Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

BİR ZULMÜN KRONOLOJİSİ: ROBOSKİ

Formun Üstü Formun Altı 28 Aralık 2011: Saat 21.37 ile 22.24 arasında Türk savaş uçakları sınır boyundaki bir grubu bombaladı. İlk bilgilere göre can kaybı 35 idi. Sonradan 34 kişinin yaşamını yitirdiği anlaşıldı. 29 Aralık 2011 : Ana akım medyanın TV kanalları ve gazeteleri olayın üzerinden 12 saat geçtikten sonra ve elbette TSK’dan yapılan açıklamanın ardından haberi verebildi. TSK açıklaması şöyleydi: “Bölgenin teröristler tarafından sıkça kullanılan bir yer olması ve geceleyin hududumuza doğru bir hareketin tespit edilmesi üzerine hava kuvvetleri uçakları ile ateş altına alınması gerektiği değerlendirilmiş ve saat 21.37-22.24 arasında hedef ateş altına alınmıştır.” Aynı gün AK Parti yetkilisi Hüseyin Çelik, “Uludere bir operasyon kazasıdır” dedi. Çelik’in bir soruya gülerek yanıt vermesi tepki toplamıştı. Çelik, hem gerçekler araştırma sonucu çıkacak diyor, hem de “Bu bir kazadır” diyerek sonradan mahkemelerin alacağı kararları ilan ediyordu. Başbakan Erdoğan i

"Milli aşure"nizden Alevilere şifa çıkmaz!

Bir görüntü: Cumhurbaşkanı, askere aşure dağıtıyor. Kazanlardan birinin üstüne 16 yıldızlı Cumhurbaşkanlığı forsu işlenmiş. Forslu aşure, evet. Bir kazana da Türk bayrağı işlenmiş. Bayraklı aşure. Bakar bakmaz görülüyor…

Kan ekonomisi, kan parası

Resim
Madencilik,  "işçiyi göm, parayı çıkar"  sektörü.  Türkiye'nin en kârlı sektörü bu yüzden.  Adalet, bu sistemi deşifre etmeye değil, örtmeye ayarlı. Patron beyefendiler, Soma kazasından sonra çıkan yasaların maliyet artırdığını beyan edip durdular malum. Maliyet artarsa, kâr azalır malum. Az kârlı işi kim niye yapsın değil mi efendim? Peki sahiden öyle mi? Buyrun, Cumhuriyet gazetesinden Pelin Ünker'in bugünkü (30 Ekim Perşembe) haberinden: Sanayi Bakanlığı verilerine göre  madencilik ve taş ocağı sektöründe 2006-2013 yılları arasında kâr oranı yüzde 15.5'i bulmuş.  Patron beyefendiler az bulmuştur elbette, ama aynı dönemde imalat sektöründe kâr yüzde 5.9'da, inşaatta 5.6'da. İşçilik maliyetleri arttı, kâr azaldı diye zırlayan bu beyefendiler, diğer sektörlerin en kârlısından üç kat fazla kazanmış. Peki niye ağlıyorlar hâlâ? E daha fazlası için. Daha fazla kâr demenin daha fazla can demek olduğunu biliyoruz, aynı dönemde can kay

Ne mutlu polisim diyene: Artık ‘akla’ değil ‘kafaları’na göre arama yapabilecekler!

Meclis'e yeni sunulan torba yasa, sekiz önce "düzeltilen" şeyleri yeniden düzeltiyor: Polis "somut" delil aramadan arama yapabilecek. Telefon dinleme/takip kararı kolaylaşacak. Mal varlığına el konulacakların sayısı artacak.

Cezası hafif, bedeli ağır: Sokağa çıkma yasağı, diktatoryal bir yetkidir

Sokağa çıkma yasağı, darbeler, işgaller, iş savaşlar gibi dönemlerde uygulanıyor. Ağır bir uygulama yani. Fakat kanundaki cezası hafif: 100 lira... 

Türkiye partisi olun demek, Türkiye partisi değilsiniz demektir!

