğimiz her karar,
bizim doğadan ya da öyle olagelmiş olandan ayrılmama kararımız olur sadece.
Olduğu haliyle insanlığa uygun belki bu, ama olabileceği haliyle insanlığa hiç uygun
değil. “Doğa”ya yakın, “doğada da bulunan”, öldürme de dahil, ölümcül rekabet
dahil, şeyleri kabul ederek değil, reddederek, aşarak insan öyküsünün devam
etmesi mümkün olur.
**
“Babaları” suçlamak belki yerinde, ama bize yol açacak
değil, Maarri’nin derin nüktesine rağmen. Ama çocuklarımızın daha fazla cinayet
kurbanı olmasını istemiyorsak, öldürmeyi ve rekabeti toplumsal norm haline
getiren aklı, anlayışı, sistemi ve onun bekçilerini derkenar etmemiz şart.
Gecikmeden. Damla Orhan sınav sorularına yanıt vermedi, bize çok ağır bir soru
sorarak, ölümünü sorarak gitti.
Onun mezar taşına da yazmalı: Burada kapitalistleşme
yarışında nefes almayan bir toplumun cinayeti yatıyor.
(3 Nisan 2012 Radikal İnternet)
Benzer yazılar:
Yorumlar
Yorum Gönder