Nasıl Kenan Paşa'nın avukatı oluverdim?
Paşalar diyor ki, özetle: “Bizim tesis ettiğimiz anayasal ve
yasal çerçeve içinden bize bu davayı açamazsınız. Bizim kurduğumuz, sizin
kullandığınız bu sistem gayrimeşru ise Türkiye Cumhuriyeti de gayrimeşrudur.”
Yanlış olan bu savunma değil, o iddianame!
Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’ya açılan davanın
iddianamesi nedeniyle daha önce üç yazı yazmıştım. 12 Ocak 2012’de Radikal
Yorum sayfalarında, ilk iki yazının bir özeti de yayımlanmıştı. Özetle şunu
diyordum:
Sevk maddesi hatalı. Sanıklar hatalı. 12 Eylül’e “sağ”
bakışa ait bir yorumlama ve tarihlendirme biçimi, iddianamenin tümüne hakim,
oysa 12 Eylül’ün kendisi “sağ” bir işlem ve sağdan bakışla suçlanmayı bırakın,
onaylanır. 12 Eylül’ün kurduğu kurumlar, oluşturduğu hukuk düzeni, yerleştirmek
istediği toplumsal yapı, getirdiği yeni ekonomik ilişkiler olduğu gibi
duruyorken, bunların hepsine sahip çıkıyorken, onu yargılamak mümkün olamaz. Bu
nedenle “bu iddianame ancak sanıkların savunması olabilir” dedim. Gerçekten de
aynı öyküleri, aynı hukuk mantığını kullanarak, birkaç fiil değişikliğiyle
iddianame savunma yerine geçebilirdi.
SAVUNMA DERSİNİ ÇALIŞMIŞ
Şimdi ilk savunma çıktı. Anlaşılan şu: Kenan Evren ve Tahsin
Şahinkaya’nın avukatları dersini çalışmış. Paşalarımızı yargılamak üzere dava
açanlara göre çok iyi çalışmış. Üç yazıda dile getirdiklerim, savunmayla
doğrulanıyor. “Vay efendim, böyle savunma mı olurmuş? Bu savunma (vatana,
millete) ikinci darbe” gürültüleri kopuyor. Sanık savunmalarına karşı böyle
tribün oluşturmak, savunmanın değil de davanın çürük olduğunun delili. Son
dönemde açılan ve siyasi davaların hepsinde, tribün eşliğinde, kamunun da
taraflardan biri hale getirildiği, mahkemelerin davalardan el çekmediği bir
duruşma düzenine tanıklık ediyoruz. Oysa duruşmalarda sessizlik iyidir,
özellikle sanıklar konuşurken, yani savunma hakkı kullanılırken, hayli iyi.
Çünkü “suçlu”ların sadece mahkûm edilmesi yeterli bir hukuki işlem değil, doğru
“biçim”de de mahkûm edilmeleri de gerek.
PAŞALAR ELBETTE HUKUKA SIĞINACAK
Paşalara dava açılması elbette son derece doğru, ama doğru
dava açılmamış olması büyük, ciddi bir sorun. Paşaların savunmasına baktığımız
zaman, kendilerine karşı doğru dava açılmamış olmanın rahatlığı içinde hareket
edildiğini görebiliriz. “Paşalar hukuka sığındı” diyerek savunmayı küçümsemek,
sadece döneme egemen olan hukuk düşmanlığının, hukuk tanımazlığın onayı.
Yargılanan kimse elbette hukuka sığınacak, yoksa gürültü eşliğinde seslerini mi
boğacaksınız? Türkçe Kenan Evren’le Tahsin Şahinkaya’nın anadili, “Anadilde
savunma yasak” diyerek mikrofon mu kapatacaksınız? Olmaz değil mi?
Neyse. Bu hukuk dışı tavır ve halleri bırakalım, savunma ne
diyor, niye diyor bakalım. Savunmadan:
“İddianamede güdülen
mantık, azı cezalandıran bir kanunun, çoğu da cezalandırdığını ileri sürerek,
ihtilale veya darbeye teşebbüsü tamamlanmış suç gibi görerek, kanunun suç
saymadığı bir fiilden faillerin cezalandırılmasının istenmesidir.
İsnat edilen suçun
tamamlanmış şekli yok ki, teşebbüsü olsun. Uygar ülkelerin ceza kanunlarında
kurucu iktidar olmak fiilini cezalandıran bir hükme rastlanmış değildir.
Herhalde bu Türk icadıdır.
İhtilalleri ahlaki
bulmamak başka şeydir, ihtilalleri yargılamaya kalkışmak başka şeydir. Buna
restorasyon denmektedir. Bu, öğretide ihtilalcinin bir başta ihtilalci
tarafından yargılanmasıdır.”