HDP lideri Selahattin Demirtaş’ın ‘Türkiyelileşmeyi başarması’na övgüler diziliyor. AK Parti’nin, CHP ve MHP’nin liderlerinin yeterince Türkiyelileştiğini nereden biliyoruz? Türkiyelileşme nedir? Hani şu HDP’den beklenen. BDP’den, DTP’den, HEP’ten, HADEP’ten, DEP’ten, yani Kürtlerin siyasal organizasyonlarından beklenen. Nedir bu? Şu kadim cumhuriyet projesinin yakıcı temel problematiği olan “homojen, tekçi toplum projesi” nin yerine üretilmiş bir hüsnü tabir mi? Siyasal sahnede yasal ve toplumsal meşruiyetle var olmak için yerine getirilmesi gereken bir ön şart mı? Ontolojik bir yabancılığın, bir dıştalığın aşılmasına yönelik siyasal bilgelikle dile getirilmiş bir kelamı kibar mı?

Adaletsizliğin adını "güvenlik" koymuşlar

Abdullah Cömert davası, Antakya’dan Balıkesir’e taşındı. “Taşımalı adalet”, adaletsizliğin oto yolu oldu. Dava taşıma yoluyla yargı, “doğal yargıç” ilkesini kendi eliyle imha ediyor.

İç Coğrafya

Bir kanatta bir karabulut geçerdi istek Dokunup bir nefeste isteğine rüzgârın Döner serpiştirirdi tasasız alına Sevinç tozlarını Uçuşurdu başının üstünde O çifte kelebek Gözkapaklarına konar beklerdi Öylece, kımıltısız Dinginlikle mayalanırken Yastığının altında Yeni istek O zamanlardaydı Ağır bir sezgiyle koşardı ardından Geriye vınlamasını bırakıp yiten bıçak gölgesinin Çeşmenin sessiz kavalında Yatıştırırdı şaşkınlığını Aldırmazdı Gözyaşlarının onardığı Yumuşak darbelere İnanmazdı Gülüşün yanağındaki kıymığın Tanrının parmaklarından fırladığına Yıkılmış atın acısını işlerdi Toprağının tutanağına Tutsak kartalın teleğinde kayıtlı doruğun Kıvrak kırlangıçlar geri getirirdi Onlarla uçsun diye savurduğu taşları Ona dokundurmadan Terletirdi sürüp Parlak koşumlarıyla Etrafında atını Yazgının süvarisi Efsanelerin getirdiği müjde Doldururdu yerini Terkisine alıp götürdüklerinin Kalan boşlukta bir sızı

Kıyıda

Öte yakanın çocukları

Zarokên Wî Tay Cemal ve Hasret'e, hasretle... "En kötü zaman, yönetenin ve halkın kötülüğünün birleştiği zamandır." (İbnu'l Mukaffa) “Em herin wî tay.” “Karşı yakaya geçelim.” Wî tay. Utay. Utaya gidelim. Baharda karlar erimeye başlayınca dereler coşar. İki adam boyu kayalar, fındık kabuğu gibi, ceviz kabuğu gibi ırmak olmaya öykünmüş derede döne döne gider. Karşı yakaya geçiş imkânsız gibidir. Belki bu imkansızlıktan, wî tay, öte yaka seslenir gibidir derenin homurtuları arasından. Bahar, coşkudur. Çağrıdır. Çağrıya uymadır. Uymamak imkânsız gibidir baharın çağrısına, hele deli kanlıyken. İşte o zaman, o bahar toprağı, otu, börtü böceği canlandırınca, gençlerin yüreği de canlanır. "Dilên xortan jî heşar dibî." O zaman karşı yakaya geçmek, aileye, konu komşuya, köye, aşirete erginlik imtihanıdır. O zaman karşı yakaya, “wî tay”a, “utay”a geçmek, kara gözlü, kara belikli dotmam’a ya da qîza ciran’a inceden, sadece yere bakarken alınıp v

