10 işçi öldü. Allah sermayeye zeval vermesin!
Milli sermaye vardır, milli işçi yoktur.
İşçi işte,
ne
çıkardığı maden kadar,
ne ördüğü duvar kadar,
ne döktüğü kalıp kadar,
ne
taşıdığı yük kadar değerli.
Kaza, kaza mıdır? Buna “Evet, kazadır” yanıtını versek bile,
bir soru daha var: “Bazı kazalar niye hiç olmamış gibidir? Bazıları ulusu
gözyaşı krizlerine sürüklerken?”
Mersin’de, Akdeniz ilçesinde Organize Sanayi Bölgesi'ndeki fabrikalara işçi taşıyan servis aracına tren çarptı. 10
can kaybı. Dört yaralı. DHA muhabiri, “Burası savaş alanı gibi” diyor.
İki iddia var:
Hemzemin geçidin bariyeri, tren geçecek olmasına rağmen
açıkmış.
Yok, minibüsün şoförü raylara kontrolsüz girmiş.
Şoför ağır yaralı. Makinistler gözaltında.
“Ölenlerin kimlikleri” başlığı altında, isimler veriyor bize
ajanslar. Bir de işte, işçi servisi ya zaten, işçi idiler. Bir cümlesi daha var
ajansın: “Kaza nedeniyle Mersin-Tarsus arası demiryolu ulaşıma kapandı.”
Açılmıştır sonra, merak etmek gerekmez.
İş kazaları, işçi kazaları fazla ilgi görmez. Fazla üstünde
durulmaz. Ne gözyaşı ticaretine uygundur, ne vicdan tiyatrosunda pozlar
kesmeye. İşçiler, arılar ve karıncalar olarak kraliçeler dünyasında ölüleriyle
makbul değillerdir; onlar yaşayıp çalıştıkça makbuldürler. Gördükleri kıymet,
aldıkları maaşlarda saklı ve tescillidir. Kraliçelere göre kazalarda sorun
yoktur elbette. İstihdam diye bir sorun var ya, işte o kraliçe için çözümdür de
zaten. Ölmüş mü, soran olursa Allah rahmet eylesin, mekanları cennet olsun
deriz, yerine yenisi gelir. İş aksasa, o zaman başka. Ama aksamaz, münbit
topraklardır buralar, ölenin yerine yenisi geldikçe, aynı düzenin devamı
iyidir. İstikrar. Ekonomide. Sömürüde. Ahlaksızlıkta. Müstakar ahlaksızlık
toplumu.
Zaten, patronlarının verdiği maaş, geri kalanların da
vicdanlarını temizlemeye yeter miktardadır her zaman. O nedenle başı preste
ezilmiş, maden ocağında toprağa karışmış, baraj sularında kaybolmuş gitmiş, AVM
inşaatının önündeki çadırda kül olmuş, inşaatın temelinde betona karışmış,
çoluk çocuğu, ana babası, bacısı kardaşı ve iki komşusu dışında birkaç günden
fazla kimsenin ne gündeminde kalır, ne aklında. Davaları sahipsizdir. Ne
baroların bir özeni vardır, ne çalışma bakanlığı ilgilenir, ne de sendikalar
ortalığı yıkar. Devletin sol eli zaten bir kafasına yumruk atmayı bilir, bir de
bordroları ne kadar düşük olursa ekonominin o kadar iyi olacağı yalanını atıp
duran sağ elin söylemine karşı bilgiç bilgiç kafa sallamayı. Toplumun sol eli
de devletinin sağ elini ve ağzını izler.
“Kaza” ya, şoförse kusurlu zaten belasını bulmuş gibi, ağır
yaralı. Makinistse, veririz işte cezasını, beğenmezseniz, “bu az ceza yaaa”der,
unutursunuz zaten.
Demiryollarında sinyalizasyonun kötü olduğu yerler neden hep
yoksul muhitler, işçi yoğun muhitlerdir, sormak olmaz, iş çıkar boş yere.
Çalışma koşulları neden böyle vahim, neden inşaatlar,
atölyeler, madenler, fabrikalar can korumaya değil, can almaya ayarlı, sormak
olmaz, sermayenin rekabet gücüne halel getirmek vatanseverlik değildir.
Milli sermaye vardır, milli işçi yoktur. İşçi işte, ne
çıkardığı maden kadar, ne ördüğü duvar kadar, ne döktüğü kalıp kadar, ne
taşıdığı yük kadar değerli. Bakın servis bile vermiş patron, yemek bile
veriyordur, Allah razı olsun.
İşyerinde olmamış ki kaza, değil mi efendim? Sorulmaz,
döküntü minibüsler, hurdaya çıkmış otobüsler, kendini taşıyamayan kamyonlarla
nasıl servis olur? Hal böyleyken olan nasıl kaza olur?
Bu sorulara cevap verilse de durum fazla değişmez, patron
suçluysa verilsin cezası, değil mi? Biz alışverişimize, ticaretimize,
gezmemize, eğlenmemize ha bir de politik iktidarı övme ya da yermemize bakarız,
öyle kendi kaderiyle ilgili bir toplumuz. Övme ya da yerme şimdi kutsama ve
lanetleme düzeyine gelmiş ama işte hepimiz işimizi yapıyoruz.
İktidara sövmeye, hırsızlığını, yolsuzluğunu, hatta
cinayetini faş etmeye merakımız, iktidarı da muhalefeti de ülkeyi de ayakta
tutan üretim süreçleri içindeki derin sömürüyü, iktidar düşmanlarının da pekala
lehtarı olduğu barbarca işleyişi görmeye yetmez. İşçiler, “istihdama çözüm
bulamayan iktidar”a karşı kullanılacak sayılardakinden fazla ilgi çekmez. Emek,
parti programları ve seçim konuşmalarında çok güzel cümleler kurulmasına yol
açar, biz de ihmal etmez kurarız. Benim işçi kardeşim, benim emekçi kardeşim,
oy kulamparalığında cilveli nutukların muhatabı olur, hele bir iktidarı devirelim
de…
Mersin katliamı, Gülen cemaati-hükümet kavgasında bir işe
yarasaydı, sahip çıkanı, gözyaşı dökeni, müsebbiplerine lanet okuyanı çok
olurdu değil mi? Mersin katliamı, sadece iktidarın sahiplerinin
nobranlıklarına, ceberrutluklarına, kalpsizliklerine, yalanlarına ayna tutuyor
olsaydı, sahip çıkanı çok olurdu iktidara karşı durduğunu zannedenler arasında.
Ama değil. O iktidarın ayağına turab olanların da, karşısında cinnet getirip
lanetler yağdıranın da ortak olduğu temel düzene ayna tutuyor, o yüzden eş
düzeyde pas geçebilirler karşılıklı lanetleşirken.
Mersin katliamı, bir uzlaşma katliamıdır. Tüm iş
cinayetleri, katliamları gibi. Mevcut üretim düzeninin ve paylaşım düzenin ana
süreçleri üzerindeki ulusal uzlaşı. Milli mutabakat. O yüzden baş çevirip geçmek
kolay.
Asıl lanet burada oysa. Üretenin teri, gözyaşı ve kanı,
yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimizde lanet olarak duruyor. O yüzden ne kadar
çabuk unutursak o kadar iyi. O yüzden az yazalım, az yayalım, az gösterelim.
Sonra gelsin tapeler.
Ne şahane politikalar bunlar. Ne şahane mücadeleleriniz var
sizin. Ne şahane toplumsun sen.
10 işçi mi ölmüş? Allah sermayeye zeval vermesin!
Lanet olsun. Yani afiyet olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder