Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Milli Savunma Bakanlığı olarak baro

Resim
İstanbul Barosu sayfası bununla açılıyor ama... Baro, savunma örgütü, yok milli savunma değil, hukuki savunma. Yargının üç ayağından biri. Savunma meslek erbabının teşkilatı. İyi bir "yargı" için iyi bir "yargıç"tan daha önemli bir kurum. "Savunma"sız bir yargı, yargısız infazla eşit olur. İstanbul Barosu, dünyanın en "büyük" lerinden biri, belki de birincisi. Bununla çok övünürler. Nüfus olarak. İş niteliğe gelince, işler karışıyor biraz. Buyrun, 29 Aralık'ta İstanbul Barosu'nun deklarasyonu. Başlık, şöyle, kaskapital yazılmış, bağırıyor yani: TALEP EDİLEN SÖZDE "DEMOKRATİKÖZERKLİK" VEYA "ÖZYÖNETİM", AÇIKÇA ÜLKENİNBÖLÜNMESİNİ İSTEMEK VE BU YÖNDE BİR KALKIŞMA ÇAĞRISIDIR Bu ne hiddet, bu ne celal Konu, Demokratik Toplum Kongresi'nin açıklaması. Açıklama 14 madde ya, baromuz da 14 maddeyle dökmüş kağıda hiddetini. Hiddet dolu metin. Olur. Hukukçular, savunmacılar, avukatlar da h

Roboski 2015

Resim
Roboski, 2015'i de adalete susamış, devlet tacizleriyle baş başa bir halde geçirdi. "Çözüm süreci" buzdolabına alınmadan önce askeri hareketliliklere ve hareketliliklerin olası sonuçlarına karşı erken uyarılar verdi Roboski halkı. Cevap, katırlarının katledilmesi, evlerinin kurşunlanması, milletvekilinin tartaklanması oldu. Avukatları Tahir Elçi'nin katledilmesinin şokunu ve acısını yaşadı.  Aşağıdaki kronoloji, 28 Aralık 2011 gecesinden bu yana olan bitenleri izlemek isteyenler için 2015'teki olayları içeriyor. Belki bir işe yarar diye... Eksikler, hatalar için peşinen özür dilerim. Konu Roboski olunca "Özür dilerim" demekten başka laf dilimin ucuna gelmiyor da zaten. Yapamadıklarım için değil sadece, yaptıklarım için de...

Kara tahtadaki yazgı

Resim
Kara tahta büyüleyiciydi. Yapılışından itibaren. "Malîm" gelmişti ve biz de okuma öğrenecektik. Okuma ve elbette Türkçe. Yumurta istemişti "malîm", herkes yumurta getirmişti. Soba isi istemişti "malîm", kurum, kim getirmişti bilmiyorum. Bir de teşt. Leğen.  Yumurtalar kırıldı. Akları ayrıldı. Leğende çalkalandı, çalkalandı. Kurum karıştırıldı. Tahtaya sürüldü ve işte "karatahta." Texte yê reş. Textereş.  Simsiyah duruyordu orada. Siyah sayfa. "Malîm", önüne geçip elindeki beyaz taşla yazmaya başladı. Hiçbir şey anlamadım. "Atatürk 1881'de doğdu, 10 Kasım 1938'de öldü." Yazı tahtada uzun süre kaldı. Birçok şey silindi, yazıldı, o gene orada kaldı. Belki de tüm sene. Okuma öğrenmeden ezber ettim.  O yıl köyde yapılan bir cacim'a da işlendi bu yazı. Bizim evde yapılıyordu. Gece gündüz çalışılıyordu başında. Tevn. Küçük bir sürpriz olmuştu "malîm"e tevn bitince: Cacim'ın yüzünde ters ok

Kapıyı kıran kimdir?

Resim
Kapıyı vuran kimdir? Kapı. Der. Derî. Kapı, evdir. Ev, hane. Yuva. Hêlin. Mal. Xanî. Kapı yoksa, ev yoktur. Ev yoksa, sokak, cadde, köy, kasaba, şehir yok. Kapı, duvarı oda, ev yapandır: “Duvar dilsizdir. Kapı konuşur.” (George Simmel) Kapı, içeri alır ve dışarı bırakır. İçeriyi, evi, yuvayı, dışarıdan, yuva olmayandan, kurttan kuştan, yırtıcıdan, alıcıdan, öteki berikinden korur. Kapı, evin ev olduğu yer, evin açıldığı yerdir, açık olduğu yer; demek evin zayıf olduğu yer, evin zayıflığıdır kapı. Açık olan, açıkta olan, zayıf olandır. Fakat bu zayıflık olmadan da ev olmaz. Ev de oda da, otağ da. Ev açıktır, kapı örter; kapı örtülünce evin/odanın/otağın/şehrin güvenliği, gizliliği, korunması umulur. İçerisi ile dışarısı kapı ile başlar. Kapı, bütün evin örtüsüdür. Örter. Gizler. Saklar. Korur. Kapının gücü, evin gücüdür. Güçsüzlüğü. Oradan girilir. Oradan çıkılır. * Oda, tanışı tanıştan ayırır çoğun, handa, otelde, pansiyonda... değilsem, odanın arkasında kim olduğu