Mutfaktaki cinayetler

Bana meslekte bir dağ olduğunu farklı farklı tarz ve ifadelerle gösteren Reha Mağden ve Haluk Aytün’ün aziz hatıralarının önünde, tüm çalışma arkadaşlarıma selam ve teşekkür ederim. Bu kişisel bir yazı. Bir veda. Hem kişisel yaşamımın, hem bir medya kuruluşunun 18 yıllık döneminin sonu. Kağıttan Radikal’in sonu. Önünden film şeridi gibi geçiyor her şey. Filmden bana kalanlar içinde aktarabildiklerimi aktarmayı deneyeceğim, sabrınıza sığınıp. ** Şahname’den iki karakter: Temiz Dinli Ermâyil ve İleriyi Gören Kermâyil. İki yoldaş zalim Dahhâk’ın sarayının mutfağına girerler. Amaçları, zalimin yılanlarına her gün beyinleri çıkarılıp yedirilen iki genci kurtarmaktır. Kavim inim inim inlemektedir. İlk iki genç getirildiğinde birini öldürürler. Diğerini “mamur olmayan yerlerde dolaşma sakın” öğüdüyle dağlara yollarlar. Öldürdükleri gencin beynini, bir koyun beyniyle karıştırıp zalimin yılanlarını aldatmayı başarırlar. Böylece her gün bir çocuğu öldürür, birini kaçırırlar. (Şahnam

Adalet Arayan İşçi Ailelerinin davetidir...

Haklı, zorlu ve önemli bir mücadeleyi yürütüyorlar. Davetleri var. Buyrun: BASINA ve KAMUOYUNA.. DAVETİMİZDİR.. 3 Yıl aradan sonra nihayet açılan ceza davasının 3. duruşmasındayız. BEDAŞ VE ALKAMA ÇALIŞANI ERKAN KELEŞ DAVASI : ONLARCA İHMAL VE DENETİMSİZLİKLE GELEN İŞ CİNAYETİ.. Erkan KELEŞ, 2010 yılında Ramazan Bayramının 2.gününde evinden işe çağrılarak,  10.09.2010 tarihinde işvereni tarafından gönderildiği Gaziosmanpaşa- Arnavutköy Haraççı Merkez Mah.Eski Edirne Asfaltı caddesindeki elektrik arızasının giderilmesi işinde, elektrik çarpması sonucu hayatını kaybetti. Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Savcılığı tarafından atanan Bilirkişi Heyetinin Raporuna rağmen aradan 3 yıl geçti. Sorumlular belli olmasına rağmen… Elektrik gibi tehlikeli işlerde çalışan bütün işçi kardeşlerimizin yaşadığı trajediye son vermek umuduyla adalet aradık. Ceza Davası açıldı. Hem de ‘olası kast ve bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermekten..’ Yargılananlar BEDAŞ ve Taşeron Şirket ALKAMA yet

Dağdan çocuk kaçırmak

PKK çocukları versin.  Çocuk mapusları kapatılsın.  Çocuklara zorla başka dil öğretilmesin.  Çocuklar çalıştırılmasın.  Vicdani ret tanınsın... Dersim arşivleri açıklansın, hani orada da kaçırılan çocuklar vardı. Ha, bir de yeri gelmişken, devlet çocukluğumu geri versin.

Yaşayana kurşun, ölene GBT

Resim
Başbakan'ın grup nutkundaki Alevilerle ilgili cümlelerin tamamı vahim. Fakat polisin vurduğu birinin 'GBT kayıtlarına' bakıldığının ilanı bir eşiğin daha çoktan aşıldığını gösteriyor.

Düşene devletlû tekmesi, konuşana Başbakan sillesi

ÖNNOT:  Tekmeci beyefendiyi sadece kendisi değil, iktidar partisinin yetkilileri onayladı. Bir milletvekili, "savunma durumu"nda olduğunu söyledi, göremeyen gözleri kınadı. Elleri, kolları tutulmuş insanlara tekme atmanın ne türden bir savunma olduğunu sormak gerekli mi, bilemedim. Başkan yardımcısı Hüseyin Çelik de, aynı şekilde saldırıya uğradığı imasıyla "yedi günlük iş göremezlik raporu" aldığını söyledi. Doğrudur. Rapordan kolay ne var? Zaten sonra başbakan (Şimdiki genişletilmiş cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan) ile birlikte dolaşırken görüldü, cuma namazı ve Soma işçileri için kıyılan gıyabi cenaze namazında görüldü. İyi iş gördüğünün teyidiydi bu hareketler, iş görmezlik raporu da ne dersek diyelim, efendinin koruma altında olduğunun katmerli ilanıydı. Ayrıntıya girmek gereksiz bence, esas o kadar vahim ki: Denetimsiz şiddeti böyle onaylayan bir iktidar, ne yazık ki tam da tahmin ettiğim gibi yeni sistemi test etmekten ötesini yapmıyordur. İktidarların s

