“Beni ilgilendiren ne yasa ya da yasalar (biri boş bir mefhum, diğerleri ise pek hoş mefhumlardır), hatta ne hukuk ya da haklardır, beni ilgilendiren içtihatlardır. Hukukun gerçek yaratıcısı içtihatlardır: Yargıçlara emanet edilmemeleri gerekirdi.” Ve “İhtiyacımız olan ahlaki ve sözde-uzman bir bilgeler komitesi değil, hak sahibi gruplardır. İşte bu noktada hukuktan siyasete geçilir.” (Gilles Deleuze, Müzakereler, Norgunk Yayıncılık, İstanbul 2006) “Kapanmayan davalar”, hukuktan siyasete geçilen yerin davalarıdır. Çünkü o davaların kapatılmamasını öngören siyaset, hukuku siyasi işlere koşmuş bir siyasettir. Sivas davasında zamanaşımı, paradoksal biçimde, davanın açık kalmasına yol açar. Oysa Sivas ateşi, sönmesi gereken bir ateş. Söndürülmesi gereken bir ateş. Giden gelmez ama o ateş yandıkça gidenin hayali bizi terk etmez, acı ve korku olarak içimizde yanar, içimizi yakar, her an. Acı, kaybın acısı, adaletsizce gidenin ve gelmeyen adaletin acısı. Korku, gidecek olanın korkusu. O