Çoluk çocuk haydut

Resim
"...çoluk çocuktan ibaret haydutlar..." Nasıl haydut olur çoluk çocuk? Kanıt var, oluyor. Kanıt gerekmiyordu aslen, her şey gazetelerde yayınlanıyordu ama 2012’de Dersim meselesi, biraz da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başbakanlığındaki taktik psikolojik (Hani şu CHP’nin ne kadar zalim bir parti olduğunu zihinlere kazıma amaçlı) hamlelerinden biri olarak harladığı zamanlarda, şöyle bir belge sunulmuştu bir mahkemeye. Orgeneral Kazım Orbay 11 Ağustos 1938'de yazdığı bir telgraf, o telgraftan bir cümle: “15. Tümen 38. Alay bölgesinde Yılan dağından kaçmak isteyen 40 kadar silahlı, 30 kadar çoluk çocuktan ibaret haydutlar 38. Alayın pususuna uğrayarak, Ali Boğazı’na doğru kaçmışlardır.” Aliboğazı, hani şu 16 Aralık 2015’te Hürriyet ve Yeni Şafak gazetelerinin büyük operasyon (müjde!) var diye adını yeniden duyurduğu yer. Dersim'de. Hani 1938'de değil, bu/dün gece,  “150 kadar terörist” in, PKK’li ve MLKP’linin kuşatıldığı, kıstırıldığı, artık hangi tabir ge

Dostlarını Arayan Mektuplar

Resim
Bernhard Waldenfels'in  'Yabancı Fenomenolojisi',  bir 'yabancı'dan gelen bir mektup,  'dost'luğa talip ve 'dost'luk öneren  bir 'yabancı'dan...  Alımlanması için 'biz'den hem  'biz' kalmayı hem de 'biz'i aşmayı  bekliyor bu mektup,  bir cevap bekliyor... EVİNDAR A. DURAN

Yüzüm Yerde

Yüzüm Yüzüm yerde Yüzüm yerde ve yer Un. Kendini öğüten kentten artık Yeryüzü artığı eski bir yüzün Bir yüzü kendine dönmüş bir yüzü geçmiş kendinden Öğütülmüş bir kentten kendi kendine “Serdiler önüme bir siyah perde” Tanrının suretiyim göz bebeklerinde senin gördüm de bildim seni beni Vurup indirdiler beni. Vurup kaldırdılar Yüzüm yerde, kentin tozunu çektim son bir kere Son bir kere çektim bir ah,                                           ah kentin tozu son nefesimde Yüzükoyun yerde kaldım bir fotoğraf son bir kere ayakkabılarım Delik deşik kent ben bir düştüm de “Tozlu yollarına düştüm de geldim” Bir düştüm son bir kere ciğerlerimde kum yüzüm yerde yer sahil kıyı köşe Nereye gider bu, bu dalga bu deniz bu tuz bu su bu doldu ciğerlerime Gözlerinizin içine baka baka düşürdüler beni son bir kere geçip giderken an zaman Kaç oldu üç oldu kentimde biri düştüm biri düştüm sahilde biri payitahtında bir yok welat Ah kanê welat ka destên we ka r

Canip Yıldırım ve oğulları ve kızları

Resim
Bir Kürt çınarı devrildi. Hukukçu, siyasetçi, aydın ve en önemlisi yaşayan tarih Canip Yıldırım, Ankara'da Hakk'a yürüdü. Devlet 56 yıl önce ölmesini istemişti ama o inadına 90'ına kadar yaşadı. Okulları ve askerlik sayılmazsa, devlet kayıtlarına ilk olarak hakkında istenen idamla geçti. 49'lar diye anılan 50'lerdendi. 50’şer 50’şer alınıp 1000’e tamamlanacaklardı. 1000 “önde gelen” ya da “önde gelmeye aday” Kürt alınıp asılacaktı ki, 1938 öncesindeki isyan cesareti bir daha kimseye gelemesin. Derin sessizliği kıran kuşak Sorununun bugünkü halini almasında payları büyük olan kuşaktandı. Pay, ama günah değil. O zaman şöyle söylemek daha doğru: Kürt sorununun bugünkü halini almaması için, "demokratik yöntemlerle" çözülmesi için bildikleri yol ve usullerle ellerinden geleni yapan kuşaktandı, konuşulmaları, dikkate alınmaları, en özeti, başarılı olmaları halinde belki de kanın, gözyaşının, ateşin birbirine karışmasına gerek kalmadan bir çözüm im

Gülüşünden tanıdığımız bakan: Kenan İpek

Resim
Adalet Bakanı Kenan İpek, gülüşüyle kalıcı bir ün sağladı kendisine. Bakanın gülüşüne iyi bakılırsa, Konya Stadı'ndaki bayram havası görünür. Görevleri, yetkileri vardı, artık özel bir ünü de var. Gülümseyişi. Refleks dedi. Ani cevap, otomatik cevap anlamında, düşünmeden. Refleks, vücudun koruma mekanizması. Neyi koruyordu? Neden korunuyordu? Niye güldü Adalet Bakanı Kenan İpek? Yanında oturan İçişleri Bakanı  Selami Altınok 'a, Ankara katliamı nedeniyle sorulan, "İstifa edecek misiniz" sorusu üzerine güldü. Birkaç saniyelik bir gülüş gelip geçti yüzünden. Gülüş geçti ama etkisi kaldı.