'Cehennem deliğine gir dediler'

Can işlerinde  her sistem cinayetine  ‘kaza’ denilmesinin tek sebebi var:  Aynı düzene devam arzusu.  Mükellef türküsündeki gibi,  dün de madencilere  ‘Cehennem deliğine gir’  dediler alçak ve yüksek makamlar.  İşverene teşekkür eksikti tek. “Aman da beyim vay efendim bu nasıl emir Kapandı kapılar sürüldü demir Aman da beyim vay efendim künyem yazıldı İlet mezarlığına kabrim kazıldı.” (Şarkının tamamı ve icrası için burayı tıklayın...) Başbakan Amerika’ya, İngiltere’ye, Fransa’ya gitti; biz de Kütahya’ya gidelim. Bu 1940’ların Tavşanlı şarkısı ile Soma iş katliamı arasındaki bağa...

Serdar Koçak'lı Bir Rüyanın Kaydıdır

Savaş ganimeti olarak yoksulluk

Resim
Suriyeli sayısı, resmi ağızlara göre 900 bini buldu. 200 binin biraz üstü kamplarda. Kalanlar ülkenin her köşesinde yaşam imkânı arıyor. Yeni yoksullar onlar. 'Misafirperverlik'ten paylarına kaygı, endişe ve aşağılamadan fazlası düşmüyor.

Çok yalancısın Türkiye!

Resim
Çocukları çok seversin değil mi Türkiye? Ama preste ezileni değil, tomruk altında kalanı değil, hapiste çürüyeni değil. Temiz, güzel, muhitine uygun olanı seversin. Çok meşgulsün değil mi Türkiye? Büyük sorunların var. Büyük laflarla konuşuyorsun onları. Küçük sorunları, küçük lafları, küçük olayları beğenmiyor, ilgilenmiyorsun? Küçük çocuklar var bir de başlarına ağır işler gelen… Fakat duygusal hezeyanlar yaratılmayacaksa, vicdan şovlarına yaramayacaksa, hele bir de alt sınıflardan, altta sayılan kesimlerdense adlarını bile anmasan olur değil mi? Çocukları seviyorsun tabii, gönlün öyle geniştir senin de her çocuk aynı olmuyor değil mi?

Okumak

Niksar Dağlarında Tütün Edilenin Söylediğidir

Bağışıksız

Koro Kaçkınının Mektubu

10 işçi öldü. Allah sermayeye zeval vermesin!

Milli sermaye vardır, milli işçi yoktur.  İşçi işte,  ne çıkardığı maden kadar,  ne ördüğü duvar kadar,  ne döktüğü kalıp kadar,  ne taşıdığı yük kadar değerli. Kaza, kaza mıdır? Buna “Evet, kazadır” yanıtını versek bile, bir soru daha var: “Bazı kazalar niye hiç olmamış gibidir? Bazıları ulusu gözyaşı krizlerine sürüklerken?”

Gomidas’ı dinlemek mümkün mü?

Kalan Müzik,  büyük Ermeni müzisyan Gomidas Vartabed’in  arşivinden Ermenice, Kürtçe ve Türkçe  şarkıların bulunduğu özel bir albüm çıkardı.  ‘Yerkaran’ isimli albüm,  1915 felaketinden  kurtulan bir miras değil,  tam aksine  bizi 1915’e götüren bir davetiye.

Zulmün kara kareleri

Berkin Elvan cinayeti gösteriyor: Toplumu ayakta tutan adalet kör. Toplumu toplum yapan ahlak müflis. Vicdan ölü. HDP’ye linç girişimleri de bunun ürünü.

Yolum bir yolsuza düştü neyleyim

Anayasa Mahkemesi,  afete dayalı kentsel dönüşüm yasalarında  birçok maddeyi iptal etti.  Peki kurtulduk mu? Hayır.  Yasanın güçsüzden güçlüye  haksız mülk transferini mümkün kılan  asfaltı aynen duruyor.  Sadece birkaç şerit daraldı o kadar.