Ne diyor savunma? Özetle A) Başarılmış darbe, rejimi
değiştiren darbedir. Biz paşalar bunu başardık, yeni bir hukuk, yeni bir
toplumsal düzen, yeni bir devlet teşkilatı kurduk. Siz de onun içindesiniz. B)
Biz bu işi yaparken “girişim” suçtu, şimdi de suç. Başarmak suç değil. C) Şu
anda da o zaman da bizim fiillerin (darbe yapma) suç olduğunu söyleyen bir
kanun maddesi yok, varsa söyleyin.
Evet, şu anda da o zaman da böyle bir kanun maddesi yoktu,
varsa lütfen söyleyin!
REFERANDUM VE RAHATLIĞIN KAYNAĞI
Peki bu rahatlık nereden geliyor? Tekraren: İddianameden
geliyor! İddianame, paşalara işledikleri suçları yargılayabilecek sevk
maddesinden dava açmadı. Onlar da “suçta ve cezada kanunilik ilkesi”ne
yaslanarak savunma yapıyor. Yani “Kimseyi suç olarak kanunda yazılı olmayan bir
fiilden ötürü yargılayamazsınız” ilkesine.
Peki 12 Eylül’e yargı yolunu açan anayasa referandumu ne
oldu, ne anlama gelir diye sorulacak burada. Yanıt: Değişiklik iyi oldu, elbette
davanın yolu açıldı, fakat hangi davanın? “Değişen kanun sanık lehine” ilkesi
ne olacak? Zamanaşımına girmiyoruz bile!
İşte bu kördüğümü açacak hamle, iddianamede özenle gizlenen
hamle: 12 Eylül’ün hem 12 Eylül öncesi
fiilleri, hem 12 günlerinde yapılanlar hem de hiç değilse 12 Eylül’den “çıkış”
tarihi olarak gösterilen tarihe yani 6 Aralık 1983’e kadarki fiileri yargılamak
istiyorsak, a) zamanaşımı ve b) mevcut pozitif hukuk ilkelerinin sanık lehine
yarattığı engelleri kaldıracak “insanlığa karşı suçlar” çerçevesinde dava
açılması gerekliydi. Çünkü bu madde, 12 Eylül’de yaratılan devlet-toplum-hukuk
ilişkisinin yarattığı korumaları kıracak tek madde.
Aynı madde, savunmanın şu cümlesini de ortadan kaldıracak
güce sahip tek imkân:
“İddianamenin mantığına
göre, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve bu Anayasa’yla kurulan anayasal düzen
hukuken mevcut değildir. Bunun zorunlu sonucu olarak, hukuken mevcut olmayan,
1982 Anayasası’ndan görev ve yetki alan yasama, yürütme, yargı organlarının her
türlü ulusal ve uluslararası kamusal tasarrufları da hükümsüz olacaktır.”
Bir cümle daha:
“İddianamedeki
iddianın mantığına göre, ihtilali veya darbeyi yapan fiili güç, hep fiili güç
olarak kalmaktaysa, 27 Mayıs 1960 tarihinde ihtilal veya darbe yaparak Milli
Birlik Komitesi adını alan askeri fiili güç de, hukukilik kazanamaz ve kurucu
iktidar olamaz.”
Ne diyor paşalar? Basit: Egemenlik ve hukuk ilişkisinin
önemli paradokslarından birini öne sürüyor: Bir fiili güç, ne zaman hukuki güç
olur? De facto egemenlik, de jure egemenliğe ne zaman dönüşür? Savunma diyor
ki, “mevcut ceza sistemi dahil, bütün kurumlarınızı biz yaptık; bizim
değiştirdiklerimizi de bizden öncekiler yapmıştı. Siz eğer bizim kurduğumuz
düzeni hukuksuz sayıyorsanız, 1971 de, 1960 da, 1924 de hukuksuzdur. Yani size
kalırsa, Türkiye Cumhuriyeti aslında hukukileşmemiştir!”
Şaşırtıcı, hatta kimilerinin dediği gibi, küstahça değil mi?
Değil efendim! Açılan davaya, davayı açanların yaslandıkları hukuki çerçeveye,
olaylara bakış biçimine karşı en mümkün savunma. Türkiye Cumhuriyeti
hukukileşmiş midir? Dava içindeki önemli bir dava!
Bu dava göstermelik değilse, heba edilsin istenmiyorsa, Türkiye
Cumhuriyeti hukukileşecekse, derhal paşaların “insanlığa karşı suçlar”dan
yargılanmalarını sağlayacak hukuki hamleler yapılmalı. Hem mahkemede, hem
parlamentoda. Örneğin, hiç değilse 12 Eylül anayasası askıya alınmalı, 12 eylül
işlemlerinin gayrimeşru olduğu ilan edilmeli. Derhal öncesi ve sonrasıyla 12
Eylül için, zarar görenlerin (işçi sınıfı temsilcileri, sosyalistler, Kürtler
ve Aleviler, hay Allah, ama iddianamede yok bunlar!) içinde faal biçimde yer
alacağı araştırma komisyonları kurulmalı.
ve
12 Eylül sonrasına dair kısa bir kronolojik bakış için:
Yorumlar
Yorum Gönder