Bir gideriz, bir daha da gitmeyiz

Resim
Dêrik yanıyor. Şimdi de, kim bilir kaçıncı defa, Dêrik ateş altında; kim bilir kaçıncı defa Cizre, Silopi, Silvan... gibi. * Metin Feyzioğlu, bir cenazelik "terörist" oldu. Tahir Bey'in ölümü hükümeti bile üzdü, görünüşe göre. Başsağlığı dediler, üzgünüz dediler, rahmet dilediler, vicdan gelme mi desek, politikaların kötülüğüne ayma mı desek, dostlar başsağlığında görsün mü desek? Barolar Birliği Başkanı'nı da üzdü, kalktı Diyarbakır'a gitti, tepki göreceğini bile bile, tabut omuzladı; fiili özeleştiri mi desek, hukukun kıymetine uyanma mı desek, durumu kurtarma mı desek? Bu üç figürler dışında, insan, insan hakları, demokrasi, özgürlük, hak, hukuk filan meselelerinde hükümet ve hükümetler gibi düşünmeyenler, düşünmek istemeyenler, "Devlet şiddetinin böyle kullanılması bize barış değil, daha pis savaşlar getirir" diye bilip dil dökenler, sosyal demokratlar, liberal demokratlar, demokrat Müslümanlar da saldırıyı kınadı, ölüme üzüldü, yası paylaşt

Vurulan Kürdistan

Resim
Tahir Elçi, Dört Ayaklı Minare önünde, vurulmadan az önce Önünde vurulduğu minare Kürdistan'ın metaforuydu. Dört Ayaklı Minare. Vuran biliyordu bunu."Silah, çatışma, operasyon istemiyoruz" diyordu tam da. "Bu kadim mekânda silah, çatışma, operasyon istemiyoruz." Dört Ayaklı Minare'nin önünde, hiç değilse bir saygı mekânında çatışmasızlık talep ediyordu; Bütün Kürdistan'ta çatışmasızlık isteği karşılık bulmasa da belki bazı barış mevzileri üretilir diye. Minare, Kürdistan'ın metaforuydu. Vuran biliyordu bunu. Silahına, çatışma arzusuna, operasyon hazırlıklarına laf edilsin istemiyordu. Kurşun adres sormaz, silahı kullananın yolladığı adrese gider. Adresti. Hedef. Suikast. Kürdistan'ın kalbinde bir minare gölgesinin düştüğü alan kadar bir barış mevzii yaratmak isterken. Dört Ayaklı Minare'de, hiç değilse bu sembolik alanda, Kürdistan'ın dört parçasında olamasa da.

Leyla Zana teslim ol, etrafın sarıldı!

Resim
Leyla Zana ne hatalar yapmış meğer. Meğer ne kötü bir iş yapmış. Nerede Leyla Zana, orada kriz. Yoksa gül gibi geçinip gidiyorduk...  Kimi dönemin ruhuna uymadı diyor, belki de araziye uyma ihtiyacıyla. Kimi kendisini değiştirmeyi başaramadığını öne sürüyor, her şey değişti ama onun haberi yok gibilerinden. Biri diyor ki, şov yapıyor , görünmeden yapsa ne iyi! Biri diyor ki partisini de zorda bıraktı , partisi çok kolayda ya, çok severler ya partisini korumayı, kollamayı. Farklı ses ve tutumların bir arada olmasını da aklı almıyor elbet bu birinin.

Sonsuz gözaltı

Resim
Hayrettin Eren Bu kötü gazete yazısı dört yıl önce yazıldı. Devletin ölüm siyasetinin aramızdan aldıklarının hesabını sormak isteyen Cumartesi İnsanları'nın Hayrettin Eren için oturduğu güne binaen. Yarın, 21 Kasım 2015 Cumartesi günü  saat 12'de yine oturulacak aynı yerde, aynı nedenle.  Dört yılda devletin ölüm siyasetinde bir değişiklik mi oldu? Mezarlar bombalanıyor, ölüler ülkeye alınmıyor, ölüler evlerinden çıkarılamıyor, buz dolaplarında saklanıyor... İzahat hep aynı, 12 Eylül ezberinin değişkeleri: "Terörle mücadele ediyoruz."  Evet, bu bir terörle mücadele meselesi gerçekten de, devletin kendi ilan ettiği hukuka bile uymamasıyla, elindeki fiziksel ve sembolik şiddet araçlarını hiçbir kural gözetmeden pervasızca kullanmasıyla ortaya çıkan bir terör. Aklımızı, ruhumuzu ve hayallerimizi kaybetmemek için karşısında mücadeleye mecbur olduğumuz bir terör.