Beyoğlu'ndaki tüm kitapçıların kapandığı gün

Pandora'nın feryadını duyunca hatırladım Vahan Usta'yı. Sessizce gitti. Sessizce satardı kitaplarını. O duvarın ruhuydu, oyun o gün bitti. Anayasa Mahkemesi, kentsel dönüşümün ikiz yasalarından ikincisinde bazı maddeleri iptal etti. Pek oralı olmadı kimse, “İşte hukuk. Adalet kazandı” filan başlıklarıyla kısa bir süre, bir günün yarısı kadar bir zaman içinde internet siteleri verdi haberi. O kadar. Karar hukuki miydi? Ne kadar hukukiydi? Bakmamız gereken yer iptal edilen yerler miydi daha çok, edilmeyen yerler mi ilgilenen olmadı. “Kentsel dönüşüm kötüdür” ezberiyle, “Kentsel dönüşüm ne güzel, yeni evlerden alıyoruz” zevki arasında gidip geliyor her şey. Bir de kasetler var. Kaset kaset üstüne yıktım iktidarı türküsü çağırılıyor bir yandan, öte yandan kasetle gelmedik ki kasetle gidelim manisi söyleniyor. Heyecanlı bir “süreç.” O kadar ki, “barış süreci”ne bile ilgi yok; kan akmamış akmamış demek kimsenin umurunda değil. Kentsel dönüşüme de ilgi aynı öyle: Biriler

Göğün Memesi

Erdoğan'sız Türkiye

Yerel seçime gidiyoruz. Erdoğan gitsin diyen muhalefetin yerle, yerelle, seçimle ilgili politikalarını pek göremiyoruz. Bu kavga başlarken, 17 Aralık günlerinde Gülen cemaati-hükümet tartışmalarında bir laf geziyordu ortada, şöyle diyordu taraflar: Fitne var! Fitne yani yüksek ateş. Araplar kadim zamanda metalleri topraktan ayırma işlemine ve işlemi yapmak için kurulan ateşe bu ismi vermişler: Fitne. Ülkede fitne var lafında iki taraf da anlaşıyordu. Ülkede fitne varsa, ateş yüksek demektir. Hepimiz de o ateşteyiz demektir. Fitne ateşi, kaset kavgalarıyla sürüyor. Formül basit: Yok kaset, yap kaset. Cevap da basit: Yok kanun, yap kanun. Derinlikli, karmaşık, büyük bir toplum değil de siyasetle ilgisiz, yüzeysel ve zayıf, küçük bir toplumda üç beş saraylı entrikalar çevirir gibi.

Cumhurbaşkanı, kendini ve Meclis’i feshetti!

Cumhurbaşkanı,  önüne gelmiş bir yasa için  “hükümetle müzakere” edemez.  Zaten yasaları “hükümet” yapmaz.  Cumhurbaşkanı,  “hukuken sakıncalı” gördüğü  bir yasayı onaylayamaz.  Yanlış bir kanun, yanlış bir kanunla düzelmez.

İnsan bazen gerçekten hayret ediyor!

Hayret etme yeteneğini kaybetmemek gerekir. “İnsan bazen gerçekten hayret ediyor” sözü, sahibi sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bazen gerçekten hayret ettiriyor. Elbette, bir siyasal hareketin kurucu ve sürdürücü aktörü olarak kendisinden hükümetle dalaşmasını beklemek gerçekten hayret verici olur. Kendisine “noter” denilmesi de Köşk sakinlerine Kenan Evren sonrası dönemden kalma bir alışkanlığın güncellenmesinden başka fazla anlam ifade etmez. Her şeye “Hayır” diyen Ahmet Necdet Sezer’in ardından her şeye “Evet” diyen Abdullah Gül’ü görmek de fazla şaşırtıcı değil. Fakat son meselede her şey hayli ilginç bir hal aldı. Bir yandan işte “Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan’ın rakibi”, “Yok yok Kremlin usulü tandem yapacaklar”, “Yani aslında becayiş işte bir tür” hazır cümleleriyle analizler yapılırken, Gül-Erdoğan çekişmesi söylentisinden ciddi bir yan bulanlar da hiç az değil. Belki doğru belki değil o çekişme, önemli değil. İlginç hal alan şu: Yeni bir “kamu diplomasisi” türü